Murat Kocaman İzmir'de yaşayan bir elektrik mühendisi. Şiirtli. Katledilerek Newala Qesaba'ya atılan Kasım Kocaman'ın yeğeni. "Oldum olası var olan bir ilginin ve merakın peşinden gittim" diyor Murat Kocaman. Bu yolculuğu onu ilk belgesel filmine ulaştırmış.
"Miri u ji Sax - Ölü ve de Diri" adını verdiği belgeselinde amacı kendi yarasını anlatmakmış. Ama tek başına yapmak istememiş. Önce Osman Şişman ile paylaşmış proje fikrini; ardından ekibi oluşturmuşlar: Murat Kocaman, Osman Şişman, Bilge Gündüz, Can Gündüz ve Alper Elitok.
"Bu arkadaşları seçmemde elbette özel bir anlam vardı" diyor ve ekliyor "Özellikle bölgeden olmayan dostlar ile bunu yapmak istedim. Çünkü öbür türlüsü kendi duygumuza, acımıza da olsa öz eleştirel bakmaya engel olabilirdi. Ajitatif bir Kürt filmi yapmaya hakkımız yoktu, bunu yapmayı da düşlemiyorduk zaten.
Film temelde Newala Qesaba'daki (Kasaplar Deresi) vahşeti anlatıyor. Newala Qesaba Siirt'in çöplük alanı, 1980'lerde askerler öldürdüğü Kürtleri, gömmeden bu alana atıyordu. Bir toplu mezar haline gelen Newala Qesaba'da ilk kazı 1989 yılında yapıldı. Aileler için Newala Qesaba'ya atılan yakınları ölü ama acıları halen diri...
Belgeseli ve Newala Qesaba'daki vahşeti nasıl anlattıklarını onlardan dinleyelim.
Newala Qesaba ilk toplu mezarın ortaya çıktığı yer. Toplu mezarların açılması, kayıpların bulunması ve sorumluların hesap vermesi açısından simgelerden biri; ama aynı zamanda bu ülke tarihinin karanlıkta bırakılmış olaylarından da biri. Newala Qesaba sizin ilginiz nasıl oluştu?
Murat Kocaman: Evet dediğiniz gibi Newala Qesaba bir sembol. Bu coğrafyada yaşanan trajedilerin en vahimi belki de ve o yüzden sembol. Ama ilginçtir sevgili Günay Aslan'ın haberinden ve sevgili İlkay Akkaya'nın türküsünden beri çokça bir şey yapılmadı. Benim ilgim ise Amcam Kasım Kocaman'ı 11 Temmuz 1988'de bir çatışmada yitirmemle başladı. PKK gerillasıydı. Onu tüm bir aile ve sevenleriyle sonsuzluğa uğurlamak isterdik. Yıllardır beraber hüznüne şahit ve ortak olduğumuz babaannem Şükürnas Ana'nın ve daha nicelerinin oğullarının, kızlarının mezarına, kemiklerini bile olsa koklamaya olan hasretliğini anlatmakla başlamak istedim.
Ama bu en temel hak elimizden alınmıştı. Bizim ve bizim gibi tahmini en az yüz kadar ailenin yarasını anlatmaya karar verdim. Estetikten uzak, sadece ajitasyon ile yetinen bir film yapmak istemedik. Bir de bu acılar yaşanırken bu coğrafyada yaşayan kardeş halkların bakış açısını yansıtmadan, film yüzleşmeye hizmet etmeyecekti. Kısacası yaramızın zorunlu olarak getirdiği bir ilgiydi. Ama bir parçamız, amcamız orada olmasa bile bu trajediye kayıtsız kalamazdım ve yine de bu trajediyi sinemaya aktarmak isterdim.
Çalışma arkadaşlarınızın özelde Newala Qesaba, genelde 90'larda Kürdistan’da yaşananlarla ilgili bilgileri ne düzeydeydi? Belgesel yapım sürecinde neler yaşadınız? Kimlerden yardım aldınız?
M.K: Çalışma arkadaşlarım Kürdistan da bulunmuş veya orada doğmuş, büyümüş kimseler değiller. Orada sadece turistik gezi uzunluğunda bir sürede vakit geçirmişler ancak. Ama tabii ki bölgeye ve olaylara kişisel duyarlılıkları olan ve en önemlisi vicdan sahibi bireyler olmaları benim için çok önemliydi. Ben özellikle batıda doğmuş büyümüş bireylerden oluşturmak istedim çünkü kendim bile duygusal davranabilirim diye bir kaygı vardı içimde. Çünkü yaramızda ve acımızda çok büyük açıkçası. Ayrıca böylesi bir acı, yara işlenecekse komşu halkların da bakış açısını ve duygusunu yansıtmak bence çok önemliydi. Dolayısıyla böylesi bir ekip bir araya geldi. Geriye dönüp baktığımda iyi ki böylesi bir ekip oluştu diyorum çünkü bu sayede çok dengeli bir film oldu ve hiç ajitasyon yanılgısına düşmediğimizi düşünüyorum.
Beş ayrı yönetmenin Bilge Demirtaş, Can Gündüz, Alper Elitok, Osman Şişman ve benim ortak duygu düşüncelerimiz ile oluştu film. Belgesel yapım sürecinde ben belki onlarca defa bölgeye gittim, hikâyeler derleyip topladım, aileler ile birebir görüşmeler yaptım ve bu görüşmeleri geldiğimde dostlarımla paylaştım. Belgeselimizi bu şekilde ördük. Hiçbir siyasi kurumdan maddi destek almadık. Bu bizim bilinçli bir tercihimizdi. Maddi anlamda sadece kendi ailem ve dostlarımdan yardım aldım. Herkes elinden geldiğince yardımcı oldu. Tam imece bir belgesel oldu. Tabi bunlardan bahsederken özellikle yapım sürecinde kendimin de üyesi ve yöneticisi olduğum elektrik mühendisleri odasında ki dostlarımın, yoldaşlarımın maddi ve manevi desteğini unutamam, benim için çok özeldi varlıkları, destekleri.
25 yıl önce yaşanmış ve çeşitli biçimlerde karartılmış,üzeri örtülmeye çalışılan örgütlü bir suç var ordata. Belgesel çalışması için zorlu bir konu. Bu zorlukları nasıl aştınız?
M.K.: Açıkçası zor bir durumdu ama bizim için çok sorun olmadı ulaşmak ailelere. Çünkü ben kendim o bölgenin çocuğuydum ve nereye gidilmesi gerektiğini de biliyordum sevgili Günay Aslan'ın kitabının bize verdiği bilgiler sayesinde. Orada belirtilen ailelere gittim, yeni ailelerde buldum elbette dolaşırken bölgede. Benim de kendi yaşadıkları acıyı yaşamış olmam, dillerini konuşuyor olmam ailelerin güven duymasını ve rahatlıkla iletişim kurmasını sağladı benimle. Onlar için değerli olan bir şey daha vardı o da bunu kardeş halklardan dostlarla çektiğimizi söyleyince bunu da çok olumlu karşıladılar. Nitekim çekimler esnasında bu sıcaklığı tüm ekibimize fazlasıyla hissettirdi ailelerimiz. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Osman Şişman: Devlet eliyle icra edilen şiddete ve dezenformasyona alıştık neredeyse. Günay Aslan'ın haberinin ve daha sonra da kitabının geniş bir yankı bulamamasını da o zamanın kesif iklimine bağlıyoruz. Ama aradan geçen bunca yıla rağmen, uzunca bir süredir yürütülen çözüm sürecine rağmen hala pek az yazılıp çizilmesi ve yazılıp çizilenlerin geniş kitlelere bir türlü erişememesi, sürecin aşılması gereken indirgeyici bir tarafı olduğunu gösteriyor. Belgeselin çekimlerini yaparken yanımızda yöremizde dolanan sivil güvenlik güçlerinin sessiz mevcudiyeti dışında, devlete dair bir zorluk yaşamadık. Siirt'teki arkadaşlarımız, belediyedeki ve Barış ve Demokrasi Partisi'ndeki (BDP) tanışlarımız da sağolsunlar hep yanımızdaydılar. Ne ki 25 sene önce olan, daha düşük yoğunluklu olmakla beraber hala direnen şiddet vakalarını maruz kalanlardan dinlemek bir hayli zordu. Filmin yapılması ve memleketin olanlardan habersiz bölgelerindeki yığınlara ulaştırılması gerektiğine inandığımız için kendimizi işe verdik biz de.
Belgeselde konuşan insanların Newala Qesaba için ortak çağrısı, ortak sözü neydi?
M.K.: Barış ! Barış! Barış ! Sevgili babaannem Şükürnas Kocaman'ın filmde ki tanımlaması bu. Evet ortak çağrıları kesinlikle bu öncelikli olarak. Hepsi elbette acılarını yaşamak istiyorlar. Bunun koşulu da sevdiklerinin gömülmesinden geçiyor. Ama acı kendilerini o kadar olgunlaştırmış ki bunu yeterli görmüyorlar ve bu ülkede artık hiç bir ananın yüreği yanmasın diye kalıcı bir barışı istiyorlar. Bir yüzleşme istiyorlar elbette ama asla deşerek değil acıları paylaşıp azaltarak ve sonrasında kimse sorumluların mahkemelerde de yargılanması vicdanlarda olduğu gibi.
O.Ş: Herkes gibi ölülerini usulünce gömebilmek istiyorlar. Newala Qesaba bölgesinde kazı yapılmasını, DNA testleri yapılmasını, her bir naaşın mezarına kavuşmasını… Yas süreçlerini tamamına erdirmeleri, aileler olarak huzur bulmaları için bu şart. Bir yandan da memleketin kolektif hafızasına dair hayli haklı politik talepler var: Devletin özür dilemesini, bu vakaların faillerini yargılamasını istiyorlar. Feci bir kararla imara, dolayısıyla da hafızalardan silinmeye, unutuşa açılmış bölgenin bir anıtla, bir müzeyle, bir ormanla olanları hatırlatan bir yer haline gelmesini istiyorlar. Bunlar dışında, tüm bu şiddete ve haksızlığa karşın barış istiyorlar, Türkiye'nin diğer halklarından da bu barış taleplerine destek istiyorlar.
Hafızanın taze tutulması, unutulmaması gereken acı bu, belgeseliniz bu açıdan da önemli. Gösterimler ve gördüğü ilgi hakkında neler söylemek istersiniz?
M.K.: Elbette hafızanın taze tutulması açısından önemli bu belgesel. Sadece belgesel değil elimizde olan görüntülerin geri kalan kısmı da çok değerli. Belki sonrasında bunu güvenilirliği olan bir kurumla paylaşabiliriz unutulmaması ve bilinmesi için. Bizler için özellikle ilk gösterimde ailelerin yanımızda olması çok çok değerliydi. Bu anlamda tüm ailelere şükranlarımızı sunuyoruz. Acılarımızı paylaştık beraberce. Bizim için bu film ile ilgili en değerli, en anlamlı olan değerlendirme ailelerden gelmiş olandır. Filmimizde gözyaşlarına engel olamasalar da içlerine sinen bir film olması bizim için çok çok değerliydi. Onların biraz olsun huzur bulması bu film ile tarif edilmez bir mutluluk kattı bize, tüm yorgunluğumuzu unutturdu. Onun dışında filmimizin duyan tüm kitlelerde heyecan ve merak uyandırdığını söyleyebilirim. 27 Mart'ta Batman'da olacak filmimiz ve 28 Martta Siirt'te olacak. Tabi bizim için en anlamlı gösterim Siirt'te yapılacak olan gösterim. Çünkü 28 martta hem sevgili Mahsum Korkmaz'ın ölüm yıldönümü dolayısıyla bir oluyor ve biz o yürüyüşün ardından saat 15:30'da Siirt Belediyesi'nin konferans salonunda filmimizi göstereceğiz tüm Siirtlilere. Sonrasında da bir söyleşimiz olacak. Tüm dostlar gösterimlerimize davetlidir. Ayrıca bizi davet edecek tüm kurum ve kuruluşlara, onların davetlerine açığız. Oda, sendika, dernek, siyasi parti her kim bu filmi üyeleri ile buluşturmak isterse biz programımız elverdiğince seve seve geliriz ve filmimizin gösterimini, dostlarla söyleşimizi hiçbir karşılık beklemeksizin yaparız. Yeter ki bu ülkede ki toplumsal yüzleşmeye bir adım da olsa katkımız olsun.
O.Ş.: Şimdiye dek yaptığımız birkaç gösterimde belgeselin konu edindiği vakalardan nispeten haberdar izleyicilerle buluştu film. Özellikle Amed'deki ilk gösterimimizde, belgeselde görüştüğümüz herkesin, ailelerin, şahitlerin de bulunması kuvvetli bir duygu oluşturdu. Sanırım Newroz hazırlıklarından ötürü partiden ve belediyeden davetimize icabet eden olmadı ama ailelerle bir arada olmak bizim için yeterliydi. Kürdistan'da herkes olanlardan haberdar ve dertlerinin dinlenmesi ve anlatılması onlar için mühim. Haberdar olmayan kitlenin nasıl tepkiler vereceğini merak ediyoruz. Belgesel, Newala Qesaba vakasına bir açıdan bakıyor: Geride kalan birkaç kişinin hissiyatı ve talepleri. Kitlesel bir yüzleşmenin, gerçek bir barışmanın mümkün olması için bu ve benzeri vakalara dair enformasyona ve tanıklıklara dayalı, belgesel yahut kurmaca onlarca film yapılabilir, yapılmalı da. Kolektif hafızanın inşa edilmesi için bölgede eli kamera tutan herkesin maalesef kolaylıkla erişebileceği yüzlerce, binlerce vaka ve mağdur mevcut. Bunların sistemli bir biçimde kaydedilmesi ve bir hafıza arşivinin oluşturulması için bir motivasyon oluşturabilirse, belgeselin görevini yerine getirdiğini hissedebiliriz. (HK)