Yaygın medyanın haberi veriş biçimi, özellikle de çocuğun fotoğrafının yayınlanması tepki çekince konu "okur temsilcisi" köşelerine de taşındı.
Bugün Hürriyet gazetesi okur temsilcisi Timuçin Tüzecan'ın köşesi de büyük ölçüde bu eleştirilere ve Tüzecan'ın verdiği yanıta ayrılmış durumda.
Tüzecan bebeğin fotoğrafının yayınlanmasının yanlış olduğunu kabul ediyor. Ama bakın nasıl:
Maalesef Doğan Yayın İlkeleri (DYİ) içinde bu konuyla ilgili açık bir düzenleme yokmuş, fakat örneğin BBC'nin Yayın İlkeleri Kılavuzu'nda "suç mağdurunun kimliğinin açıklanmasının yasaya aykırı" olduğu belirtiliyormuş.
Ve bu durum Türkiye'de yasal bir boşluğa işaret ediyormuş. Yoksa böyle bir boşluk olmasa Hürriyet muhabirleri ve yazı işlerinin yasaya karşı gelmesi, haşa düşünülemez bile.
Yasal boşluk dolu aslında
Bu noktada herkesi şaşkınlıktan dumura uğratacak bir bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum:
5187 sayılı Basın Kanunu 'nun 21. maddesinde de "18 yaşından küçük olan suç faili ya da mağdurlarının kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapanlar için" ağır para cezası öngörülüyor.
Gazetecilik etiği açısından da, Doğan Yayın İlkeleri'nin gözünden kaçan noktalarla ilgili olarak ta İngiltere'ye uzanmaya gerek yok.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) 1999'da benimsediği Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi' nin "Gazetecinin doğru davranış kuralları" başlıklı bölümünde, açıkça, "Çocuklarla ilgili suçlarda ve cinsel saldırılarda, sanık, tanık ya da mağdur (maktul) olsun, 18 yaşından küçüklerin açık isimleri ve fotoğrafları yayınlanmamalıdır deniliyor.
Hatırlatmak istediğim son bir nokta da Anayasanın 90. maddesinin yalnızca temel haklarla ilgili uluslararası anlaşmaları kanun üstü saydığı. Yani Doğan Yayın İlkeleri bu açıdan pek kapsayıcı değil, haber yaparken başka kuralları da göz önüne almak iyi olabilir.
Okur temsilciğinin hazin sonu
Tüm bu yaşananlar aslında -Tüzecan'ın ilginç bir bilgi eksikliğini ifşa etmesi haricinde- yeni değil. Mesela Sabah gazetesi birkaç ay önce annesini öldürdüğü iddia edilen bir çocuğu aynı şekilde afişe etmişti .
Yada ÖSS'ye hazırlanan bir çocuğun intihar haberini veren gazeteler ... Örnekler çoğaltılabilir.
Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Aslı Tunç'un birkaç ay önce Radikal2'de yazdığı bir yazı "okur temsilcisi"nin ortaya çıkışı, işlevi ve sınırları hakkında bir tartışma açmıştı.
Tunç yazısında "okur temsilciği" kurumunun yapısal sınırlarını şöyle belirtiyordu:
"Sonuçta okur temsilcisinin varlık nedeni ve işlevi bağımsız olmasıyla ilintilidir. Bu alanda başarılı örnekler dururken, ülkemizde okur temsilciliğinin yumuşak karnı, hâlâ, bağımsız hakemlik görevi ile kendine maaş ödeyen gazeteye ekonomik bağımlılığının kesiştiği noktada yatar".
Bu yazının ardından, aralarında Tüzecan'ın da bulunduğu, yaygın medyada bu işi yürüten isimler Tunç'a cevap vermiş ve kendi pozisyonlarını savunmuşlardı.
Eleştiriler çok kabaca, okur temsilcilerinin deneyimli, saygı duyulan, kurum içi eğitim işlevi gören insanlar olduğunu belirtiyor ve "hiç yoktan iyidir" de buluşuyordu.
Temuçin Tüzecan'ın bugünkü aydınlatıcı yazısının ardından "ifşa edilmesi gerekli basın icatları" kategorisine dillerden düşürülmeyen ama uygulamaya geçemeyen yayın ilkeleri, ödül getiren sosyal sorumluluk kampanyaları ve benzer uygulamaların yanına okur temsilciği kurumunu da daha bir kuvvetle eklememiz gerekecek.
Yaygın medyanın "gazetecilik" işlevini ikame etmek üzere ortaya çıkardığı icatlar en ufak bir tartışmalı durum karşısında çöküyor.
Yurttaşlar olarak doğru, çabuk "haber alma" hakkımızı ve "ifade özgürlüğümüzü" savunmamız gerek.
Aksi takdirde medya dünyasında, medya gerçekleri ve medya yasalarıyla yaşamaya devam edeceğiz ve her gün yeniden okuduğumuz, izlediğimiz gerçekle yaşadıklarımız arasındaki büyük uçurumu fark edip şaşıracağız. (EÜ/KÖ)