“Eve operasyon yapıyorlar. Yukarda helikopter aşağıda hükümet. Evin içine giren biri yat diyor, öbürü kalk. Kafamı kaldırdım, yatıyım mı kalkıyım mı dedim. Biri dedi kalk, ellerini kaldır. Kaldırdım. Dedim bu ne? ‘Operasyon. Çete lideri olarak aldık seni.’ 5 buçuk sene gittim yattım. Hiç bir şey yokken. Uyuşturucu dağıtımı suçuyla alındım. Hayatım boyunca uyuşturucu içmedim. Uyuşturucuymuş, alkolmüş. Benim en güzel içeceğim kola, sigara.”
TV dizi senaryolarının en vazgeçilmez diyaloğu: “Buraya her giren suçsuzum der.” Ama işte anlatım şahane.
Lakabı ya da adı Yağız konuşuyor belgeselde. Topçulukta büyük hayalleri varmış. Arsenal’e gitmekmiş hayali, “mercimek sporda” kalmış. Bolca sinkaflı sözcüklerle “Şikenin kralı benden sorulur. Takımı satarım” diyor.
Yurt dışındaki antrenörler maç boyunca hiç taktik vermezlermiş, “Kollarını bağlar öyle durur adamlar. Oyuncusu kalitelidir çünkü, güvenirler” diyor.
“Mesela Türk futboluna bak hoca sürekli el kol işaretleri.” Sosyoloji, kültürel antropoloji yazsın bunu kenara.
Beş yıl muhtarlık yapan Naime Işık anlatıyor. Düğünlerde silah kullanılıyormuş. Demiş ki, mermiye vereceğiniz parayı damada verin. Halk alkışlamış. Dövülmediği için dövmeyi beceremezmiş. “Çok simetrik bir kadınım. Feminist bir kadınım. Kadınların haklarını ararım. Yatak odasına kadar giderim” diyor ki bütün feminist mücadeleye bir şeyler söylüyor sanki son cümle. (Paranın damada verilmesini görmeyelim.)
Özünde kentli, orta sınıfa mensup, mürekkep yalamış, edebiyata da kaşık atmış, hususi cemiyet mensubu insanların varoşa, varoşa özgü jargona ilgileri niyedir? Teşekkürler yerine eyvallah diyorsundur misal. Misal, mutena bir semtte, “ciks” bir mekanda bıçkın ağızla sanat konuşuyorsundur. Sende eğreti duran tarzın yaşandığı yerlerde işler nasıl döner? Telefonla çekilen yoksulluk karesinin aldığı beğeni ve oralarda yaşayanların diğer şanslı fanilere duydukları olanca nefret. “Anlatabiliyor muyum dayı?!”
“Benim Varoş Hikayem” belgeselinin yönetmeni olan Yunus Ozan Korkut “Bundan 10 yıl önce babama isyan edip evden ayrıldığımda mahallemi bu kadar özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Arkadaşlarımın yarısının sulama kanallarında boğulduğu, vurularak öldürüldüğü ya da erken yaşta cezaevlerine girdiği bir yer özlenir miydi?” diyor.
Bıçak sırtı bir konu. Bir yerde “Yeditepe İstanbul”* tadında bir mahallede yaşama arzusu. Bir tarafta hava karardığında kendi gölgenizden bile korkacağınız semtler. "Benim Varoş Hikayem", Adana’nın Ceyhan ilçesindeki varoşun hikayesini anlatıyor.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin en hızlı gençleri” orada. “Haklının yanındayız, haksıza çökeriz. Gördüğünüz gibi hepimiz delikanlı gençleriz. Birbirimiz için ölürüz. Arkadaşlarımız öldü. Vazgeçiyor muyuz? Hayır. Niye? Hızlıyız çünkü. Dışardan kötü gözükebiliriz ama gerçekte samimi, mert, delikanlı insanlarız. İnsanları düşünen insanlarız” diyor bir genç. Berisindeki ekliyor: “Kötü insan değiliz hobilerimiz arasında kötülük var.”
Varoşun, varoştaki hikayelerin romantik tavırlarla ilgi görmesinin nedeni bu satırlarda geçen “birbirimiz için ölürüz” cümlesi sanırım. Kent insanının kronik yalnızlığı, vahşi iş koşullarında sürdürdüğü rekabet kenarda kıyıda köşede bucakta dost bırakmayacak türden. Diyalog esnasında kibar ve nahif “canım” diyen dillerin üç adım ötede ne diyeceğine kefil olamayan şehirli için bu cümleler anlamlı, sevilesi. Orta sınıf nezaketinin, adabının arkasında dönen oyunlar mı daha pis, yoksa varoşun vahşi kuralları mı?
“Şeklimiz bozuk ama kalbimiz on numara, yufka yürekliyiz. Başı darda olana koşarız, canımızı sıkana da sıkarız.” Arabesk rap bu, rezidans insanını da etkiler. Sonundaki “sıkarız” ise oraların vahşi tarafı. Kentsel dönüşüm projelerinin en büyük gerekçesi uyuşturucu trafiği, kadın ticareti ve çetelerin şiddetiydi. Shameless'ın Türkiye uyarlaması "Bizim Hikaye"yi izliyoruz bir yandan. TV piyasasının kullandığı samimi mahalle hayatlarının kullanımı nasıl da iki koldan çalışıyor. Dizinin içindeki karakterler şimdilerde şehrin dışına, dağ tepe yerlere sürülmüşler. Yine aynı mahalleler devletin şiddetinin en çok yaşandığı mahalleler. İzmir’in Bayraklı ilçesinde 14 yaşındaki Yiğitcan Camgöz için “çakmak gazından öldü” denilmişti. Gazeteci Sedat Sur’un ulaştığı kamera kayıtlarında ise Camgöz’ün polisler tarafından darbedildiği ortaya çıktı. Sur, Bayraklı için “ötekileştirilenlerin mahallesi” diyor. Kürtlerin, Alevilerin. Gazi, Okmeydanı, Küçük Armutlu gibi “kurtarılmış bölge” olarak tanımlanan, kolluk kuvvetlerinin sürekli cirit attığı yerler, kentsel dönüşüme direnen yerler de aynı zamanda. Devletin bu gibi mahallelerle başka yöntemlerle baş ettiğine dair rivayetler de var. Misal Gazi Mahallesi’nde uyuşturucu çeteleri olduğu söyleniyor ve kısmen buna izin verildiği. Sol örgütler ise buna karşı kendi asayişlerini sağlıyorlar. Orada da hiyerarşiler, güçler çakışıyor. Uzun konu.
Didaktik, aşırı uç olma gayretinde ama altı boş tanımlamalardan değil sanırım. “Orta sınıf sahteliği” denilen şeyin karşısına varoşun samimiyeti konulur mu? Bütün dünya hızla kirleniyorken en şık samimiyetsiz pozu belki de hayli hayli orta sınıfa verilebilir. Ama ve fakat “Bizde öyle şey olmaz” diyen abi, bir kadına tecavüz de edebilir “icabında.” Hiç bir yer uzaktan gözüktüğü gibi değil. (FG/HK)
* Yeditepe İstanbul: TRT 1'de yayınlanan TV dizisi (2001 - 2002). Senaryosunu Ali Ulvi Hünkar'ın yazdığı, Türkân Derya Güven'in yönettiği dizide, İstanbul'da Fener-Balat civarında başlayan kentsel dönüşüm hamlesi alt metin olarak yeralıyordu.