Olayı olduğundan daha dramatik hale getirmeye gerek yok ama tabloyu olduğu gibi çizince şu çıkıyor: Türkiye'de Çeçen olmanın bir anlamı var, o da acı, yoksulluk, dışlanma ve güvencesizlik demek.
Bu tabloda herkesin payı var; başta devlet kurumlarının, medyanın ve sonra teker teker hepimizin. Varlığını bildiğimiz, çaresizliği gördüğümüz ve her seferinde yanından geçip gittiğimiz için. Ama her şey değişebilir; işe, değiştirmek için adım atmaya çalışanlara destek vererek başlayabiliriz.
Türkiye'de Çeçenler-2'de Kafkasya Forumu üyelerinden Genderginoy Abrek Önlü, İstanbul kamplarında yaşayan Çeçenlerin yaşamlarını, karşılaştıkları sınıfsal problemleri ve Çeçen olmanın ne demek olduğunu anlattı.
Sorulduğunda kendinize "Türk" mü diyorsunuz "Çeçen" mi?
Yabancılar sorduğunda bazen "Türk" diyorum çünkü yabancıların vatandaşlık tanımıyla buradaki sistemin vatandaşlık tanımı aynı değil. Ben etnik kimliğimin, başka bir etnik kimlik tarafından ezilmesinden rahatsız olurum. Bu yüzden, genelde Çeçenim demeyi tercih ediyorum. Türk yerine de, "Türkiyeli" tanımını benimsiyorum.
Türkiye'de doğdunuz. Çeçen kimliğini sahiplenmeye ne zaman başladınız?
Çocukluğumdan beri kimliğim konusundaki ısrarım yüksekti. Çeçence konuşulan bir evde büyüdüm. Küçükken iki defa Kafkasya'ya gitmiştim, savaşlardan önce. Oraları hatırlıyorum. Çeçenlik, biraz da başkaldırı ve itaatsizlik demek oldu benim için. Kendi kimliğimi tanımlamakla ilgili, şimdiye kadar herhangi bir boşluk hissetmedim."
Kamplara ilk gittiğinizde ne hissettiğinizi hatırlıyor musunuz?
Evet. 2005'ti; Fenerbahçe'deki kampa gittim. Kendi kendime, "Burası Çeçenya'ya benziyor" demiştim. Kadınlar başlarını Çeçen stili örtmüşlerdi, barakaların önünde sohbet edip, çay içiyorlardı. Kendimi akrabalarımın arasında gibi hissettim. Çeçenceyi iyi konuşmamama rağmen benimle saatlerce konuşup, zorla yemek yediriyorlardı. Ama o kadar fakirlerdi ki... Nasıl üzüldüğümü hatırlıyorum. O zamanlar ODTÜ'deydim (Orta Doğu Teknik Üniversitesi). Oradaki arkadaşlarımla, kamptaki Çeçen gençleri karşılaştırdığımda "ne büyük bir haksızlık" diye düşünmüştüm. Yalnızca Çeçen oldukları için, karar bile vermedikleri bir savaş yüzünden oradaydılar.
İlk kimle tanıştınız?
18-19 yaşlarında bir çocuktu. Bir kunduracıda, haftanın yedi günü çalıştığını ve haftada 50 lira aldığını söylemişti. Sonra arkadaş olduk; akıllı biriydi, iyi bir eğitimle çok iyi bir yere gelebilirdi ama o ayakkabıcıdan hiç çıkamadı.
Kamplardaki Çeçenler, sosyal karşılaşmalarda özel bir sorun yaşıyorlar mı?
Fenerbahçe'de sınıfsal bir çatışma var; Beykoz'da ise daha ziyade etnik. Fenerbahçe, gelir düzeyi yüksek bir semt. Marina'nın yanında, tekne manzaralı bir Çeçen kampı ne kadar sinematografik bir sahne gibi dursa da, gerçek hayatta sadece dramatik.
En sorunlu alan neresi?
Okullar. Fenerbahçe çevresindeki okullara giden Çeçen çocuklar çok dışlanıyor. Hem veliler, kendi çocuklarının yanında Çeçen çocukları istemiyor; hem de sınıf arkadaşları onları dışlıyor. Bu sınıfsal bir çatışma; Çeçen oldukları için değil; fakir oldukları için istenmiyorlar. Beykoz'da ise daha ziyade gençler arasında etnik bir meseleden söz edilebilir.
Sağlık?
En zor konu. Kamplarda yaşayanların çoğu yaşlı, savaş atlatmış insanlar. Şartlar da malum. Birçok sağlık sorunu var. Bu mesele çok önemli. Eğitim konusu, bir ölçüde çözüldü ama sağlık konusunda hiçbir gelişme sağlanamadı. Devlet hastanelerine gidemiyorlar, ancak tanıdıkları varsa bir doktora gidebiliyorlar. Ağır hastalıklar ve ameliyat söz konusu olduğunda durum vahimleşiyor.
Şu ana kadar çözüm için atılmış en somut adım neydi?
Kafkasya Forumu Proje Marsho'nun faaliyetleri arasında, 2010'da Avrupa Parlamentosu (AP) Yeşiller Grubu milletvekili Hélène Flautre, Türkiye'ye geldi ve Ufuk Uras'la birlikte Ümraniye kampına ziyarette bulundu. O zamana kadar Ufuk Uras'ında hiç haberi yokmuş kamplardan. Gezdiler, insanlarla konuştular ve o kadar etkilendiler ki... Ufuk Uras, meclise soru önergesi verdi. Hükümet ona da cevap vermedi.
Başka neler yapıldı?
Çeçen sığınmacılarla ilgili emek veren ve geçmişte vermiş olan pek çok organizasyon ve kişi var. Ben daha çok Kafkasya Forumu Proje Marsho'nun yaptıklarından bahsediyorum burada. Kafkasya Forumu Ankara, Birleşmiş Milletler'le (BM) birlikte toplantılara katıldı. Sorunlarla ilgili anketler hazırlandı; İçişleri Bakanlığı'na verildi, yetkililer geldi. Yine geçtiğimiz yıl, Avrupa Sosyal Forumu'nda bir seminer düzenledik. Ama bu konunun ana akım medyanın ilgisini çekmesi için susturucu takılmış bir silah ve cinayet gerekti. Bu medyanın suçu değil; bu devletin suçu. Devletin her kademesi durumu biliyor. Görmezden gelme hali, insani bir saygısızlık.
Tüm bu süre içinde duyduğunuz hikâyeler arasından en çok etkilendiğiniz hangisiydi?
Fenerbahçe kampında genç bir çocuk vardı; pek konuşmazdı. Bir gün hikâyesini anlattı. 8-9 yaşlarındayken, Çeçenya'da evleri bombalanmış. Evdeki herkes ölmüş; annesi, babası ve tüm akrabaları. Bir tek kendisi hayatta kalmış ve düşünsenize en fazla dokuz yaşında! Dışarı çıkmış, yaşayan kimseyi bulamamış. Uzun süre dolaştıktan sonra bir kadın görmüş. Onun yanına gitmiş ve sımsıkı sarılmış. "O kadını gördüğümde, annemi bulmuş kadar mutlu olmuştum" demişti. (IK/IC)
*Fotoğraflar: Ceren Can