Zindanlardaki son gelişmelere dair bir şeyler yazmak istiyorum, müsaadenizle. Yazıyı okumayacaklar için en baştan belirteyim: Güllük gülistanlık. Her şey konforlu, yolunda... Sen keyfine bak. Tamam şimdi aradan çık ... Çıktınsa devam edeceğim. Okuyacaklar için "küçük" faşizm uygulamalarına dair iki lafımız olacak.
Değerli dostlar, zindan dediğin zaten nedir ki? Topu topu ruhun çalınmak istendiği, rehabilite politikalarının sinsi yöntemlerle uygulandığı, bireyin mekan içinde algısının yerle bir edilerek sabitleştirildiği, paylaşıldığı, zamanı en kötü şekilde kullanabilecek şartların sağlandığı, etrafında sürekli gözlem, kayıt işlemlerinin olduğu uysal vatandaş, teslim olmuş kişiliğin istediği "zararsız" modern mekanlardır. Ve elbette en önemlisi; azap merkezleridir.
Zindan dediğin acı üretmek zorundadır. Heval Foucault böyle düşünüyor. Haklı da... Yani işin esprisi bedenin itaate zorlanması, egemenin istediği itaatkar bedene geçilmesidir... Bu kadar gereksiz bilgiden sonra annemin anlayacağı dille şunu belirtebilirim: Yemin billah bize burada yapmak istedikleri o kadar çok faşizan şey var ki! Direnmesen seni lime lime ediyorlar...
Özcesi, seni ekmeğe salça yapıyorlar…
***
Dışarıda devletin ısrarla sürdürdüğü kirli bir savaş var. Buna paralel tüm yansımalar en erken zindanlarda, siyasi tutsaklar şahsında hayat buluyor. Birazdan örneklemeye çalışacağım. Hal û ahvalin ne olduğunu daha iyi görmek için madde madde gidelim…
* Şu an Türkiye zindan tarihinin en yoğun hareketliliği yaşanıyor. Düşünün Tekirdağ'dan Edirne'ye sürgün ediyor. Amed'ten Antep'e sürgün listeleri çarşaf çarşaf. Sadece Amed'ten son dört ayda sürgün edilenlerin sayısı 400 civarı. Gidilen tüm yerlerde hoş geldin dayağı ve istisnasız onursuzca yaklaşımlar. Gidenlerin eşyaları verilmiyor, çoğu kayıp. Ailelere haber verilmiyor. Aylarca çocuklarının nerede olduğunu bilmiyorlar.
* Her şey bir yana, en önemlisi ve en zorlayıcı olan hasta tutsak arkadaşların durumu ile ilgili. Gerçekten o kadar özgün ve zor durumu olanlar var ki, anlatmaya dilim varmıyor. Ergin Aktaş ve Sibel Çapraz arkadaşların durumları bu konudaki politikaları anlamak için yeterli ipucu veriyor...
* Bu hasta tutsaklar sürgün zamanları da listenin en başına eklenir. Misal diyaliz makinesine bağlı yaşayan Celal Şeker, iki ayağı olmayan Mehmet Özen arkadaşlar ve ona yaşatılanlardan roman çıkacak Apê Dedo (M. Emin Özkan)... Durumu ağır olanları bilerek sürgün ediyorlar. Sorumluluk almak istemiyorlar...
* Matematiği kuvvetli arkadaşlar bir adım öne çıksın: 3 kişilik odaya kaç kişi sığar? Adı üstünde "üç" demeyin. 3 kişilik yerde şuan 7 kişi kalınıyor. En azı 6... İyi de bu küçücük hücre tipi odalara 7 kişi nasıl sığar? Hadi odaya sığdırdık peki insanlığa? Görüntüyü tarif etmeyeceğim. Ne siz sorun ne ben söyleyeyim... Madem tutukluyorsun yer ver o zaman! Pehh, kime diyorum.
* Geçenlerde üzeri bol rakamlı kağıtlar tebliğ için getirildi. Ne olsa iyidir? Son altı ayın yemek ücreti. Gündelik 5 tl'den. 182 gün ve 910 TL. Cezaevi değil sanki lokanta. Yakında yatma parası da alınacak. Cezaevleri gerçek birer bankadır. Akıl almaz ekonomik hinlikler dönüyor... Elbette kağıtlar imzalanmadı!
* Hazır yemek demişken! Bu yıl yemek menüsü mükemmelden biraz daha iyi! Ağustos'un ortası, gündüz fasulye ve akşam da hangi tarihten kaldığı belirsiz nohut! Ertesi gün menü çok daha çekici. Bu sefer gündüz nohut akşam fasulye! Yemeğin içindeki kıl, böcek bilumum bilmem neler neler de ekstrası... Durun daha trajik olana gelmedim: Somun ekmeğin içinden bir tek cezaevi müdürü çıkmadı şimdiye kadar! En son elime para bandı geldi. Kantinde satışı yasaklanan (firardan sonra) bant ekmekten çıkıyor. Aylardır iddianamesi gelmeyen bir arkadaş, her sabah verilen ekmeği merakla açıp bakıyor. Belki buradan çıkar diye...
*Kantin yazıyorsun başkasının sana geliyor. Revir yazıyorsun zaten çağrılmayı bekleye bekleye nalet ediyorsun. Godot gelir ama revir hala yoktur ortalıkta. Sebze mi gelecek. Bir torbanın en altına domates, onun üstüne salatalık, onun da üstüne soğan, onun da üstüne biber vs. vs...
Hep aynı taktik...
* Koliden gelen eşyaların %90'ı verilmiyor. Ailenin getirdikleri de hak getire. Kırtasiye tek bir şey verilmiyor. Üstünde dijital rakam olan bir şeyi zaten ateşe atıyorlar. Aman aman! (firardan sonra başladı) Mesela bir arkadaşa sazı geldi. Vermediler. Saz deyip geçmeyin! Ülkenin birlik ve bütünlüğünü bozabilir. Sazın geldiği arkadaşın yanındaki tüm arkadaşlar tek tek "sazdan rahatsız değiliz" dilekçesi verdikten sonra sazı verdiler. Prosedür böyle! Ama durun bir dakika.
* Müzik notaları da verilmiyor. Geçenlerde gelen saz notalarına el konuldu. Halen de verilmiş değil. Vermeyeceklerini de söylediler. Bir nota neden verilmez? Do, re, mi'yi üst üste koyup bu sayede duvardan atlayabilirmişiz. Düşündükleri bu ama itiraf etmiyorlar... Evet, nota yasak...
* Notalara da şaşırmadıysanız voleybol topuna geçelim. Verilmeme sebebi "duvarı delebilir" olarak gösterildi... Topu vermeyen ipi verir mi? Çamaşır ipi. O kökten yasak... Elim yasaklara değmişken, yöresel elbiseler de yasak. Şalvar başına tutanak tutuluyor. Şairin dediği gibi, ne şalvarlar giydim zaten hepsi tutanaklıydı...
* Aramalar talanvari yapılıyor. Yüz havlusu bile alındı. Evet bildiğiniz yüz havlusu. Muazzam bir paranoya var. Muhabbet kuşlarına da el koyuyorlar. Kitap desen zaten kitap düşmanları! Bıraksan odanın ortasında yakarlar. İçinde, üstünde Kürt, PKK falan varsa otomatik verilmiyor. Toplatma, mahkeme kararı da yok.
* Bildiğiniz fırça ve çekpaslar var ya heh işte onların tüm saplarını alıp yarısını kestiler. Hepsi 75 cm oldu. Sebep? Olası bir kaçma girişimi...Hortum falan da yok. Kovalarla su taşıyoruz yıkamalar için. Geçenlerde bir arkadaş kovayı kaldırmaya çalışırken öyle kaldı.Belini incitti. Nasıl feryat figan ediyor görmelisiniz. Acil revir istedik. Çıkarmamız gerek. Haber geldi! Tutanak tutulacakmış. Ne için? Kime? Belini inciten arkadaş hakkında... "Çıldırdınız mı?" diyoruz. Ne tutanağı, ne hali çıkışımıza, sebebini söylüyorlar: "Firar etmeye çalışırken düşüp belini incitmediği ne malum?" Bir tutanak hikayesi daha! Gardiyanı çağırırken mazgala sert vurmuşuz! Tutanak tutmak istiyorlar...
* Temel haklar olan sohbet, sportif faaliyetler zaten zehir zıkkım. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, adli tutsaklara af çıkarırken siyasi tutsakları da cezalandırmayı unutmadı. Ayda bir çıkan açık görüş artık iki ayda bir olacakmış. Tev lê gulê! Valla isterse iki yılda bir yapsın...
***
OHAL ile beraber zindandaki halk ihlalleri tavan yapmış durumda. Gündem çok fazla yoğun olduğu için hepsi arada kaynayıp gidiyor. Gerçekten mantığı zorlayan tüm bu uygulamalar bilinçli ve inançla yapılıyor. Örgütlü tüm alanları dağıtmak, tasfiye etmek, zindan geleneğinin yarattığı güçlü değerleri yerle bir etmek istiyorlar. Dışarıda yaşananlara en güçlü cevabın içeriden verildiğini bildikleri için bu aralar her gün sürgün - sevk. Yukarıda aktarılanlar elbette işin küçük bir kısmı. Provokasyon yaratılmak için de çok çaba harcanıyor. Yansımalarını da basından takip ediyorsunuzdur.
Uzattım, toparlamak gerekirse; Bu aralar su verilmiyor, Bu vahşet sıcaklarda su verilmiyor, sadece birkaç saat... Heval Sedat her gece pencereden gardiyana atar yapıyor.
"Hitlerin fırınlarındaki sabun olduk. Amacınız nedir! Açık söyleyin!" Evet, halimiz böyle. Olduğundan az yazdım, rivayet sanılırdı belki... Selam, sevgi ve direnişle... (ÖA/NV)