Şayet "Gülün Adı" romanı ve sonra Sean Connery ile çevrilen filmi (ki daha sonra çok satan gazetelerimizden biri tarafından "VCD" formatında dağıtıldı) olmasaydı, aslında Bolonya Üniversitesi'nde mütevazi bir öğretim üyesi olan Umberto'nun, Türkiye'de sadece "dilbilimciler" tarafından tanınıyor olması gerekirdi.
Umberto, tatlı bir akademisyen. "Asık suratlı" olduğu sürelerle karşılaştırıldığında, "gülümseyen" görüntülerinin baskın olduğunu düşünüyorum.
Buraya Umberto_eco.jpg
Dört-beş ay kadar önce, Migros'ta alışveriş yaparken, onun bir kitabını gördüm ve dayanamadım, aldım: Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi.
Kitap kapağı parlak olsun diye "laklanmıştı" ve tabii ki, Migros dağıtım mekanizması içinde kapağının köşesi kıvrılmıştı.
Lak nedeniyle kıvrılma, ciddi bir şekilde göze batıyordu ama, "olsun" dedim, "Umberto için, varsın kapak kıvrılmış olsun"
Eve gelince hemen okumaya giriştim. Kitap, Doğan Kitap tarafından yayınlanmıştı ve alışveriş merkezleri de dahil yaygın dağıtıma girmişti. İlk on sayfa gayet keyifli giderken Sayfa 18'de durakladım. Hayatta olan gerçekler, insanda keyif bırakır mı?
"Bellek" sorunu yaşayan hastasına doktoru, sorununun nasıl olabileceği konusunda şöyle bir görüş belirtiyor: "Tamam, tamam. Bir yerlerde okumuş ya da duymuş olduğunuz her şeyi hatırlıyorsunuz, ama hatırladıklarınız doğrudan kişisel deneyimlerinizle ilgili değil. Napolyon'un Waterloo'da yenildiğini biliyorsunuz, ama bakalım annenizi hatırlıyor musunuz?"İtalyanlara, Anadolu kültürünün ağzını öğretmek fena bir fikir olmasa da, Umberto'nun romanındaki İtalyan sahafın, başka bir coğrafyanın dili ile konuşması rahatsız etti."Ana gibi yar olmaz, ağlarsa anam ağlar"
Çeviri, bundan sonraki sayfalarda gene de başarılı, ta ki sayfa 24'e kadar.
"Aklıma ovmak sözcüğü geldi, ama ne demek olduğunu bilmiyordum. Paola'ya sordum: Piemonte lehçesinde kullanılan bir sözcük, tencereyi iyice yıkamak için, pırıl pırıl, tertemiz, yeni gibi olsun diye şu metal, saman gibi şeyi içinde geçirirsin ya, o demek işte"Piemonte lehçesinde kullanılan "ovmak" sözcüğü! Gene ikirciklendim ve kitabın İngilizce kopyasını aramaya karar verdim. Amazon.com'a baktım. İlgili sayfa, kitabın içindeki sayfalara bakmaya izin veriyordu.
Aynı sayfada yer alan Fransızca sözcükleri ("monsieurs les anglais") kullanarak arama yaptım ve İngilizce çeviride aynı sayfaya (sayfa 19) ulaştım. Amerikalı çevirmen, konuya çeviribilim açısından çok daha doğru yaklaşmış ve "ovmak" sözcüğünü, Piemonte lehçesinde olduğu gibi bırakmış: "Sgurato".
Kitabı okumanın keyfi kaçtı. Bu arada kitabı İngilizceye çeviren kişiye Geoffrey Brock'a ulaşmak için internette bir arama yaptım. Aramam başarılı oldu ve kendi İnternet sayfasına bile ulaştım. Orada bir elektronik mektup adresi vardı ve ona danışma amacıyla bir mektup gönderdim.
Hayret, cevap geldi! Geoffrey, çeviri yaklaşımı konusunda benim görüşlerimi destekliyor ve Türkçe çeviride yapılan hataları hayretle karşılıyordu.
Bu noktada, Türkçe çeviriden vazgeçip, kitabın İngilizce çevirisini aramaya başladım. Pandora'nın ağ sayfasında kitabı buldum, sipariş ettim ve bir gün sonra kitabım elimde idi.
Ama bu kitap, Türkçe kitaptan çok farklıydı! Türkçe kitap fiyatına (20 YTL) çok yakın bir fiyatla aldığım bu kitap, ciltli idi ve içindeki görsel malzemeler, çok daha kaliteli basılmış idi.
Buraya Queen Loana.jpg
Çeviride yaşadığım keyifsizlikler, kitabın İngilizce kopyasını okumamı bile bir süre engelledi, ta ki kısa bir Ayvalık seyahatine kadar. 450 sayfalık kitabı, teknede, bahçede ve balkonda, iki günde devirdim ve aradan birkaç gün geçmesine rağmen hâlâ etkisi altındayım.
Roman, ne olduğu anlatılmayan bir olay sonucu bir komaya giren ve belleğinin bir kısmını kaybeden bir sahafın üzerine kurulu.
Romanın detaylarını vermeyeceğim ama, içeride yer alan malzeme, eski kitaplar arasında kültürel bir yolculuğu da içeriyor.
İtalyan burjuvazisinin eski kitap konusunda kurduğu ticarî yapıyı öğrenirken, Türkiye'deki yapıyı hiç bilmediğimi de fark ettim. Sakallı Lütfü ile sohbetin zamanıdır.
Kitaba dönersek konu, belleğinin bir bölümünü kaybetmiş olan bir "sahaf" hakkında. Ancak, romandan da öğreniyoruz ki, satmakta olduğu kitaplar, bildiğimiz sahaf fiyatlarının çok üzerinde.
Bir "Porsche"den daha pahalıya kitap sattıklarını öğreniyoruz. Emtia, çok daha eskiye, 15 ile 17'inci yüzyıllarda basılan kitaplara dayanıyor ve fiyatları, bizdeki sahaflarda düşünülemeyecek fiyatlar.
Yazar, geçmişini aradığı eski malikanede bulduğu kitaplarla, kaybettiği geçmişle buluşurken, tesadüf eseri 1623 tarihli bir Shakespeare baskısıyla karşılaşır. Bu olayla tekrarlanan tansiyon sorunu, daha sonraki 150 sayfalık metne kaynak olur. Bir cins bilinç akışı "stream of consciouness" tarzındaki "koma" durumu, başlıbaşına bir "kültürel yolculuk".
Buraya İskenderiye Kütüphanesi.jpg
Umberto, son birkaç yılda, "bellek" konusuna odaklamış durumda. 2003 yılında, bir UNESCO projesi olarak hayata geçen yeni İskenderiye Kütüphanesi'nde yapılan bir toplantıya konuşmacı olarak çağrılmış. Konuşmanın İngilizce metni, Mısırda yayınlanan "Al-Ahram Weekly" dergisinde yayınlanmış, internet sayfasında da var: Yaptığı konuşmanın başlığı şöyle: "Bitkisel ve mineral bellek: Kitapların geleceği".
Buraya Beyin.jpg
Konuşma şöyle başlıyor:
Üç tip belleğimiz var. Et ve kandan oluşan ve beynimiz tarafından yönetilen ilki, organik. İkincisi mineral ve bu anlamda insanlık, iki tip mineral bellek gördü: Binlerce yıl önce bu bellek, bu ülkede çok iyi bilinen ve insanların üzerine yazı kazıdığı kil tabletler ve dikilitaşlar tarafından temsil ediliyordu. Ancak bu ikinci tip, silikon üzerine kurulu olan günümüz bilgisayarlarında da var. Başka bir tip bellek daha, bitkisel olanı, tanıdık; gene bu ülkede iyi bilinen ilk papirüsler şeklinde ve daha sonra kağıttan yapılan kitaplarda.Buraya Gutenberg Galaxy.jpg
Şayet Marshall McLuhan aramızda biraz daha kalsaydı, aramızda Gutenberg Geri Dönüyor gibi bir şeyi yazan ilk kişi, o olurdu. Şüphesiz ki bilgisayar, sayesinde birilerinin görüntüler üretip düzeltebileceği bir alet; ama şu da şüphesiz ki bilgisayar, aynı derecede bir alfabe aleti haline geldi. Ekranı, sözcükler ve satırlarla dolu ve bilgisayar kullanabilmek için okuryazar olmanız gerek.Konuşmasında, kütüphaneler ve kitaplar arasında dolaşan Umberto Eco, bir noktada şaşırtıcı bir bakış açısı öneriyor:
Buraya Eflatun.jpg
Bir Mısır hikayesiyle başlayalım, her ne kadar İyonya'lı biri tarafından anlatılmış olsa da. Phaedrus'u yazan Eflatun'a göre, yazının mucidi olduğu söylenen Hermes ya da Teut, buluşunu Firavun Tamus'a sunduğunda, Firavun övgüyle, böyle duyulmamış bir tekniğin, insanların başka türlü unutacakları şeyleri hatırlamalarına yardımcı olacaklarını söyler. Ancak Tamus memnun değildir. "Benim becerikli Teut'um" der, "bellek, sürekli eğitimle canlı tutulması gereken büyük bir ihsandır. Buluşunla insanlar, artık belleklerini eğitmek zorunda kalmayacak. Şeyleri, içsel bir çabayla değil, dışsal bir aracın sayesinde hatırlayacak".Umberto, bilgisayar ve kitap kavramına da ilginç yaklaşıyor:
Şimdi, aralarındaki farklar belirgin olmayan sık sorulan sorular arasında en safçasını ele alayım. Daha ilerde açıklayacağım görüşü görebilmek için bu soruyu cevaplandırmamız gerekli. Saf soru şöyle: "Hiper-metin disketleri, internet ya da mültimedya sistemleri, kitapları geçersiz mi kılacak?" Bu soruyla, bu-şunu-öldürecek hikayemizin son bölümüne vardık. Ancak, bu soru bile karmaşık, zira iki farklı şekilde kurulabilir: (a) kitaplar fiziksel nesneler olarak mı kaybolacak ve (b) kitaplar sanal nesneler olarak mı kaybolacak? "Buraya Agatha Christie.jpg
İlk soruya cevap vereyim. Baskının icadından sonra bile kitaplar, asla bilgi elde etmek için kullanılan yegâne araçlar olmadı. Ayrıca resimler, popüler basılı imgeler, sözlü öğretim vb vardı. Basitçe kitaplar, bilgi aktarmada en uygun araç olmayı becerdi. İki tip kitap var: Okunacak olanlar ve danışılacak olanlar. Okunacak kitaplar söz konusu olduğunda, onları okumanın normal yolu, "detektif hikayesi yolu". Birinci sayfadan başlarsınız, yazar size bir suçun işlendiğini söyler, sonuna kadar inceleme sürecinin bütün patikalarını izlersiniz ve sonunda suçlunun kâhya olduğunu keşfedersiniz. Kitabın ve sizin okuma deneyiminizin sonu.Buraya Napolyon.jpg
Sonra, kullanma kılavuzları ve ansiklopediler gibi danışılacak kitaplar var. Ansiklopediler danışılmak üzere düşünülmüştür ve hiçbir zaman ilk sayfadan son sayfaya okunmaz. Her gece, uyumadan önce Britannica Ansiklopedisi'ni ilk sayfadan son sayfaya okuyan biri, komik bir karakter oluşturur. Genelde insan, Napolyon'un ne zaman öldüğünü ya da sülfürik asitin kimyasal formülünü hatırlamak için ansiklopedinin ilgili bir cildini çeker. Alimler ansiklopedileri, biraz daha akıllıca kullanır. Örneğin, Napolyon'un Kant'la karşılaşmış olup olmayacağını bilmek istersem, ansiklopedimin K ve N ciltlerini çekmem gerekir: Napolyon'un 1769'da doğup 1821'de öldüğünü keşfederim. Kant ise 1724'te doğup 1804'te Napolyon imparatorken ölmüş. Dolayısıyla ikisinin karşılaşmış olması imkansız değil. Bunu doğrulamak için Kant ya da Napolyon'un yaşam öykülerine danışmam gerekir, ancak yaşamı boyunca bu kadar çok insanla karşılaşan Napolyon'un kısa bir yaşam öyküsü kitabında Kant'la olası bir karşılaşma gözden kaçabilir, halbuki Kant'ın yaşam öyküsünde Napolyon'la karşılaşma yazılır. Uzun sözün kısası, kitaplığımdaki bir sürü rafta duran bir sürü kitabı ele almam gerekir. Topladığım bütün verileri daha sonra karşılaştırmak için notlar almam gerekir. Bütün bunlar, yorucu fiziksel emek harcamamı gerektirir.Buraya Kitaplık.jpg
Ama, bunun yerine hiper-metin ile, bütün ağsiklopedinin her tarafında gezinebilirim. Napolyon'un isminin Kant'la bağlı olduğu bütün durumları isteyebilirim.
Bunları, bir bilgisayar mühendisi anlatıyor olsaydı, pek ciddiye alınmazdı. Ama Umberto elektronik kitapları överse, çocukluğumuzdan beri yaşadığımız ve hiç kopmayacağımızı sandığımız kağıt ve mürekkep kokularına, sandığımızdan önce veda edeceğimiz kesin. (VÇ/EZÖ)