Diren Cevahir Şen çevre, ekoloji ve kadın hakları davalarıyla özel olarak ilgileniyor.
Ayrıca her pazartesi Nor Radyo’da Buket Atlı ve Aydın Öztürk ile “Dünyayla Sohbet” adlı dünya gündeminden çevre ve doğa haberlerini, kazanımlarını anlattıkları bir program yapıyorlar. Bir dönem Bartın Çevre Kültür ve Doğal Varlıkları Koruma Derneği çalışmalarına da katıldı.
Ümran Boru şirketinin Kastamonu Cide Küre Dağları Milli Park alanı içerisindeki Loç Vadisi’nde yapılmak istenen hidroelektrik santral (HES) projesine karşı yürütülen çevre mücadelesinin avukatlarından biri. Bu yüzden Cevahir hakkında, “mala zarar verme”, “suça teşvik etme”, “kamu görevlisine hakaret” suçlamalarıyla 2012’de açılan ve hala devam eden bir dava var.
Sizin alanınızda savunma hakkını ihlal eden nasıl sorunlarla karşılaşıyorsunuz?
Savunma hakkı ihlali şüphesiz bütün alanlarda hem kamuya mal olmuş, politikleşmiş davalarda, türü ne olursa olsun karşılaştığımız bir durum. Ancak bizde de muhtemelen meslektaşlarımız son bir yıldır ticaret mahkemesinde de girdikleri bir dosyada savunma hakkının ihlaliyle özellikle son bir iki yıldır sıklıkla karşılaşıyorlar. Bunun son dönemde OHAL ile beraber arttığını da söyleyebiliriz. Ama OHAL öncesinde de vardı bu. Kaldı ki Gezi dönemini hatırlatmakta yarar görüyorum. O dönemde savunmanın nasıl saldırıya uğradığını, üzerinde cübbeleri varken meslektaşlarımızın nasıl yaka paça gözaltında alındığını biliyoruz.
Birçok meslektaşımın da müvekkilleriyle görüşmelerinden ötürü terör örgüt üyeliğinden ya da propaganda yapmak suçlamalarından başları belaya girdi. Dışarıya, basına haber sızdırma ya da suçu ve suçluyu övme gibi böyle komik şeylerle karşılaşmalarına neden oldu. Onlar bizim müvekkilimizdi, biz de onların avukatıydık. Görüşmede yargılamanın bir parçasıdır. Hükümlü ve tutuklularla görüşürken, avukatlar konuşur, dosyaya dair bir şeyler sorar, çalışır, gerekirse sohbet eder. Ancak bunu engellemek adına siyasi iktidar önümüze bir bariyer koydu. Biz orayı aşmak zorunda kaldık, arkasından dolandık. Aslında komedi diyebilirim buna çünkü bu zorlukları yaşayan bizleriz ama gülüyoruz bunlara.
HES, taş ocağı, termik santral, maden, hayvan hakları ihlalleri, milli parkların av turizmine açılması gibi davaların takibini ekolojist avukatlar olarak yapıyoruz. Kastamonu Cide Küre Dağları milli park alanı içerisinde Loç Vadisi HES davasının avukatlarındanım ben. 2012'den bu yana ceza davası devam ediyor. HES davası ise önce idare mahkemesinde sonra Danıştay tarafından iptal edildi. Ben o dönem yeni avukattım. Aynı zamanda o bölgeleri tanıyan bilen biriyim. Orada 2009'da başlayan bir HES süreci vardı. Şirket gelmiş, bir toplantı yapmıştı ama insanlar ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Çevreciler, ekolojistler hem yerelden, hem büyükşehirlerden destek olup dayanışma gösterdiler. Benden de hukuk desteği istediler ben de orada gönüllü oldum. Bunu yaparken jandarmanın hem oradaki yerle halka hem şahsen bana da nasıl müdahale ettiğinin, şiddet uyguladığının bizzat bire bir tanığıyım.
Loç Vadisi HES davasından yargılanan 117 sanıktan biriyim şimdi. Bu benim savunma görevimi yapmamın önünde net bir engeldir, bilinçli bir şekilde ve savcı eliyle yapılmıştır. O dönemki Cide Cumhuriyet savcısı da bizzat bunun tarafı olmuştur.
Dava hangi gerekçeyle açıldı?
Benimle ilgili üç suçlama var: Mala zarar verme, suça teşvik etme, kamu görevlisine hakaret.
Suça teşvik etme ile kastedilen neydi?
Köylülere avukatları olarak, "Arkadaşlar şirket gerekli izinleri almamıştır. Bakın elimizde valilikten, orman il müdürlüğünden, bayındırlık il müdürlüğünden gelen yazılar var. Bu yazılara göre, şirketin burada yaptığı çalışma kanunsuzdur. Jandarma bizi değil şirketi engellemekle görevlidir. Jandarma kamu görevini ihlal ediyor, şirketi koruyor. Buralar sizindir, doğanındır, şirket buraya giremez. Dolayısıyla buyurun topraklarınıza girin" dedim. Bu suça teşvik gerekçesi olarak gösterildi. Jandarma ile yaşadığım münasebetler de kamu görevlisine hakaret gerekçesi oldu. Ancak jandarma açık biçimde şirketi koruyordu, hala koruyor. Jandarma şirketin jandarması olmuştur dediğim için ben yargılanıyorum. Mala zarar vermeden oradaki herkese dava açmışlar. Biz elimize bir şey alıp kimsenin bir şeyini kırmadık. Bunlar acele kamulaştırma ile şirketin aldığı arazilerdi ve şirketin arazisi olduğu söylenen araziye girdiğimiz ve şirkete gitmeleri gerektiğini söylediğimiz için biz yargılanıyoruz. Şirketin güvenliği bilfiil orada gelen ekolojistlere, çevrecilere, misafirlere de şiddet uygulamakla beraber köylülere her türlü eziyeti çektirdi aslında. Burada yargılanması gereken şirketin kendisiydi. Burada yargılanması gereken jandarmaydı. O zamanki jandarma amirlerinin hepsinin ve kaymakamın yargılanması gerekir.
Cide Cumhuriyet savcısı iddianamede benim için "avukat olduğunu iddia eden kişi" diyordu. Ben kimlik ibraz etmişim, bakın baro kartım, sicil numaram diye göstermişim ama benimle ilgili böyle deniliyor. Bu iddianameyi yazan savcının yargılanması ve meslekten ihraç edilmesi gerekir hatta. Bu bir iddia değil, iddianame ve bir savcının yazabileceği bir şey değil. Biz bunlara bugün itibariyle şaşırmıyoruz. O gün çok daha acemiydim meslekte. Ama bugün bu savcıların bir partinin eş genel başkanlarını ya da seçilmişleri yargılarken yazdıkları iddianameleri gördüğümüzde şaşırmıyoruz.
Sizinle ilgili suçlamalara karşı savunma hakkınızın ihlal edildiğine dair karşı bir dava süreci yürüttünüz mü?
Avukat olduğum ve avukatlık göreviyle orada bulunmam sebebiyle benimle ilgili Adalet Bakanlığı'ndan izin alınması gerekiyordu. Ancak hiçbir izin süreci işletilmedi. Sanık olarak direk dosyaya girdim. Biz savcıyı HSYK'ya şikayet ettik ama bir sonuç çıkmadı. Savcı zaten o sırada oradan gitti.
Bütün o kesinleşmiş kararlar ve esaslar iptallere rağmen yine aynı şirket aynı yerde ÇED başvurusu yaptı. Biz bundan üç hafta önce Loç Vadililerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na Ankara'ya gittik. İstemediğimizi, yaptırmayacağımızı söyledik. Hukuki açıklamaları biz yaptık. Yerli halk da neden istemediklerini orada tekrar açıkladılar.
Bana açılan dava da hala devam ediyor. Bütün dosyalar birleştirildi. Bu 117 sanığın içerisinde şirketin elemanları da var. Ama çoğunluğu köylüler. Bu insanlar direniş gösterdiler. Orada topraklarına, sularına, ovasına, yaylasına sahip çıktılar. Bugün yargılanan odur. Asıl suçlular ortalıkta gezerken haklı olduklarını bile bile hem beni hem köylüleri yargılayan bir hukuk sistemi var karşımızda.
Bu davanın duruşmalarında sanık avukat olarak hakimlerin size karşı tavrı nasıl?
Bu kadar zamandır yaklaşık olarak sekiz on hakim gördük. Örneğin bizim meslekten hakim olanların genel tavrı, hem avukat olarak oraya gelen arkadaşlarım hem de sanıklar beyanlarını yaparken bizimle iyi ilişki kuran hakimler de var. Ancak öyle hakimler de gördük ki avukatın müvekkiliyle duruşma salonunda konuşmasına müdahale ediyor.
Yasada, ceza mevzuatında, duruşma sırasında avukatın müvekkiliyle iletişim kurması güvence altına alınır. Yani avukat müvekkilin işini kolaylaştırıyor olabilir, soru soruyor olabilir, istediği gibi konuşabilir ama diyorlar ki müdahale etmeyin. Bu aslında, hukuk garabeti falan diyemeyeceğim, hakimlerin ne kadar acemi, ne kadar hukuktan bihaber, mevzuattan, yasadan, hukuk terminolojisinden ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Aslında avukatlara karşı kompleksleri de bundandır diye düşünüyorum. Sanıklara yorulmayın oturun diyen hakimler de gördük, avukata ayar vermeye çalışan, senli benli konuşan hakimler de gördük.
OHAL sizin müvekkillerinizle ilişkinizi ve savunma hakkını nasıl etkiledi?
OHAL sonrası savunma hakkı ihlali belirgin bir artış gösterdi. Benim çevre davaları için yaşadığım somut bir durum şu an için olmasa dahi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na Loç Vadisi için gittiğimizde bakanlık içerisine bizi almamak istediler. Biz avukat olduğumuzu söyledik, vekalet istediler bizden bu defa. Biz de vekalet göstermek zorunda olmadığımızı, o insanların avukatı olduğumuzu söyledik. Biz de usul ve nizam bildiğinizi iddia ediyorsanız avukatın müvekkiliyle yan yana geldiğinde vekalet göstermek zorunda olmadığını bilirsiniz. Ben vekaletle yanımda dolaşmak zorunda değilim. Kişi, bir avukat için "bu kişi benim avukatımdır" dediğinde ve ben kimlik ibraz ettiğimde onun avukatıyımdır, bitmiştir. Bir takım uğraşlar sonucu biz bakanlığın içerisine girebildik.
Ben aynı zamanda feminist ve feminist dava takibi yapan avukatlardan biriyim. Biz hayatına sahip çıkan kadınların davalarını takip ediyoruz. Benim de müvekkilim olan Yasemin Çakal hayatını savunmak için erkek öldürmek zorunda kalan kadınlardan biri ve şu an Bakırköy Cezaevi'nde. Ben düzenli olarak oraya görüşe gidiyorum. OHAL'e yakın bir tarihte biz bu cezaevinde ekstra fiili durumlarla karşılaşmaya başlamıştık. OHAL ile birlikte bu arttı. Örneğin içeriye kalem sokamıyoruz. Ben kendi kalemimle içeriye giremiyorum. Saatim kolumdan çıkarılmak isteniyor ve ben de bunu vermemek için bir sürü polemik yaşamak zorunda kalıyorum. Gerekçesini sorduğumda ise bir sebebi olmadığı söyleniyor. 15 gün önce ben buraya saatimle girebilirken, 15 gün gün sonra bu saati neden almak istiyorsunuz diye soruyorum. Talimat olduğu söyleniyor. Bu talimatlar tamamen keyfidir, tamamen cezaevi yönetiminin, AKP hükümetinin inisiyatifindedir.
Cezaevleri şu anda siyasi iktidarın oyuncağı vaziyetinde. Orada hem tutuklu hem hükümlüler; kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk, yabancı, yerli herkes şu anda kötü koşullara mahkum edilmiş durumdalar.
Her girdiğimizde ajandalarımız, dosyalarımız didik didik incelenmeye başlandı. Bunlar dava dosyası, müvekkilimizle üzerinde konuşacağımız şeyler ya da müvekkillerimizin savunmaları. Mahremlerini de anlattıkları, sadece avukatların ve mahkeme heyetinin görmesini istedikleri savunmaları, cezaevleri personeli tarafından aranarak okunuyor. Bu ciddi bir hak ihlali. Çok büyük bir ayıp ve müvekkillerimiz bunu istemiyor. Mesela içeride tutuklu olan kadınlar savunmalarında yaşadıkları şiddet öykülerini anlatıyorlar savunmalarında ve istemiyorlar dolayısıyla.
Gözlüklerimiz bile kontrol ediliyor. Böyle keyfi uygulamalar yaklaşık son bir senedir özellikle cezaevlerinde çok fazla.
Geçtiğimiz haftalarda yine Cide Adliyesi'nde profesyonel bir işim gereği bulundum. Hakimle kavga ettim duruşma salonunda. Çünkü hakimin bana yani bir avukata olan tavrı son derece, çirkin, yakışıksız ve terbiyesizceydi. Ben gerekli müdahaleyi ettim. Ancak yeni atanmış olduğunu tahmin ettiğim bir hakimin bu nefreti ve öfkesini anlamak mümkün değil. Bir avukatla nasıl konuşacağını, meslektaşına nasıl davranacağını bilmiyor. Avukatı geçtim sen bir vatandaşla böyle konuşamazsın.
Müvekkilin statüsü size yapılan muameleyi etkiliyor mu?
Bu sadece pratik davalarda değil gündelik hayatımızda da, müvekkil işçi ve emekçiyse yani ezilense, hakimlerin tavrı değişebiliyor. Ama müvekkil "hali vakti yerinde" ya da beyaz yakalı ya da sınıfsal olarak daha yukarıda biri olduğunda başka bir tavır sergileyebiliyor hakim. Ama siz ne kadar dirençli olursanız onlar o kadar ayaklarını denk alıyor. Bunun tam olarak karşılığı ayağını denk almak. Biz kimseyi tehdit etmiyoruz, yargılamaların adil bir şekilde yapılmasını istiyoruz. Diyoruz ki siz Cide'de HES yaparak suç işliyorsunuz, siz katilsiniz, siz bu insanların elinden hayatlarını, toprağı, dereyi, suyu zorla alamazsınız, siz o ağaçları kesemezsiniz. Buna izin veren bu suçun ortağıdır ve başrolündedir dediğimiz için bizler yargılanıyoruz.
Politik davalarda çok fazla şahit olduğumuz gizlilik kararları çevre davalarında ne gibi durumlarda alınıyor?
Benim fiilen takip ettiğim hiçbir dosyada olmadı. Ama oluyor. Bir çevre davasının akabinde açılan ceza davası o davanın bir parçasıdır. Benimde yargılandığım ceza davası Cide HES davasının bir parçasıdır yani. Çok yakında bir Sinop Gerze örneğimiz vardı. Termik santral yapılmak istendi, çok tarihsel bir direniş oldu orada. Devletin, iktidarın, sermayenin dört koldan oranın yerli halkına saldırdığını, kocaman bir spor salonuna Sinopluları tıkarak üzerlerine gaz sıktığını, işkence yaptığını biliyoruz.
Sinoplular orada çok kararlı bir şekilde mücadele ettiler ve hala da sürüyor mücadeleleri. Orada ceza dosyasında savcılık aşamasında bir gizlilik oldu. Çünkü kamuya mal olmuş bir şey, işin ucunda Anadolu Efes var. O birayı protesto etmiştik o dönem. Oradaki ceza dosyasında böyle bir şey oldu çünkü ciddi işkenceler oldu, polisin yaşamına sahip çıkan halka yaptığı işkenceler vardı. Bunlar ortaya çıkmasın istediler.
Yine böyle bir eğilim Yeşil Yol Projesi zamanında oldu. Samistal Yaylası'nda bir direniş oldu o zaman da. Fakat o gerçekleşmedi. İdari davada zaten gizlilik olamıyor. Ancak bu idari davaların neredeyse tamamı içinden bir ceza yargılaması doğuruyor. Çünkü direniş oluyor. Dolayısıyla bir iki örneği var ama bu alanda çok başarılı olamadılar.
Kolektifleştikçe, politikleştikçe, görünür oldukça hem mücadele büyümüş oluyor hem mücadeleyi kazanmaya bir adım daha yaklaşmış oluyoruz. Bu da onların aslında bir savunma mekanizması diye düşünüyorum ben. (TP/HK)
Yarın: Fikret İlkiz
AVUKATLAR SAVUNMA HAKKI İHLALLERİNİ ANLATIYOR
Avukatlar Savunma Hakkı İhlallerini Anlattı - Tansu Pişkin
1- Suat Eren: "Tıpış Tıpış Çıkmayacağımı Söyledim, Omuzlarında Taşıdılar"
2- Ergin Cinmen: "Cezaevine Gittiğimde Avukatlıktan Ziyade Terapi Yapıyorum"
3- Şule Recepoğlu: “Savunmanın Suç Olmadığını Söylememe Bile İzin Verilmedi"
4- Barkın Timtik: “Hukuksuzluğa Çağrı, Kanunsuzluk Yönünde Telkin Var”
5- Diren Cevahir Şen: "Savcı İddianamede Benim İçin 'Avukat Olduğunu İddia Eden Kişi' Demiş"
6- Fikret İlkiz: “Kendi Gücüne İnanan Bir Savunma Makamına İhtiyaç Var”
7- Hülya Gülbahar: "Avukata Yapılan Halka Yapılandır"