!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali kapsamında gösterilen "Akıntıya Karşı" filmi, adından anlaşılacağı üzere HES (Hidroelektrik Santral) mücadelelerini anlatıyor.
Film, Hopa'da atılan gaz bombası sonucu kalp krizi geçiren Metin Lokumcu'nun anısına yapıldı.
"Su akar, Türk Bakar anlayışı kalkıyor. Su akar, Türk yapar anlayışını getiriyoruz" diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlerine benzer minvalde bir dış sesle başlayan belgeselin ilk durağı Rize'nin Fındıklı ilçesi.
Ezgi Akyol ve Volkan Işıl'ın da dahil olduğu film ekibinden Umut Kocagöz ve Özlem Işıl ile hem filmi hem de Karadeniz hattındaki HES direnişlerini konuştuk...
Çekimleri nerelerde yaptınız?
UK: Çekimleri Rize'nin Fındıklı, Çamlıhemşin, Hemşin, Senoz, İkizdere vadilerinde; Artvin'in Borçka, Şavşat, Kabaca ve Macahel vadilerinde; Kastamonu'nun Loç vadisinde ve 9 Nisan 2011 Ankara'da gerçekleşen "Doğa'nın ve Yaşamın Yağmalanmasına Karşı" mitinginde yaptık.
Belgeselin finansını nereden-nerelerden sağladınız?
ÖI: Herhangi bir ayrı film bütçesi yapmamıştık. Öğrenci burslarımızdan biriktirdiklerimizle yola çıktık. Yanımızda yalnızca bir el kameramız vardı.
Belgeselin hikâyesi bu açıdan yolculuğun da hikâyesi oldu. Paramız bitti ve eve dönmek durumunda kaldık. Bir sonraki sene de yine aynı yöntemle yola çıktık. Anlayacağınız, tam anlamıyla bağımsız bir belgesel çalışması oldu. Çekim sonrası süreç için de böyle söyleyebiliriz. İmkânımız oldukça filmi çoğaltıp paylaşmayı düşünüyoruz.
HES şantiyeleri, tıraşlanan ormanlık alanlar, hafriyatı dereye dökerken gösterdiğiniz iş makineleri, suyun beton borulara hapsedilmesi... Tüm bunları çekerken ne hissettiniz?
ÖI: İş makineleri nasıl bir ormanı tıraşlar, dere nasıl kurur, daha önce tanık olmadığımız bir durumdu, tahayyül edemiyorduk. Ama ilk Senoz'a gittiğimizde bunun ne demek olduğunu gördük.
Şaşkınlık ve öfke sanırım en yoğun olan duygulardı. Dağın bir tarafındaki ağaçların tamamen kesilmiş olduğunu görmek sizi öfkelendiren bir şey. Aslında bu yolculuk, gördüklerimizi belgelemek ve yaymak gerekliliği düşüncesini de oluşturdu.
Böyle zamanlarda çekim yapıyor olmakla ya da sinemasal gerçekliğin içinde olmakla reel hayatın gerçekliğine maruz kalmanın gerilimini de yaşadık. Bir yandan süreci kayıt altına almanın gerekliliği, bir yandan da yaşanan tahribatın biriktirdiği öfke, yaşama içkin bir gerilimi ifade ediyordu.
"Sesi duyulmayanın sesini duyurmak istedik"
Hemen bütün görüştüğünüz insanlar "Canımızı veririz, deremizi vermeyiz" demişler. Aksi düşünen hiçkimse yok belgeselde. (Belgeselin başlangıcında kullandığınız "Dere akar, Türk bakar dönemi bitecek" dış sesi dışında) Hiç mi yoktu gerçekten ya da önemsenmeyecek kadar azlar mıydı?
UK: O dış ses aslında bir metne bağlı gelişen bir dış ses değil, yine vadilerin birinde görüştüğümüz bir kişinin sesiydi. Fakat sanki Başbakan konuşuyor gibi hissettik.
Devletin ve şirketlerin söylemi her yerde benzer biçimde dolaşıma giriyor ve büyük çoğunluğu, içinde yaşadığımız büyük karanlığı da benzer şekillerde etkiliyor. Bu açıdan, HES projelerini sahiplenen birçok kişiyle karşılaştık.
Sayısal oranı nedir, bunu belirlemek zor. Fakat onların sesi her yerde olduğundan dolayı, biz biraz da görülmez olanın/işitilmez olanın temsilini kurmaya çalıştık diyebiliriz.
HES'i savunanlar ve savunmayanlar arasında küskünlükler, kavgalar oluyor mu?
UK: Olmaz mı, elbette oluyor. Hatta aynı ailenin bireyleri arasında gerginlikler yaşandığını bile öğrendik. Örneğin; baba projeyi destekliyor ama çocuklar karşı çıkıyor ya da kardeşler arasında benzer durumlar yaşanıyor.
Loç Vadisinde jandarma tarafından görüntüleriniz silindi. Belgeselde de bunu oldukça etkili bir şekilde anlatmışsınız. Yine belgeselinizdeki katılımcılardan Rize, Hemşin'deki bir vatandaşın dediği gibi HES karşıtları "Vatan haini, Komünist, ülkesine düşman, bir kısım 'kendini bilmez çevreci'" gibi etiketlerle anılıyor kimi çevrelerce. Gittiğiniz yerlerde siz nasıl karşılandınız?
ÖI: Ne tarafta olduğumuz temel soruydu gittiğimiz her vadide. Projeleri savunuyor muyuz yoksa karşısında mıyız?
Bu bize yaklaşımı belirleyen bir soruydu. Vadilere gitmeden önce ilişki kurabileceğimiz, bize yardımcı olabilecek kişiler olduğunu biliyorduk. Buna rağmen bazı vadilerde bizi daha yakından tanımak ve niyetimizi daha net öğrenmek istedikleri durumlar da oldu.
Hatta en ilginci, Fındıklı'da bir köye gitmek istediğimizde yanımıza o köyde yaşayan bir arkadaşı almamızı söylediler. Nedeni, arabanın plakası yabancı olduğundan köylülerin yolumuzu kesme ve köye sokmama ihtimalleriydi. Daha sonra öğrendik ki, hatta filmde de geçiyor, vadilere çok fazla şirket yetkilisi, "bilimsel araştırmacı" geliyor ve bu araştırmaların sonu halka "yol, su ve elektrik" (!) olarak geri dönüyor. Ama biz, mücadelenin içinde olan/olmaya çalışan kişilerdik ve bu da bizim misafirperver bir şekilde karşılanmamıza olanak sağladı.
HES direnişleri için "halkların ayaklanması" diyebilir miyiz? Rize, Senoz yöresinde yaşayan insanların Munzur için yapılan mücadelelerden haberi var mı? Ne yapabiliriz konusunda birbirlerini takip ediyorlar mı?
UK: Bunu söylemek için erken diyebiliriz. Sonuçta mücadele çok yeni ve deneyimler birikiyor. Kaldı ki toplumsal muhalefet içinde daha önce yer almamış, devletle karşı karşıya gelmemiş birçok insan da var. Bu ilk karşılaşma ve bunun bir sürece ihtiyacı var.
Vadilerin, bölgelerin arasındaki iletişimi, karşılaşmayı sağlayan çok sayıda platform var. Daha önce Munzur'u bilmeyen ya da tam tersinden Hemşin'i bilmeyen, karşılıklı birbirini tanıyor ve sorunlarına kulak kabartıyor hatta ortak eylemler yaparak seslerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Yani ortak yaralar bizi yakınlaştırıyor.
Rize, Artvin Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) hükümetinin oy aldığı iller. HES'lerden sonra hükümete karşı tavır değiştiren olmuş mu?
ÖI: Bu çok büyük ve zor bir soru. Belki sadece şunu söyleyebiliriz, Karadeniz bölgesinde hemşerilik ilişkileri çok kuvvetli. Yani sizin oralı olmanız oy meselesini oldukça etkiliyor.
AKP sadece HES yapmıyor başka birçok şey de yapıyor ve bunu çok manipülatif bir şekilde sunuyor. Bu nedenle oy verme pratiğini sadece HES meselesi üzerinden okumak çok kolay değil.
UK: Örneğin Karadeniz sahil yolu bir yandan korkunç bir tahribata yol açmış ve gördüğümüz kadarıyla Karadeniz'de yaşayan insanların yaşam kültürünü ciddi oranda etkilemiş. Fakat aynı zamanda bunu bir fırsat ya da hizmet olarak görme hali de çok yaygın.
Bu biraz da insanların maruz bırakıldıkları ya da zorlandıkları yaşam biçimlerine ne derece alıştıkları ile ilgili. Tüm bunlara rağmen elbette ki tavrını değiştirenlerle de karşılaştık.
Erzurum'un Tortum ilçesinde yapılacak HES için taş attığı söylenen Leyla Yalçınkaya'ya üç dava birden açıldı. Bu tip davalar açılan insanlarla karşılaştınız mı?
UK: Gittiğimiz bazı vadilerde fiili direnişlerin olduğunu öğrendik. Bu direnişler o vadilerde yaşayan insanları yalnızca HES şirketleri ile değil, jandarma güçleri ile de karşı karşıya bırakıyor. Hatta Tortum'da ve Gerze'de gördüğümüz gibi bazı yerlerde şirket çalışmaları ancak kolluk güçleri eşliğinde yapılabiliyor ya da yapılmaya çalışılıyor.
Biz Loç vadisine gittiğimiz zaman böyle bir sürecin içinde bulduk kendimizi. Şirket çalışmaya başlamıştı ve köylüler bu çalışmayı durdurmak istedi. Sonrasında jandarma köylüleri gözaltına almaya çalıştı. O gün herhangi bir dava süreci olmadı, ama daha sonrasında köylülerin çeşitli zamanlarda ifadeye çağrıldığını, gözaltına alındığını biliyoruz.
Bunun dışında, iktidarın sürece yaklaşımı ve "dava" anlayışındaki değişim, Metin Lokumcu'nun öldürülmesiyle birlikte ortaya çıktı. Yeni süreçte, hem yargının hem de fiziki müdahalenin, yani iktidarın bütün kurumlarının giderek artan şiddette mücadeleyi bastırma yöntemleriyle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.
Klasik bir soru olacak ama çekimler esnasında unutamadığınız bir anınız var mı?
UK: Her vadide yaşadığımız deneyimler kendi içinde özel bir deneyimdi bizim için. Belgeselde yer alan kişilerle hala görüşüyor olmamız, evlerine misafir olmamız, çekme eyleminin bıraktığı anılardan daha özel bir yer ifade ediyor bizim için.
HES mücadelelerinin sonu nereye varır dersiniz? Şirketler mi kazanır, halk mı?
ÖI: Şirketlerin kazanacağına inanıyor olsak "Akıntıya Karşı" ortaya çıkmazdı. (Hınzır gülüşmeler...)
Elbette mücadelenin kendisi yükseldikçe iktidar daha yoğun biçimde ve farklı mekanizmaları devreye sokarak saldıracaktır. Fakat HES karşıtı mücadeleyi yalnızca HES'ler özelinde de düşünmemek gerekir.
Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında, neoliberal politikalara karşı yürütülen bir mücadele olduğunu söyleyebiliriz. Tam da bu nedenle, toplumsal muhalefetin güçlenmesi ve örgütlenmesi, mücadele edenlerin kazanmasına daha da yaklaştıracaktır bizi.
"Akıntıya Karşı" belgeseli 9 Nisan 2011'de Ankara'da gerçekleşen "Doğa'nın ve Yaşamın Yağmalanmasına Karşı" mitinginde Fındıklı muhtarının sözleri ile son buluyor:
"Ben Fındıklı'nın 15 km yukarısından bir orman köylüsüyüm. HES'in oluru benden geçecek. O imza benim kalemimden geçecek. Atmıyorum! Atmıyorum! Atarsam namerdim!"
Film ekibi "Akıntıya Karşı" belgeselinde "direnenlere" teşekkür ediyor. İzlerken ben de arkadaşlarıma (Özlem ve Umut'a) teşekkür ettim. Mutlaka izleyin derim... (FG/AS)
* Filmin bilgileri için tıklayın.
* Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.