1976 yılı ortalarında ilk kez Adanaya ayak basan daha önce İstanbul'u sadece tatil beldelerine ve eğitim için de Ankara'ya gitmek için terk etmiş olan bu satırların yazarının şaşkınlığını tahmin etmekte zorlanabilirsiniz. 20li yaşlarının henüz başlangıcındayken kavurucu sıcağın eşlik ettiği kebap kokuları ve eğlenceli bir cümbüş içinde bulmuştum kendimi garajda.
İlk anda yadırgadığım Adana şivesiyle güzergahlarına göre müşteri çekmeye çalışan çığırtkanların bağırışları yaşlı ve adeta zorla ilerleyen irili ufaklı otobüs minibüs ve station vagon taksi dolmuşlardan çıkan egzoz sesleriyle birleşmiş Fellini filmlerindeki sahneleri aratmayan kareler oluşuvermişti gözümün önünde.
O yıllarda garaj kentin merkezi sayılabilecek bir yerdeydi. Garajdan çıkınca sağ tarafına uzanan yol boyunca portakal bahçeleri ve pavyonların varlığı şaşkınlığımı daha da artırmıştı. Kent kuzeye doğru çok değil en fazla 1 km ilerde bağlık ve kıraç alanlarda sonlanıyordu.
Dördüncü büyük kent
Dönemin dördüncü büyük kenti Adananın zengin muhitlerine açılıyordu garaj. Nispeten düzenli ve geniş caddeler ve apartman biçimindeki konutların yığıştığı bölgenin tam da ortasında şehir stadyumu... Adanaspor ve Adana Demirspor arasındaki rekabette Demirspor çoktaaan açık arayla kent halkının gönlünde yer etmişti.
Halkın takımı olamayan Turuncular gene kaybetmişti. Sonraları Adanaspor'u satın alan Cem Uzan'ın büyük yatırımlarına rağmen Adana halkı bir türlü bu takımı benimseyemedi. Kulüp de zaten kısa sürede ligden düşüp gözlerden kayboldu...
Varlıklı insanların yaşadığı ve çok katlı binaların bulunduğu bu merkezi alanda içinde barındırdığı hayvanat bahçesiyle Atatürk Parkı ve hemen yanı başında İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi bulunuyordu. Adliye binası avukat yazıhaneleri ve devlet kurumları da civarda yerlerini almıştı.
Sayıları çok az kalmış eski binalar görülüyordu aralarda. Ender lüks lokantalar parti il merkezleri ve büyük mağazaların süslediği bu semt yazları yaylalara ya da tatil yörelerine kaçan sakinleri tarafından ıssız bırakılıyordu. Kentin iyice kuzeyinde bulunan Mühendislik Fakültesi ve Eğitim Enstitüsü sonraki yılların öğrenci çatışmalarıyla bu kesimlerin rahatını bozmayacak bir alana Baraj Çamlığı ve Kanal Boyuna kaydırılmış gibiydi.
Emniyet, jandarma, genelev
Kentin az sayıdaki hastanelerinin en büyüğü Numune gene buradaydı. Ve nihayet dönemin başlıca eğlence mekanlarından sayılan sinemalar istasyon ve sular mevkii civarında bulunuyordu.
Kentin kuzeyindeki nüfus yoğunluğunu fersah fersah geçen kalabalık bir yandan Ceyhan Mersin yolunun her iki tarafında diğer yandan da Seyhan nehri üzerindeki Taş Köprünün etrafında birikmişti. Kentin güney doğu bölgesi meşhur Bakırcılar Çarşısını barındırıyor ve küçük zanaatkar ve esnafı misafir ediyordu. Adananın en eski ve meşhur kebapçısı Onbaşılar bu çarşıda yerini almıştı.
Arap kökenlilerin tercih ettiği bölgede Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma binaları Taş Köprünin geçiş noktasını kontrol edecek biçimde yerleşmişti. Yakın bir yerde de denetimin mümkün olması nedeniyle de genelev vardı.
Arkalara doğru gene daracık sokakların etrafındaki en çok iki katlı binalar sıralanıyordu. Bahçelerinde kümes hayvanlarının özgürce dolaştığı ve ılıman iklimin sembolü palmiye ve turunçların yükseldiği sıvasız evler.
Polisin giremediği minik ada
Kentin güneyi ve güney doğusu da daha ziyade Arapların meskeniydi. İki katlı bahçeli binalarda yaşayan bölge insanı Arapların eğlenceli süslü ve telaşsız yaşama özelliğini barındırıyordu.
Kerpiç evler silah taşımayı kolaylaştıran şalvarlı ve terlikli adamların ve yüksek sesle konuşan rengarenk giyinmiş abartılı biçimde boyanmış kadınların tınıları etraftaki boş arazilerde top oynayan çocukların çığlıkları meyve ağaçlarının da süslediği bahçeler...
Gene de ıssız sayılırdı buralar. Gene orada az sayıda Romanın kendi içine kapalı sayılabilecek biçimde yaşadığı minicik bir mahalle de vardı. Romanların bu daracık ahşap ağırlıklı evleri çok kişinin saklanma mekanıydı.
Polisin giremediği adeta kanunun hüküm sürmediği bir minik ada... Bir yandan da küçük atölyeler ve o dönem için geniş sayılan küçük sanayi işlemeleri mezarlıkla yan yana bulunuyordu.
Kadınların özgürlüğü
Ceyhan yolu üzerinde ise çoğunluğu Sabancı'ya ait büyük ölçekli fabrikalar ve gene yoksul kesimlerin mütevazı evleri vardı. Yolun kuzeyinde ise eski cezaevini müteakip gene çoğunluğu tek katlı binalar sonunda 6. Kolordu Komutanlığı'nın bulunduğu geniş araziye açılıyordu. Arada yoksulların yaşadığı bitişik nizam olmayan küçük evler...
Geçim kaynağı neredeyse belli olmayan ama kaçakçılıkla iştigal ettiklerine dair şiddetli belirtiler bulunan insanlar işsizler tarım işçileri buralarda oturuyordu. Küçük esnaf kamu çalışanları gibi orta sınıfı oluşturan kesimler de buraları seçmişlerdi. Oturulan mahallenin bir statü göstergesi olarak algılanması henüz yerleşmemişti.
Benzer bir durum kentin Mersin tarafında da görülebilirdi. Büyük fabrikalar ve etrafında sabahları yığılmış servis arabalarından inen esmer ve bağrı açık adamlarla başlarında bandanalarla epeyce genç sayılabilecek genç kadınlar.
Belki de çalıştıklarından kadınların geleneksel rollerinden sıyrıldıkları ve özgürlüklerini kullanabildikleri bir ortam çabucak fark ediliyordu. Erkek egemen kültürün içinde palazlanmış ve kendine yer açmış kadınların toplumsal hayattaki rolleri yadsınamazdı.
Açık kapılar ve avlular
Fabrika çevrelerinde dağınık ama işçileri mesken eden daha ziyade ağaçsız bakımsız evler. Yolun güneyinde genellikle çevre illerden göç etmiş insanların hiç de yadırganmadan ve barış içinde yaşadıkları mahalleler ve nedenini bilemediğim biçimde yığılmış liseler at arabalarının ana caddede bile bolca bulunduğu karmaşa çağrışımlı hareketlilik...
Kent dolayısıyla bir tanesi güney kuzey diğeri ve daha büyüğü olan doğu batı ekseninde konumlanmıştı. Ancak en dikkat çeken ortak özellik şimdilerde kaybolmakta olan avlu kültürünü de içeren meskenlerin nerdeyse her bölgede hatırı sayılır biçimde yoğunlaşmış olmasıydı.
Kişisel mahremiyeti bile silecek kadar iç içelik geceleri damlarda uyuma alışkanlığı ve büyük kentlerde çoktan terkedilmiş kapıları bırakın kilitlemeyi açık bırakacak kadar rahatlık ve güvenlik duygusu... Her ne kadar kozmopolit bir kent olsa da Adanadaki bu mimari biçim belki de komşuluk ilişkilerinin derinliğine nüfuz ettiği ve gündelik dayanışma ve karşılıklı bilginin sakınılmadığı bir atmosfer yaratmıştı.
Denetim dışı mekanlar: Mahalleler
Hemen her konunun konuşulduğu fikir alış verişlerinin yapıldığı kamusal mekanlar... Gündelik hayatı paylaşmanın ülke meselelerinde de ortaklaşmayı doğurduğu yakınlık... Mahalle aralarındaki tıka basa dolu kahvehanelerin en büyük rakipleri ise adım başı rastlanabilecek çay ocaklarıydı.
Duvar diplerine çömelmiş yaşlı erkeklerin sıcaktan kavrulmuş derin izler taşıyan alınlarını örten kasketlerinin ardından birbirleriyle konuşmalarına rağmen sıcağın uyuşturuculuğuna delalet sayılabilecek ataletleri...
Bu denli iç içe geçmiş hayatların sonraki politikleşen kentin siyasal eğilimlerindeki başat rolünü kavramam uzun sürmüştü. Güvenlik güçlerinin de bugünküyle kıyaslanamayacak azlığı kent merkezlerine biraz uzak mahallelerde görece özerk bölgelerin oluşumuna imkan kılmıştı. Mahalleler adeta denetim dışı mekanlar olarak sivrilmişti.
Kebap, aşlama ve it inciri
Bu da mahallelilik bilincini pekiştiriyor ve de kendi üzerine kapanmasa bile otoriteden bağımsızlaşan hayatlara güç veriyordu. Herkesin birbirini tanıdığı ve anında her türlü gelişmenin bilindiği bir yaşam sarmıştı her yeri. Tek yabancılar arada sırada ürkek ve tedirgin dolaşan devriye polis arabalarıydı...
Kentin her noktasını hakikaten lezzetini yapılış biçiminden mi yoksa aşırı acı kullanımımdan mı aldığını bilemediğim kebapçılar kaplamıştı. Minik tezgahlar ve gezgin satıcılara her yerde rastlamak mümkündü. Bir de sırtlarında taşıdıkları haznelerden şıra ve meyan kökünden yapılan aşlama adlı yerel bir içeceği satan insanlar.
Ve nihayet seyyar arabalarındaki devasa buz parçaları içine yerleştirilmiş Antakyada yetiştirilen tadına söz söylenemeyecek yabani incirleri satanlar... İt inciri de deniyordu bunlara... Büyük marketlerden ziyade mahalle aralarına yayılmış ve sadece günlük ihtiyaçların temin edilebileceğini gösterir yoksul raflarıyla sayısız minik bakkal veresiye alışverişi mümkün kılacak bir dostluğu içeren bir mekanizma anlamına geliyordu.
Bir yandan büyük kent olma ama diğer yandan kentin yabancılaştırıcı niteliğine çok uzak ve akrabalık derecesindeki sıcak ilişkiler yumağı... Adana doğumlu olmasalar bile orda yaşayanları da içine çekip alan büyülü atmosfer... Adanalıyık lafının çağrıştırdığı hazdan kendine paye çıkaracak kadar kendinden geçme... (EK/NM)
* Erkan Kayılının üç bölüm halinde yayımlayacağımız yazısının ikinci bölümü haftaya yine BiaMagda olacak.