Donald Trump dün yemin ederek başkanlığına başladı.
İlk cümlesi “Amerika’nın altın çağı tam şu anda başlıyor” oldu.
Aslında başka da bir cümle etmesine gerek yoktu. Zira bu vurgunun çağırdığı hafıza zaten gerekenleri söylüyor. Devam cümlelerinde de art arda “Egemenliğimiz geri alınacak. Güvenliğimiz yeniden sağlanacak. Adalet terazisi tekrar dengelenecek” geldi.
“Öteki” olanları aşağılamaya çok hızlı geçti. “Birçoğu hapishanelerden ve akıl hastanelerinden gelen ve dünyanın dört bir yanından yasadışı yollarla ülkemize giren” gibi tabirler kullandı.
Onların karşısına Los Angeles’taki yangına “Ülkemizin en zengin ve en güçlü şahsiyetlerinin evlerine ve mahallelerine kadar ulaştı” diyerek sert çıktı. En güçlü, en zenginlerin evlerine vardığı için yangın da payını aldı.
Eğitim sistem, sağlık sistemi çok hızlı değişecek, “bugünden itibaren” değişecek dedi.
Sonra konuyu kendine getirdi.
Kulağını sıyıran kurşun için “…Ama o gün de hissettiğim ve şimdi daha da fazla inandığım şey şuydu: Hayatım bir sebeple kurtuldu.
Amerika’yı yeniden harika yapmak için Tanrı tarafından korundum” dedi. Böylece seçilmiş kutsal kişi olduğunu ilan etmiş oldu. İlanını “Amerikan vatandaşları için, 20 Ocak 2025 Kurtuluş Günü’dür” diyerek sabitleştirdi.
“Siyahi ve Hispanik topluluklara, gösterdiğiniz muazzam sevgi ve güven için teşekkür etmek istiyorum” diyerek ırkçılık neyime dedi, bana oy vermiş olanlar dışında demedi tabi. Tam da bu vurgudan sonra Martin Luther King’i anması ironik elbette. “Hep birlikte onun hayalini gerçeğe dönüştürmeye çaba göstereceğiz” dedi, o hayalden anladığı ne tabi bilmiyorum. Fakat Luther King ile kendisinin bildiği, inandığı, anladığı hayallerin aynı olmadığı kesin.
İlginç bir şekilde “Sağduyu devrimini başlatacağız. Mesele tamamen sağduyu” dedi. Kulağa hoş gelse de sonraki cümlelerinden anladığımız üzere ülkeye girişlerin durdurulması, sınır dışı etmeler ve daha beter şeyleri bilahare içeriyormuş bu sağduyu. Yerli ve milli bir duyu yani!
Özetle sağduyu devrimi “ülkeyi istiladan kurtarmak” olarak deklare edildi. Bu biraz ‘ak devrimler’ şeysini andırıyor. Ötekine açılan savaşın iştahı ekonomi ile dengelendi ve “…Dilediğiniz arabayı satın alabileceksiniz. Ülkemizde, birkaç yıl önce hayal bile edilemeyen bir hızda otomobil üreteceğiz” dendi.
“İşte Amerikan Rüyası! Ve bu çok yakında, eskisinden de güçlü bir şekilde geri gelecek” müjdesini Elon Musk için kurulacak bakanlığa bir güzel bağladı. Bu vurgudan sonra değindiği anayasa, hukuk, düzen, ifade özgürlüğü ne kadar ikna edici olabilir artık siz karar verin.
ABD’nin resmî politikası, "sadece iki cinsiyetin olduğu, kadın ve erkek, yönünde olacak" dedi. Aşırı sağ, alternatif sağ hareketlerinin en tipik özelliği olan cinsiyetçi, ırkçı, beyaz ve erkek olan yönlerine sağlam çiviler çakarak beyaz sarayın duvarlarına astı.
İlerleyen dakikalarda konuşmanın büyük bir bölümünü ABD’lilere gaz vermekle geçirdi. Siz cansınız, Mars’a bayrak dikerseniz, büyüksünüz, ulusunuz, ciğersiniz, savaşçısınız dedi. Ve ekledi “tüm bu yaşadıklarımızın ardından, Amerikan tarihinin en büyük dört yılının eşiğindeyiz.”
Bir ek daha;
Trump’ın Beyaz Saray’dan verdiği ilk video ve yemin töreni sırasında ulusal marş okunurken asker selamı vererek marşı okuması (diğer herkesin aksine) ordu-güvenlik konusunun “MAGA” hareketinin yeni dönem bel kemiğini oluşturacağı söylenebilir.
***
Genel tablo içinden odaklanmak istediğim yere gelebilirim.
Konuşmasının sonlarına doğru “Panama’yı alacağız” dedi. Güçlü ordu kuracağız, Meksika Körfezinin adını da değiştireceğiz diye sürdürdü.
Ve sonra “Asla fethedilmeyeceğiz” sözünü sarf etti.
Garip tabi. Herkesin seni suçladığı eylemden mağdur olduğunu söylüyorsun. Totaliter yapıların şaşmaz özelliği. Yemin etmeden önce söylediği Kanada-Grönland-Panama satın alma planı bir nevi resmi olarak dile gelerek gündeme dahil olmuş oldu. Konu tamamen ideolojik bir motivasyon etrafında şekillenmeye devam ediyor.
Önümüzdeki günlerde yeni yayılmacı siyaset ve bunu takip edecek olan savaş stratejileri bu açıdan dikkate değer diye düşünüyorum. 2025 yılı; büyük güç rekabeti ve buna bağlı gelişen çok kutupluluk eğilimi, enerji koridorları ve güvenliği meselesi, yapay zekâ üzerinden gelişen dijital hegemonya savaşları, bölgesel çatışmalar ve dönüşen rejimler, gerileyen demokrasi ve yeni ittifaklar gibi başlıklara gebe olduğunu düşünürsek, ortam çok su kaldıracak gibi.
Şurayı alacağız, buraya alacağız söylemleri, 19. yüzyıl ABD ideolojisi “Manifest Destiny” ile benzerlikler taşıyor.
O dönemde, ABD’nin kıtada yayılması “kutsal bir görev” olarak görülmüştü. Monroe Doktrini (1823) de ABD’nin bölgesel nüfuzunu güçlendirmişti. 20. yüzyılda “Büyük Sopa Diplomasisi” (Big Stick Diplomacy) ve sonrasında Soğuk Savaş’ın “çevreleme” politikalarıyla ABD, fiilî işgaller yerine etki alanlarını genişletmeyi hedefleyerek bugünlere gelmişti.
ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası doğrudan toprak ilhakı yerine, askerî üsler, ekonomik nüfuz ve diplomatik anlaşmalar üzerinden küresel varlığını sürdürme anlayışı öne çıktı.
Soğuk Savaş döneminde Sovyet etkisini sınırlama adına çok sayıda müdahalede bulunan ABD, 1979’da Carter Doktrini’ni ilan ederek Körfez bölgesine askerî varlığını yerleştirdi. 9/11 sonrasında “milli güvenlik” yaklaşımı başka bir boyut kazandı ve küresel ölçekteki müdahaleler hızlandı. Trump’ın popülist milliyetçi söylemi, toprak genişletme arzusu ve “düşmanlara karşı sertlik” vurgusu diğer ülkeleri ne kadar tedirgin ediyor bilmiyorum?
Dün şöyle bir haber okudum “…İngiliz hükümeti, Trump dönemine hazırlık için olağanüstü önlemler alıyor. Başbakan Keir Starmer başkanlığında düzenlenen gizli “mini kabine” toplantıları, yeni dönemin nasıl yönetileceğini planlamak için yapılıyor. Bu toplantılara sadece en üst düzey bakanlar katılabiliyor.” İngiltere durumu böyle okuyorsa diğer ülkeler daha dikkatli davranmalıyım diyordur herhalde.
Panama/Meksika veya Grönland üzerinden yapılan çıkışlar her ne kadar “varsayımsal” görünse de yayılmacı niyetlerin net işaretidir. İç siyasette popülist dalga, “güçlü liderlik” ve “ulusal onur” gibi temalarla destek toplarken, küresel çapta ABD’yi daha agresif bir yola itiyor, itecek.
Sonuç olarak ABD’nin çok uluslu şirketler, asker üsler, proxy yapılar üzerinden rejim değiştirme ve müdahale gücü ve daha birçok yayılmacı-dönüştürücü itkisi, yeni yüzyılın emperyalist donelerini bizlere sunuyor. Uluslararası hukuk ve devletlerin egemenliğine saygı ilkelerinin sık sık ihlal edildiği, müdahalelerin çoğunun kendi stratejik veya ekonomik çıkarlarını dayattığı gerçeğinden hareketle, “düzenin korumak” tezi ile yayılmacı politika değil, “küresel kolektif güvenlik” ve “demokrasi, insan hakları” gibi değerleri koruma misyonu ile hareket edildiği iddia edilse de pratikler tam tersini söylüyor. Hele Trump’ta…
Trump’ın çizdiği yeni dönem askeri-savaş fragmanları üzerinden ileriye dönük birkaç olasılıkla bitireyim.
- Doğrudan işgal yerine “seçici müdahaleler ve vekil aktörlerle iş birliği” modeli sürer gibi. İran gibi yerlerde rejimi değiştirme yerine dengeleme, sistemsel tıkama daha işlevsel görülebilir.
- Dış politikada istikrarsızlık yaratma ve bunun yönetilebilirliği çok daha önem kazanır.
- Trump’ın yaptığı ve söz verdiği ekonomik modeli düşündüğümüzde birçok alanda küçülmeler yaşanabilir, bundan ötürü ‘esnek’ modeller üzerinden sahada minimal insan kaynağıyla sonuç almaya çalışacaktır. Bunun anlamı daha yoğun teknoloji, yapay zekâ ve uzaktan müdahale tekniklerinin gelişimidir. Yani dijital hegemonya alanında mesai harcamadır.
- Sahip olunan yumuşak güç ve ekonomik güç üzerinden rejimlere müdahale sürecektir.
- Bölgedeki enerji politikalarını, dost/düşman ülkelere avantaj sağlayacak şekilde yönlendirerek küresel petrol ve doğalgaz akışını denetleme gücünü sürdürmek, ABD için öncelikli bir hedef olmaya devam edecek gibi.
- Sosyal, siyasal, toplumsal bağlamlarda özellikle demokrasi ve insan hakları ihlallerini rakip-dost diyalektiği üzerinden destek ve görmezden gelme ile taçlandırmayı sürdürecektir.
-Harita üzerinde büyüme, büyütülen yerlerde askeri üsler ve Rusya şahsında bir zamanlar hayata geçirdiği “çevreleme/sınırlama” (containment) siyasetini daha da keskinleştirerek sürdürmesi son derece olasıdır.
(ÖA/EMK)