*Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Bulgaristan, yarın (14 Kasım) seçime gidiyor.
Eş zamanlı yapılacak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde, bir Türk de ilk kez cumhurbaşkanlığına aday. Bu kişi, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Partisi'nin Genel Başkanı Mustafa Karadayı.
Seçimler kapsamında Türkiye'de de 126 sandık açılacak. Hem Mustafa Karadayı hem Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu, TRT'ye verdikleri demeçlerde "seçimlere aktif katılım" çağrısı yaptı.
Karadayı ve diğer Türk adaylar için propaganda süreci yürüten derneklerin sayısı da az değil.
Sadece İstanbul'da 50'ye yakın Balkan ve Rumeli Türkleri üst kimliğiyle kurulan dernek var. Göç eden Bulgaristanlı Türklerin büyük çoğunluğu ise Bursa'da. İzmir ve Trakya'da da çok sayıda Bulgaristanlı yaşıyor.
Halihazırda Boğaziçi Üniversitesi'nde doktora yapan Sinem Arslan ile bu derneklerin amaçlarını ve Bulgaristanlı Türklerin dününü bugününü "Türkiye'de Göç, Kimlik ve Siyaset: Bulgaristanlı Türkler Örneği" başlıklı yüksek lisans tezi üzerinden konuştuk.
Kendisi de bir Bulgaristanlı olan Arslan, "Bir yanda Bulgaristan var, bir yanda Türkiye. Yani aidiyet konusunda eşikte kalmış bir topluluğuz" diyor.
Bu tezi neden yazdığınızı daha iyi anlamak için sizin öykünüzle başlayalım.
Bulgaristan göçmeni bir ailenin Türkiye'de doğmuş birinci jenerasyon çocuğuyum. İstanbul'da yaşadığım yer, 1978'de Bulgaristan'dan gelen göçmenlerin yerleştiği bir mahalle.
İlkokulda öğretmenlerin "Nerelisin?" sorusuna "Bulgaristanlıyız" dediğimizde, arkadaşlarımız "Hristiyan mısınız?" ya da "Bulgar mısınız?" diye soruyordu. Orada başlamıştı "Ben kimim?" merakı. Ben neden "Bulgaristanlıyım" dediğimde ötekileştiriliyorum? Bunun yanıtını aile içinde aramaya başladım.
2011'de yaşadığım sokağa bir dernek açılmıştı. Üniversiteye başladığım yıllarda bu derneğin -son göçün üzerinden neredeyse 30 yıl geçmiş olmasına rağmen- neden kurulduğunu merak ettim ve derneğin etkinliklerini takip eder oldum.
Neden "Bulgaristanlı Türk" demeli?
| |
26 Şubat 2017'de düzenlenen bir dayanışma kahvaltısına katıldım. Oraya bir bakan geldi, daha önce Batı Trakyalılarla ilgili bir derneğin başkanlığını da yapmış biriydi. Bakan, orada Bulgaristanlı Türkleri övdü. Sonra, bu etkinlik vesilesiyle Cumhurbaşkanı'nın doğum gününü de kutladığımızı söyledi. Herkes bir şaşırdı: Bu neyin etkinliği?
Bu durum bana Türkiye'deki derneklerin sivil toplum anlayışı hakkında birçok şeyi sorgulattı. Bunun, sivil toplumla devlet arasındaki muğlaktan kaynaklandığını bir kenara koyduğumda, bu topluluğun örgütlü yapısını oluşturan derneklerin organizasyon pratikleri üzerine daha fazla düşünmeye başladım.
Bu dernekler ne amaçla kurulmuş ve kuruluyor? Toplumun hangi kesimi derneklere katılmayı tercih ediyor, hangileri katılmak istemiyor? Bu soruların cevaplarını bulabilmek için bu derneklerin Türkiye sivil toplum hayatında ne zaman ve hangi motivasyonlarla ortaya çıktıkları üzerine arşiv ve saha çalışması yaptım.
"Sona eremeyen eve dönüş"
Neye ulaştınız?
1900'lü yılların başında bile bir cemiyetin varlığını fark ettim. Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti. Cemiyetin amacı da Bulgaristan'da yaşanan katliamları Anadolu halkına duyurmak, Balkanlar'dan -özellikle Bulgaristan'dan- gelecek göçmenler için kamuoyu oluşturmak ve gelenler için yardım toplamak.
Dernek yardım toplamak için bir şiir satmış. Bu şiirin başlığı "Bulgar Mezalimi: Kulağına küpe olsun, unutma." O şiirdeki söylemle bugünkü hassasiyetlerin birçoğu benzer! Katliamlara, asimilasyona karşı bilinç oluşturmak, kaybedilen topraklara ağıt... Yani o travmalar halen hâkim!
Şiiri okurken "Bu 100 yıl önce mi yazıldı gerçekten?" diye düşündüm. Gündem aynı, meseleler aynı, hassasiyetler aynı. O dönemde intikam almak isteyen rövanşist söylem, bugün resmi söylemde bir arada yaşamanın altını çizen bir yapıya evrilmiş tabii.
Toplumsal hafızada 93 Harbi olarak bilinen 1877/1978 Osmanlı Rus Harbi'nden itibaren Bulgaristan'dan Türkiye'ye çeşitli periyotlarda cereyan eden birçok göç yaşandı. Hem göçmenleri dinlediğinizde hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin Bulgaristan'dan gelen göçmenlere yönelik göç ve vatandaşlık politikaları bağlamında düşündüğünüzde, bu göçler bir eve dönüş retoriği içerisinde anlatılıyor.
Bu insanlar yüzyıllardır yaşadıkları topraklarını, evlerini kısacası tüm hayatlarını geride bıraktılar. Türkiye'ye geldiklerinde de her göçmen gibi yeni düzene hızlıca uyum sağlamak durumunda kaldılar.
Göçmenler, her ne kadar eve döndüklerini iddia etseler de, kaybettiklerinin yasını tutamayan ve içlerinde kayıplarının yasını her daim yaşayan ve gelecek kuşaklara aktaran topluluklardır. Bu yüzden bu uzun göç tarihini "sona eremeyen eve dönüş" olarak tanımlıyorum.
Bulgaristan'dan göçBulgaristan'da Türk ve Müslüman azınlıklar sorunu, 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması sonucunda, Bulgaristan Prensliği'nin kurulmasıyla başladı. Bu tarihten sonra neredeyse nüfusun yarısını oluşturan Türk ve Müslüman azıklıkların genel nüfus içindeki oranı zamanla azaldı. Bu azalmada, hem bölgedeki savaşlar hem de Bulgaristan'daki asimilasyon ve göçe dayalı azınlık siyasetleri etkili oldu. *Akademisyen ve belgesel sinemacı Can Candan'ın Exodus (1991) belgeselinden Bilhassa Aralık 1984 ve Kasım 1989 tarihleri arasında Türk azınlığa yönelik "sert asimilasyon" olarak adlandırılan bir politika şekillendirildi. "Yeniden Doğuş Süreci" olarak da adlandırılan dönemde;
Yasaklara uymayı reddedenler tutuklanıyor, hapis cezalarına çarptırılıyor ya da başta Belene Kampı olmak üzere Bulgaristan'daki toplama kamplarına gönderiliyorlardı. Baskılara karşı tepkiler de yükseldi. Mayıs 1989'da barışçı gösterilerde çok sayıda insanın ölmesi ve yaralanması üzerine, Başbakan Todor Jivkov isteyen Türklerin ülkeyi terk edebileceğini söyleyerek Türkiye'den sınırını açmasını talep etti. Ardından İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'daki en büyük zorunlu göç hareketi yaşandı ve 360 bin kişi Türkiye'ye göç etti. *Bu bilgiler, İletişim Yayınları'ndan çıkan "Bir Daha Asla!-Geçmişle Yüzleşme ve Özür" kitabından alındı. | |
Osmanlı'dan bugüne
Bu dernekler belli bir görüşün ya da siyasi partinin etkisinde mi?
Bu soruya yanıt aradım. Sonuç olarak, herhangi bir siyasi partiyle bu topluluğun derneklerini özdeşleştiremem. Kuruldukları il ve ilçenin belediyeleriyle yakın ilişkiler kurdukları için o partiyle daha yakınmış gibi duruyorlar. Bu durum haliyle İstanbul'da başka, İzmir'de bambaşka şekillerde ortaya çıkıyor.
Göç "anavatana dönüş" olarak tanımlanıyor. Bundan 600 sene önce Osmanlı İmparatorluğu tarafından Balkanları Türkleştirmek için Anadolu topraklarından Balkanlara gönderildikleri ve Osmanlı'nın bu coğrafyadaki hakimiyeti bittikten sonra, görevlerini tamamlayıp evlerine geri döndükleri yönünde bir söylem hâkim.
Bu söylem aynı zamanda resmi Türk tarih yazımının da söylemi. Derneklerde de "Biz Türk'üz ve orayı Türkleştirmek için gittik. Biz Türkiye'ye Türk olarak döndük" söyleminin yeniden üretildiğini görüyoruz.
Karar iptal ettiren "kafa tutma"
Bunlar, Bulgaristan'da ve Türkiye'de devletlerin kararlarında ne kadar etkili olabiliyor?
Derneklerin kendilerine edindikleri bir "görev" de Türkiye vatandaşlığını almaya yardımcı olmak. 1990'lı yıllarda insanlar, turist vizesi alarak akrabalarını ziyarete geliyor ve burada kaçak göçmen olarak kalıyorlardı. Böyle olunca vatandaşlık alabilmeleri de zorlaşıyordu.
Refah Yol Hükümeti, 1997'de 1991-1992'den sonra gelen kaçak göçmenlerin sınırdışı edileceğine dair bir karar açıkladı. Dernekler devreye girdi ve buna çok ciddi tepki gösterdi. Öyle ki Bursa'da açlık grevleri ve eylemler düzenlendi!
Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Bursa'daki bir derneği ziyaret edip "Karar iptal edildi" diye açıklama yaptı. Gerçekten de karar kaldırıldı. İşte burada derneklerin devlet güdümü altında olmadıklarını görüyoruz. Bu dernekler kendi topluluklarının hakkı için devlete kafa tutuyorlar bazen.
*Balkanlarda Türk Kültürü dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 1997 tarihli 23. sayısında yer alan bir haber
1990'ların sonuna geldiğimizde, Bulgaristan siyaseti üzerinde de söylem ürettiklerini ve o siyasetin bir parçası olma girişiminde bulunduklarını gözlemliyoruz. Bugün de Bulgaristan'da Türklerin parlamenter temsilinde önemli bir görev üstlendiklerini gururla anlatıyorlar ama bir yaptırımları var mı ben bundan çok emin değilim.
Türkiye'de yaşayan Bulgaristan vatandaşı göçmenleri sandığa çağırırken "Soydaşın kimliğine sahip çıkalım" diyorlar. Oysa Bulgaristan'daki Türklerin sorunlarını sadece kimlik eksenli düşünmemek gerek. Bundan daha önemli ekonomik sorunlar var.
Bu noktada tabanı ne kadar temsil ettikleri sorusu devreye giriyor. Hem Bulgaristan'daki Türklerin hem de Türkiye'deki Bulgaristanlı Türklerin, bu sivil toplum kuruluşlarının sorunlara çözüm ürettiği konusundaki inançları çok da güçlü değil.
Sinem Arslan hakkındaBoğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü 2019 mezunu. Atatürk Enstitüsü'nde yüksek lisansını 2021'de tamamladı, doktoraya devam ediyor. | |
(DŞ/EMK)