Onu bu röportaja ikna edebilmek için bir ay uğraştım. Telefonlarıma çıkmadı, duruşmasına gittim. İki dirhem bir çekirdek giyinmiş, dudağında kırmızı ruju, uzun kirpikleri, ürkek bakışları, titreyen sesiyle önceden hazırladığı savunmayı hakime okuyan bu kadını saatlerce inceledim. Mahkemeden sonra onu yakalayıp konuşmayı planlıyordum ama yaklaşık yedi saat süren duruşmadan sonra annesiyle birlikte hızlıca ortadan kayboldu. Ben de peşinden Diyarbakır’a gittim.
Çelik, davanın 30 Kasım'da gerçekleşecek ikinci duruşmasına tanık olarak çağrılan Beyazıt Öztürk hakkında şöyle dedi: “Beyazıt Öztürk’ün özür konuşmasını dinlerken çok üzüldüm. Özür dilemesini beklemiyordum fakat ona da hak veriyorum. Ama keşke canlı yayında söylediklerinin arkasında dursaydı... Yanlış bir şey olmadığını o da biliyor. Ama belki baskı gördü... Onun için de çok üzüldüm. Keşke konu buralara kadar gelmeseydi.”
Siz öğretmen misiniz?
Öğretmenim. Resim öğretmeniyim. 2008’de Dicle Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun oldum ve ücretli öğretmen olarak çalışmaya başladım. Milli Eğitim Bakanlığı, “Öyle bir öğretmen yok” dedi. Benim çalıştığım okullar Milli Eğitim’e bağlı devlet okulu değil mi? Maaşımı devlet ödemiyor mu? “Bu isimde kadrolu öğretmenimiz yok” demek başka, “Böyle bir öğretmen yok” demek bambaşka. İnsanları öğretmen sıfatıyla kandırmış gibi oldum.
Siyasete ilginiz ne düzeyde?
Bizim evde siyaset konuşulmazdı. Hayatımda ne bir mitinge katıldım ne de herhangi bir siyasi parti için çalıştım. Uçlarda yaşayan insanlar değiliz. Sıradan vatandaşlar gibi oyumuzu kullanırız. Hiçbir zaman politik mücadelenin içinde bir yaşamım olmadı benim.
Peki, o gün Beyaz Show’a neden bağlandınız?
Ani bir karardı ama bunu açıklamak için biraz geriye dönmem gerekiyor.
Dönelim.
Birkaç yıl önce Silvan’da ücretli öğretmen olarak çalışmaya başladım. Orada eşimle tanıştım, evlendim ve kaldım. Ağustos 2015’e kadar hayatımız olağan şekilde devam etti. Sonra çatışmalar başladı. 18 Ağustos'ta sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Çatışmalar aralıksız ve saatlerce sürüyordu. Bomba seslerinden uyuyamıyorduk. Antrede yatıyorduk. Tek hatırladığım geceleri başımı ellerimin arasına alıp, çığlık attığım... Silvan diye bir yer kalmayacağını düşünüyordum. Bunu yaşamadan kimse anlayamaz. Telefon, elektrik, su, internet... Hiçbir şey yoktu. Buraların en sıcak olduğu zamanlardı; biber gazından pencereleri de açamıyorduk. Arada yasak kalkıyordu, bulabilirsek erzak alıp eve dönüyorduk.
Neden taşınmadınız?
Taşındık. Diyarbakır merkezde ev bulduk. Taşınacağımız gün tüm erzağı komşulara dağıttım ve ardından tekrar yasak ilan edildi. Bomboş evde, iki gün aç susuz, bomba sesleriyle kaldık. Herkes kötü durumdaydı. Sokağa çıkma yasağına rağmen hastalarını diğer ilçelerden taşımaya çalışıyorlardı, ölenler vardı. Apartmandaki çocuklar sürekli ağlıyordu, onları sakinleştirmek için oyunlar oynuyorduk ama aslında bizim de onlardan farkımız yoktu. Bu travmayı atlatamadım ben. Sonunda Diyarbakır merkeze taşındık ama artık havai fişekten bile bomba kadar korkan birine dönüşmüştüm. Diyarbakır’da IŞİD operasyonları olduğunda, silah seslerini duyduğumda, sanki Silvan’dan hiç çıkmadığımızı, öleceğimizi sanıyordum.
Programa bağlandığınız 8 Ocak’a gelelim.
8 Ocak gecesi eşim uyuyordu, ben de televizyon izliyordum. Beyaz Show’u izlemeye başladım, herkes eğleniyordu. Biz hiç kimsenin umurunda değilmişiz gibi hissettim. Yokmuşuz gibi... Bir anda aramak istedim. İlk aramamda da düştü. Belki meşgul olsaydı bir daha denemezdim... Telefon numaramı isteyip arayacaklarını söylediler. Aramazlar sandım ama aradılar ve kendimi canlı yayında buldum. Olanlar oldu. Belki fark etmişsinizdir, konuşmanın sonunda ağlıyordum çünkü her şeyi tekrar yaşıyor gibi oldum. Siyasi bir konuşma yapmadım, konu buralara nasıl geldi hiç anlamıyorum. O telefon İzmir ya da İstanbul’dan gelseydi bu kadar saldırı olmazdı diye düşünüyorum, Diyarbakır’dan geldiği için böyle oldu sanırım...
Peki, telefonu kapattıktan sonra ne hissettiniz?
Beyazıt Bey’in ve stüdyodakilerin alkışlarından, anlayışından sonra güzel bir şey yaptığımı düşünmüştüm.
Sonra ne oldu?
Ertesi gün, cumartesi akşamına doğru, “terör propagandası” sözlerini sosyal medyada gördüm ve çok şaşırdım. Zaten pazar günü de gözaltına alındım. Önce annemlerin evi basıldı. Evi aramışlar. Kimlikler, telefonlar toplanmış. Kız kardeşime, “Ayşe Çelik sen misin?” diye sormuşlar, kız kardeşim korkudan bayılmış. Annem, “Benim çocuğum ne dedi? Ben de anne olarak çocuğumun ölmesini istemiyorum” diyerek beni savunmuş. 45 dakika annemlerin evini aramışlar. Sonra babam, gece 1 civarı polisleri benim evime getirdi. Hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Babamın o halini görünce yıkıldım. Korkmamamı söyledi. Sonra gözaltı... Ama herhangi bir şiddete maruz kalmadım. Suç işlemediğim için avukat da istemedim. Sanırım tepkilerden dolayı duygular değişti. Sonra Beyazıt Bey televizyona çıkıp özür diledi...
Özür konuşmasını dinlerken ne hissettiniz?
Çok üzüldüm. Beklemiyordum fakat ona da hak veriyorum. Ama keşke canlı yayında söylediklerinin arkasında dursaydı... Yanlış bir şey olmadığını o da biliyor. Ama belki baskı gördü... Onun için de çok üzüldüm. Keşke konu buralara kadar gelmeseydi.
* Bu röportaj Ot Dergi'de yayınlanmıştır.
|
(IC/ÇT)