İlk sayfalarının yazılmaya başlanmasından belki 15-16 yıl sonra, uzun yolculuğunu tamamladı ve Kanat Kitap tarafından 8 Martta yayınlandı. Ben de keyifle, belki onuncu kez, ama en sevdiğim dilde, Türkçe olarak okuyorum.
Osman Necmi Gürmen'in 1990'lı yıllarda, önce Fransızca yazdığı bu kitap, geçtiğimiz yıllarda kendisi tarafından Türkçe olarak yeniden yazıldı. Sonundaki "Bibliyografya", Fernand Braudel'den Miguel Cervantes'e, Abdullah Kuran'dan İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya kadar çok çeşitli yazarın kitaplarını içeriyor.
Romanın önce Fransızca kaleme alınmasının arkasında, ağırlıklı olarak Fransızca, Latince ve İtalyanca kaynakların yoğun bir şekilde kullanılması yatıyor. Belki de yazar, batılıların tarihe tek yönlü bakışlarına karşı, başka bir bakış açısı sunmayı düşünmüş bile olabilir.
Osmanlıca ve Türkçe kaynakların da sıkça kullanıldığı eser, yayınlandığı günlerden itibaren, "Çok Satanlar" listelerini mekân edindi.
Birinci paragrafta kullandığım "belki onuncu kez" sözümün, 8 Mart tarihi ile tezat teşkil ettiğini biliyorum.
Kitabın Fransızca dijital basımı, 2004 yılından beri elimde. Kitabın ilk sayfaları, o kadar çekici idi, o dildeki zayıflığımı unutup kaptırmıştım kendimi okumaya.
Kanat Kitap, Fransız Kültür Merkezi'nde düzenlediği bir söyleşi (13 Mart) için, hoş bir sürpriz yapmış. Toplantıya katılacak Fransızlar için, romanın bir de Fransızca baskısını (50 adet) yapmışlar.
Fransızların sayısı, o kadar çok olmadığı için, bir "Le renégat" da ben kaptım.
Romanın hikayesi bu kadar değil ama bu yazının amacı, romanın kendisini ele almak. Roman, şöyle başlıyor:
"15 Rebiyülevvel 996Yüce Yaradan duy yüreğimin feryadını
O yürek ki, mağfiretini dilemek için
Sana bir isim yakıştırmayı bilemedi
İstikbal, koca ilhanlığın en üst kademelerine erişmiş bir fakirin hayatı hakkında, her zaman olduğu gibi, iç âlemini sorgu sual etmeden, o varlığın icraatine bakarak bir hükme varacak.
Hazan yapraklan solarken baharla birlik doğacak nesillerin bilmesini isterdim: O, intikamın kılıcıydı; bense nefretle sevgi arasında yalpalayan bir yürek, ikimiz tek candık gelip geçen ömürde.
Naçiz kulunuz Luc, Luca veya Ali"
Romanı okuma keyfine zarar vermemek için, bu "Luc, Luca veya Ali"nin kim olduğunu anlatmayacağım. Ama bu kişi, daha romanın başlarında bir savaş sahnesinin içinde perişan bir şekilde oradan oraya koşarken, şunları anlatıyor:
"İskeleyi aşan dalgaların çalkantısında gemiler birbirine giriyor, dalgakıranın arkasında, karaya oturmuş çekdiri -benim gibi- Reis'ini bekliyordu. Eve uğradım; ıslak halılar sessiz. Sokaklarda zafer sarhoşluğunda kaybolmuş insanlara yanaşıp soruyordum, boşuna.Uluç Ali mi? Bilmem... kim o?"
Romanın konusu, 16'ıncı yüzyıldaki Akdeniz dünyası. "Uluç Ali"nin kim olduğunu söylemek gerekirse, Kalabriya'da doğan, ilk adı olan "Luca"yı bırakıp "Uluç Ali" olan ve 1571'de Osmanlı Donanması kaptanıderyalığına tayin edilirken adını "Kılıç Ali Paşa" olarak değiştiren kişiden başka biri değil. Osman Necmi Gürmen, Akdeniz'in bir Osmanlı denizi haline gelmesinin arkasındaki insanları, mekânları, ülkeleri, kralları, sultanları, korsanları ve sayılamayacak kadar çok detayıyla Akdeniz'i, bir tarih kitabı yapısının dışında, dönemin dilinin ögelerini de kullanarak ama günümüz Türkçesini tanıyan okurların rahatlıkla okuyabileceği bir üslupla anlatıyor. Özellikle o dönemin coğrafya isimlerini, denizcilik deyimlerini ve çok dinli bu ortamın teolojik deyişlerini, hiç de yabancı hissetmeyeceğimiz bir ortam imiş gibi ele alıyor.
"Reis, mizacı hilafına yağmaya, hatta kıyıma göz yummuştu bu sefer. Hayatta kalmış esirler arasında, kale kumandanı Gabrio Serbelloni, Don Pedro Aguilar ve Margliani adında biri vardı. Benim Montagna Salazar'la karıştırmış olduğum Andres Salazar son nefesini vermeden önce Reis'e "Estos son los fruttos de la guerra, Capitan" deyip gözlerini yummuştu. Bahira'nın ortasındaki Şakli adacığına sığınmış, medet dileyen iki yüz müdafi arasında, kurayla seçilen elli kadarı özgürlüğe kavuşmuş, kalanı kölelik hayatına adımını atmıştı. Barbaros'un otuz yıl önce Turgut'u serbest bıraktırmak için, fidyeye ilaveten, Cenevizliye bıraktığı Tunus'un kuzey kıyısındaki Tabarka adasına varmayı ümit eden Pagano Doria, üç bedevinin yardımıyla bir sandala atlayıp kaçmıştı. Talihsiz bir adammış bu Doria. Bedeviler onu boğazlayıp kellesini bir mızrak ucunda karargâha getirdiklerinde, Reis sorgu sual etmeden üçünü de astırdı. Allah Allah!- Niye astırdın adamları? diye diklenince,
- Dirisini de getirebilirdi soysuzlar! diye homurdandı. Parasına tamahen öldürdüler adamı, "İhanet işinize gelse de, hıyanet edenin iğrenç bir yaratık olduğunu unutmamak gerekir," der bir İspanyol meseli."
Kuzey Afrika'yı dolaşmış biri olarak okurken, o topraklardaki insanların davranışlarının nerelerden gelmiş olduğunu daha iyi anlamama yol açıyor Mühtedi:
"Zaferin ertesi günü kalanlarla helalleşen Mağripli reislerin yüzünde başsağlığı dileyen bir ifade vardı. Çekdiriler peş peşe demir alıp gidiyor, Haşmetlû Süleyman'ın donanması eriyor, dirayet, aklıselim cahile, uğursuza bırakıyordu yerini. Leşi leş kargasına terk edip yeniden doğmak üzere batan güneşe doğru süzülen martılara benziyordu enginlerin yeliyle dolu dolu yelkenler."Varlığının çoğunu Akdeniz'de dolaşmayla geçiren donanma, tabii ki İstanbul'a da uğrar ve payitahtın içinde dönen dolapları öğrenir:
Evet, bu gecikmeli seferin dehşet verici sırrını Haliç'e demir attık da öğrendik: bizde "kanuni," Frenklerde "muhteşem" diye adlandırılan Âlempenah Süleyman Han, büyük oğlu Mustafa'yı boğdurtmak için düşmüştü yollara. Devlet işlerini görüşme bahanesiyle yanına getirttiği kendisine tapan o sevgili oğlunu otağının içinde dilsizlerin yağlı kementlerine teslim etmekte bir beis görmemişti. Taçlı fahişenin ihtirasına kurban edilen otuz sekiz yaşındaki bu yakışıklı, cesur, saygılı, kültürlü, ağırbaşlı veliaht için cümle âlem gözyaşı döküyordu. O Hürrem yosması Padişah'ın ölümünden sonra Valide Sultan olma saplantısı içinde, sevgili oğlu Bayezid'e taht yolunu açmak için nice değerli insanı, nice insani değeri tereddüt etmeksizin ezip geçiyordu."
Mühtedi, tarihteki yaşamlara bakış açısı ve taşıdığı ince mizah duygusuyla, günümüzde olup biten olayları da daha farklı gözlüklerle değerlendirmemize yardımcı oluyor. Tarihi, farklı okumamızı sağlayan Osman Necmi Gürmen, şimdilerde yeni bir romana başlamanın getirdiği "yazar sıkıntıları" içinde bunalmakta.
Keyifli bir haberle kapatacağım. Duyduğum kadarıyle Kanat Kitap, Osman Necmi Gürmen'in 1970'li yıllarda Türkiye'de ve Fransa'da yayınlanan iki kitabını, Ebegümeci Çiftliği (Fransızca l'Écharpre d'iris) ve Kılıç Uykuda Vurulur (Fransızca L'Espadon) kitaplarını yeniden basmaya hazırlanıyormuş.(VÇ/EÜ)