Koronavirüs salgını dünyada ve Türkiye'de etkisini güçlü biçimde sürdürüyor. Virüsün neden olduğu Covid-19'un, güvenilirliği ve etkisi kanıtlanmış özel bir tedavisi henüz yok.
Hastalığa etkili bir tedavi bulabilmek için çok sayıda aşı ve ilaç üzerinde çalışılıyor. Bilim insanlarından gelen "umutlu" açıklamalar da günden güne çözüme bir adım daha yaklaşıldığını gösteriyor.
Salgına yönelik acil çözüm ihtiyacını karşılayacak tedavi seçenekleri ise tüm dünyada benzer şekilde uygulanıyor. Tedavide kullanılan ilaçlardan biri de Remdesivir.
Ancak bugünlerde Remdesivir'e erişim kısıtlı ve ilacın karaborsaya düştüğü belirtiliyor.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Covid-19 İzleme Kurulu Üyesi Osman Elbek, Türkiye'de koronavirüs tedavisini ve "müjdelenen" Covid-19 aşısını konuştuk.
Elbek'in "Aşı gelir, her şey normale döner" propagandalarına itirazı var. "Her şey iyi giderse 2022 kışından sonra maskelerimizde bir rahatlamaya ulaşacağız gibi. Bu yüzden 2021'i maskeyle, mesafeyle ve hijyenle geçireceğimizi bilmeliyiz" diyor.
Remdesivir Sağlık Bakanlığı'nın ilaç rehberinde yok
Türkiye'de koronavirüs tedavisi nasıl uygulanıyor?
Bugün itibariyle Türkiye en etkili ilaç olarak Favipiravir'i kullanıyor, hatta yerli ve milli ilaç olarak da etken maddesiyle birlikte üretti.
Bunun dışında bu dönemde pek çok ilaç deneniyor. O ilaçlardan biri de Remdesivir. Bu, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) onayladığı, koronavirüslerin tümüne etkili olduğu gösterilmiş bir ilaç.
Hücresel çalışmalarda virüsü çok etkili bir şekilde öldürüyor, o çalışmalarda çok umutlandık. Geniş hasta gruplarında çalışmalar da yapıldı. Çin araştırmalarında çok anlamlı bir etkisi olmadığı, Amerika kaynaklı araştırmalarda ise etkili olduğuna dair bir sonuç var.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) son araştırmasında da Remdesivir kullanan ve kullanmayan gruplar arasından ölüm açısından bir farklılığın olmadığı gösterildi.
Ancak bu çalışmalar Remdesivir'in çok özel bir grupta, özellikle yoğun bakım öncesinde orta ve ağır Covid-19 zatürrelerinde etkili olduğuna işaret etti.
Bundan sonra özellikle Kıta Avrupası ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Remdesivir'i protokolüne aldı, ancak hiçbir zaman Türkiye'nin ilaç rehberine girmedi.
Bunun en önemli nedenlerinden biri Favipiravir'e kıyasla çok pahalı bir tedavi olması. Bu, ilaç endüstrisinin bu salgın sürecinde bile toplumsal sağlıktan çok kârını ön plana koyduğunun temel göstergelerinden biri.
İlaçlara erişilemiyor
Ne zamandır Remdesivir'e erişilemiyor?
Bir iki hafta öncesine kadar sınırlı olgularda rapor düzenleyerek ilaca erişebiliyorduk. Kullanabildiğimiz olgularda yanıt aldığımız hastalar oldu. Mevcut rehbere eklenmesini beklerken ilaca erişimimiz tamamen ortadan kalktı.
Özellikle İstanbul piyasasında kaçak olarak var. Hindistan, Özbekistan, İsrail ve Kanada kökenli kimi şirketler ilacı karaborsada satıyorlar. Dünyadaki fiyatına göre çok daha ucuza üretmiş durumda bu ülkeler.
Türkiye de aslında benzer bir yolu tercih edebilir. Ancak Sağlık Bakanlığı ilacın erişimini imkânsız kıldığı zaman kimi hastalarımız karaborsadan ilacı karşılıyorlar. İlaç, kuralsız bir piyasada 20 bin liraya kadar satılabiliyor, genelde üç ila beş bin civarından başlıyor. Beş on günlük tedavi de en iyi ihtimalle 30-40 bin liralık bir paraya denk geliyor. Ki bu sağlık hakkı açısından oldukça sorunlu!
İlaca kamusal güvence altında ulaşılamaması birtakım insanların umut tacirliğine düşmesine ve ciddi düzeyde buna para aktarmasına neden oluyor.
Son dönemlerde iki büyük sorun görmeye başladık. Mevcut antiviral tedavilere rağmen ilerleyen yoğun bakımlık hastalarda aşırı bağışıklık yanıtını baskılayan ilaçlara ulaşmada bir kısıtlama var. Bunlar Actemra ve Anakinra adındaki ilaçlar.
Her ikisi de bağışıklığı baskılayan, yoğun bakımlarda hayati şartlarda kullanmak zorunda kaldığımız iki ilaç. Eskiden çok daha rahat ulaşıyorduk, şimdi raporlara rağmen erişimimiz azaldı. Bu iki ilacın çok daha hızlı, çok daha erişimi kolay olmasını sağlamak lazım.
"Umut tacirliği yapmamak gerekiyor"
Türkiye'ye önümüzdeki ay Sinovac marka Çin menşeili aşının 5 milyon adet getirileceğini biliyoruz. Hâl böyleyken, ilerleyen zamanlarda çalışmaları tamamlanacak bir koronavirüs aşısının adil dağılacağından nasıl emin olabiliriz?
Tanımlanmış Çin aşısı ve diğer aşılar çok iyi sonuca ulaşsa dahi umut tacirliği yapmamak gerekiyor. Bugünkü veriler birden fazla aşının 2021 itibariyle dünyaya sunulacağına işaret ediyor. Ancak son araştırmaları henüz yayınlanmadı.
DSÖ, 2021 itibariyle ülkelerin nüfuslarının yüzde 20'sini aşılayabilmelerini öngörüyor. O yüzden "Aşı çıkacak, 80 milyona uygulanacağız, hepimiz maskeden kurtulacağız" hayalinden hızla uzaklaşmak gerekiyor.
Merkez kapitalist ülkelerde üretilen bu aşıların herkese eşit ulaşmayacağına dair öngörü, bu dünya şartlarında hiç sürpriz değil. Hatta ilaç endüstrisinin bir kısmı, bu ilaçların sadece kapitalist ülkelerde satılmasını istiyor daha fazla kazanç sağlansın diye.
ABD ve Avrupa Birliği (AB) başta olmak üzere gelişmiş merkez kapitalist ülkeler, üretilecek aşıların anlaşmasını şimdiden sağlamış durumdalar. Bu yüzden dünyanın büyük bir kısmına, hastalığın asıl yükünü çeken kısmına aşının daha az düşme ihtimali ortada.
Türkiye açısından baktığımız zaman, bir grip aşısında bile iyi bir sınav verememiş ülke olduğumuz ortada. Kendi aşımızı üretememiş olmanın dezavantajlarını yaşıyoruz. Her şey iyi giderse ve risk grubunun yüzde 20'sini aşılayabilirsek bu iyi bir hedefe ulaştığımız anlamına gelecek.
Burada aşıya erişim için şimdiden temasların kurulması, grip aşısında olduğu gibi bir stok problemi yaşanmaması ve "Aşı geldi, her şeyi çözdük" propagandasından vazgeçilmesi gerekiyor.
Toplumun kritik çoğunluğunu, yani en az yüzde 60'ını aşılamadıktan sonra maskeye, mesafeye, hijyene dikkat edeceğimizi hiç unutmamak gerekiyor.
"Üniversiteler liseden hallice"
Türkiye salgın yönetiminde neyi yanlış yapıyor ve neden aşı üretmiyor?
Türkiye'nin başından bu yana salgını baskılayamadığı çok ortada, baskılamak istemediği de çok net. Buna uygun önlemler bugün itibariyle halen alınmadı.
Türkiye salgını baskılamamış, onu tedavi etmeyi seçmiş, tedavi aşamasında da zaman içinde gelişen ilaçları kendisine adapte edememiş, bu yüzden tedavide de ciddi aksamaları yaşamaya başlamış bir ülke.
Aşı, on yıllara dayanan bir deneyime ve ortama ihtiyaç duyuyor. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü'nü yıllarca baskılayan, göz ardı eden, en sonunda da atıl bir biçimde 2011'de kapatan bir ülkeyiz. Bu yüzden de kendi aşımızı üretecek bir altyapıdan yoksunuz.
Türkiye'nin üniversite zihniyeti ve araştırmaya bakış açısı, "yeni Türkiye" modelinin kendi akademisini yaratma zihniyeti üzerinden şekillendi.
Biliyorsunuz, kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) pek çok akademisyen üniversitelerden uzaklaşmak zorunda kaldı. Bu zihniyet, üniversiteyi bir tür uzatmalı lise gibi görüyor.
Bilimsel araştırma mevcuda itirazla, soru sormakla, icat yapmakla başlayan bir süreç. Türkiye'nin demokratik yapısı zaten bunlara uygun değildi, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) zaten yeterince sorunluydu.
Şu an ise üniversiteler siyasi iktidarın uzantısı devlet memurları tarafından yönetiliyor ve uzatmalı liseden hallice bir yapı görünümünde.
(DŞ)