Olabildiğince politik birisiyim. Anadili öğrenme hakkını politik ve etik nedenlerle uzun zamandır savunurum.
Ve fakat anadilinin insan hayatındaki hayati ve işlevsel rolünü hakkıyla kavradığımı ancak bu yazı benden talep edildiğinde üzerinde düşünürken söyleyebilirim.
Hepimiz kabul edebiliriz ki insanlar sevinçlerini, kaygılarını, taleplerini, acılarını, beklentilerini, arzularını, ihtiyaçlarını tek kelimeyle duygularını ancak anadiliyle ifade edebilir. Bundan yoksunluk insan hayatının belirli dönemeçlerinde karşısına umulmadık zorluklar çıkarabilir.
Sağlık alanı buna ölümcül olabilecek örnekler sunar.
Bu örneklere geçmeden önce kısa bir bilgi notu sanırım zorunlu. Ben bütün orta öğrenimimi hazırlık dahil sekiz sene Fransızca olarak gördüm. Sadece matematik, fizik değil edebiyat sosyoloji, mantık, resim, tarih gibi bütün disiplinleri Fransızca gördüm. Uzun zaman önce Paris'te dört sene yaşamak zorunda kaldım.
İlk elden tanıklık
Fransız kültür ve diline yeterince hakim olduğum için çok sayıda Fransız arkadaşım oldu. Dolu dolu dil pratiği yapma imkanı buldum. Döndükten sonra birden fazla kitap çevirdim. Özetle Fransızcaya iyi derecede hakim sayılırım.
Buna rağmen yukarıda sözünü ettiğim konularda kendimi ana dilimde ifade ettiğim kadar rahat ve tatmin edici olabildiğimi hiç düşünmedim.
Hele ki konu sağlık olduğunda insan bedeninin arazlarını şikayetlerini dile getirebilmesi daha da zorlaşıyor. Buna ilk elden tanığım.
Paris'te yaşadığım yıllarda dil bilen tek kişi olduğum için abartısız binlerce kişinin bütün idari hukuki bürokratik akla gelebilecek bütün ihtiyaçlarını karşılamak görevim olmuştu.
Siyasi mülteci yaşamının kendi özgün zorluklarının yanı sıra yaşanılan ülkenin dilini bilmemek arkadaşlarımın ilk yıllarda kabusu olmuştu.
Uzun yıllardır tanığım mücadele arkadaşlarım arasında kadınlar da vardı elbette. Ne kadar yakın olursak olalım kadın arkadaşların özel hayatları ve sorunlarına yabancı olduğumuzu itiraf etmeliyim.
Yaşı benden oldukça küçük bir kadın arkadaşın günün birinde ıkına sıkıla jinekolojik sorunları olduğunu oldukça utangaç anlatması üzerine Fransız arkadaşlarıma danışarak bir jinekologdan randevu alıp arkadaşımı götürdüm ve muayene sırasında hekimin yanında kalmak suretiyle tercümanlık yapmaya çalıştım.
Kadın arkadaşım benim varlığım nedeniyle muhtemelen sorunlarını son derece yüzeysel ve mümkün olduğunca kısa söylüyor ben de çeviriyordum.
Hekimin sorularına yanıt vermekte zorlanıyor benden utanıyor ve hatırladığım kadarıyla geçiştiriyordu.
Öyle ki fazla ağrılı regliye en etkili çözümün doğum yapmak olduğunu söyleyince hekim kadın arkadaşım aşırı tepki gösterdi. Çok genç olmasına rağmen evlenmiş ve ne yazık ki eşi öldürülmüştü.
Bu öneriyi kendine hakaret olarak gördü. Hekim ne sıklıkla cinsel ilişki yaşadığını falan da sordu. Bizimki çılgına döndü. Hekimin şaşkın bakışları altında çaresiz randevuyu sonlandırdık. Dönüş yolunda benimle konuşmadı.
Tıbbi terminolojiye yabancılık
Bir süre sonra başka bir kadın arkadaşım da benzer sorunları nedeniyle aynı jinekologa gitmemizi istedi. Kendisi de hekim olan ve o aşamada dil bilmeyen arkadaşımı aynı erkek jinekologa götürdüğümde son derece babacan hekim bana göz kırparak ama bu defa daha makul koşullarda muayenesini tamamladı ve uzun bir görüş alışverişinden sonra benzer çözümler önerdi.
Kadın arkadaşım hekim de olsa benim aracılığımla yapılan muayene ve mülakatın eksik ve yetersiz olduğunu sezmem zor olmadı. İnsan mahremiyetini ortadan kaldıran bu arabuluculuk sadece utanma duygusunu kamçılamıyor aynı zamanda yaşadığı sorunları kendi ağzından ve en detaylı biçimde ortaya koymasını engelliyordu.
Benim tıbbi terminolojiye yabancılığım da hesaba katıldığında doktorlarla geçen seansların verimsizliği daha iyi anlaşılabilir.
Paris'te yaşayan binlerce Türkiyeli işçi kadının bu imkandan da mahrum olması durumun vehametini çok daha iyi gösterebilir. Bu satırları okuyan kadın okurların kendilerini yukarda sözünü ettiğim kadınların yerine koymasıyla kolayca anlayabileceği bu durum erkekler için de geçerli aslında.
Gene çok önceden tanıdığım liseli genç bir mülteci arkadaşım eşinin geceleri kabus gördüğünü anlaşılmaz ifadelerle yatakta debelendiğini vs. anlatıp kendisini bir psikiyatra götürmemi istedi.
Uzun süren ikna çabalarından sonra gittik. Bu defa sorun çok daha karmaşıktı. Ruhsal yaralanmalar ve hafızasından çıkaramadığı kendisine tarifsiz acılar yaratan sorunlarını kısmen anlatabildi hekim şaşırmıştı.
Şimdi burada fazlaca anlatamayacağım bu derin sorunu çözmek için defalarca hekime gittiğimizi ve arkadaşımın kendini yeterince ifade edemediğini hekimin de çaresizliğini çok iyi hatırlıyorum.
Özetle sağlık söz konusu olduğunda insanın kendini aracısız ve doğrudan ifadesinin hayati önemini anlamak zor olmasa gerek. Ölümcül sonuçlara yol açabilecek bu yoksunluk ne yazık ki yurt dışında yaşayan binlerce insan için hala varlığını sürdürüyor.
Her ne kadar bu arkadaşların isimlerini zikretmemiş olsam da onların iznini almadan bu anlatı için onlara bir özür borcum olduğunu biliyorum.
Kendimi sadece yurt dışında yaşayan değil kendi yurtlarında ana dillerinin dışında ve belki de bazı bölgelerde gene tercüman aracılığıyla hekim karşısında bulan insanların yaşadığı bu hayatı soruna dikkat çekmek amacıyla yazılmış bu satırlar belki de biraz olsun affedilmemi sağlayabilir. (EK/APA)
Anadilinde Sağlığa Erişim Hakkı ve Tanıklıklar
DR. ÇİÇEK CENGİZ ŞAKİROĞLU: Başka Bir Ülkede "Hastayım" Diyememek...
DR. ADNAN SELÇUK MIZRAKLI: Hastanın Hikayesini Bilmeden İletişim Kuramazsınız...
ERKAN KAYILI: Paris'te Anadilinde Doktorla Konuşamayınca
DR. YAKUP TEMEL: Nartan ve Anadiller