Müzeler, güç ve kimliğin şekillendiği politik alanlardır. Bir çeşit aile albümü gibi, “Biz kimiz?” sorusuna yanıt ararlar. Sergilenen ya da sergilenmeyenler, güç ilişkileriyle bağlantılıdır.
Müzeler, toplumsal cinsiyet algımızı da etkileyen ve şekillendiren kurumlardır. Kadın ve toplumsal cinsiyet müzeleri, 40 yılı aşkın süredir geleneksel müzecilik anlayışını sorgulayan alternatif konseptler sunuyorlar. 1980’lerden itibaren kadın araştırmalarından da beslenen feminist tartışmalarla birlikte ortaya çıkan bu alternatif kurumlar, temsil, hatırlama ve görünürlük gibi bağlamlarda yeni düşünce ve eylem alanları yaratmakta.
İstanbul Toplumsal Cinsiyet Müzesi de bu alanda çalışmalar yapan kurumlardan biri. Kapsayıcı, katılımcı ve kesişimsel anlayışla her sergisinde temsil, hatırlama ve görünürlük için yeni yöntemler tasarlıyor ve uyguluyor.
Müzenin son sergisi Savunuculuk Günlüklerimiz, "Gençler hak savunuculuğu için müzede nasıl aktif olabilir?" sorusu çerçevesinde ortaya çıktı. Kapsayıcılık konseptli projeler üzerinde çalışılan İstanbul Bilgi Üniversitesi Çatışma Çözümü Araştırma ve Uygulama Merkezi ile birlikte 18-25 yaşlarındaki Türkiye’nin farklı bölgelerinden gençlerle, yaşam kalitelerini etkileyen konular ve sorunlar üzerine düşünüldü.
Gençler, savunuculuk yöntemi olarak bir dizi sergi oluşturdu. Savunuculuk Günlüklerimiz üst başlığı altında, onurlu barınma hakkından, güçlenmek için kadınların mücadele tarihini müzikte, dergilerde veya 8 Mart’ların tarihinde keşfetmeye, Türkiye’de konuşulan anadillerini veya LGBTQI+ hareketini taşıyanları kutlamaktan, doğanın insan için korunması gerektiğini savunan, insan merkezli anlayışa eleştirel bakışa uzanan hak temelli geniş bir alan oluşturuldu.
Savunuculuk Günlüklerimiz sergisinin salonları arasındaki #DeBeje (#HadiAnlat) salonunu Ecenur Alan ve Halide Berçem Özçelik hazırladı. Ecenur ve Halide ile sergileri ve ilk küratörlük deneyimleri hakkında konuşmak için bir araya geldik.
#DeBeje (#HadiAnlat) serginizin icerigi nedir?
Halide Berçem Özçelik: Sergimiz, Türkiye’de konuşulan anadilleri ve feminist mesajlı sosyal medya kampanyaları bağlamında sekillendi. İki salondan oluşan sergimizin Anlatıyorlar salonunda, bizi çok etkileyen, bu nedenle de daha fazla tanınmasına önem verdiğimiz, feminist mesajlı ve dayanışmayı deneyimleme fırsatı veren sosyal medya kampanyalarını sergiledik. Anlatıyoruz salonunu ise, Türkiye’de konuşulan kaç anadili vardır sorusu bağlamında hazırladık.
Türkiye’de konuşulan anadilleri hakkında çalışırken sizi en çok şaşırtan bilgi ne oldu?
Halide Berçem Özçelik: Beni en çok şaşırtan ve etkileyen 1965 yılı nüfus sayım kâğıdı oldu. Türkiye’de konuşulan anadillerin geçmişten günümüze görünür olmadığını ve hatta bu gerçeğin çoğu kişi tarafından bilinmediğini düşünürken bundan 60 yıl önce devletin resmî kurumları aracılığıyla yapılan nüfus sayımı oldukça dikkatimi çekti.
1965 yılı nüfus sayımında insanlara Türkçe haricinde en çok kullandıkları dil sorulmuş ve bu diller resmî kayıtlara geçmiş. Türkiye’nin çok dilli yapısı sandığımın aksine aslında çok da görünür bir düzeydeymiş.
Ecenur Alan: Benim en çok şaşırdığım nokta, Türkiye’de konuşulan anadillerinin bu denli hızlı yok oluşu diyebilirim. 1965 yılı nüfus sayım kağıdına baktığımızda, son kullanıldığı yıldan itibaren henüz 100 yıl bile geçmemişken bu dillerin çok azı, çok az bir kesim tarafından biliniyor ve kullanılıyor.
Üstelik bu kesim de genellikle eski nesilden oluşuyor. Onlar da bu dünyadan göçtüğünde, dile dair bir şey kalmıyor ve dil tamamen unutuluyor. Oysa bir dil yok olduğunda, sadece kelimeler değil, bir kültür, bir hafıza da yok oluyor.
Serginizde kullandığınız interaktif yöntemler de var. Bu yöntemleri tanıtabilir misiniz?
Ecenur Alan: Elbette. Sergimizin en önemli bölümlerinden biri Hikayeler kısmı. Eğer ayrımcılığa, nefret suçuna veya anadiliniz nedeniyle herhangi bir haksızlığa maruz kaldıysanız ya da çevrenizde böyle bir deneyimi olan bir yakınınızın (aile büyüğünüz, ailenizden biri, akrabanız, dostunuz) rızasıyla hikayesini paylaşmak isterseniz, “Anlatıyoruz” sayfasının en altındaki “Sen de Hikâyeni Bizimle Paylaş” bölümünden bize iletebilirsiniz.
Gönderdiğiniz hikâye, Hikâyeler bölümünde yer alacak ve kampanyamızın bir parçası haline gelecek. Ayrıca, sergimizin adını taşıyan #DeBêje (#HaydiSöyle) hashtag’lı çok dilli interaktif bir sosyal medya kampanyası bulunuyor. Bu kampanya ile Türkiye’de konuşulan farklı anadillerinin görünürlüğünü artırmayı amaçladık.
Hazırladığımız stickerları kullanarak hikâyenizi sosyal medya hesaplarınızda istediğiniz dilde, hastagle ve #DeBêje etiketini de ekleyerek paylaşabilir kampanyamızın daha da büyümesine katkı sağlayabilirsiniz. Ek olarak stickerların baskısını alarak, bulunduğunuz bölgelere yapıştırabilirsiniz. Katılacak herkese şimdiden teşekkürler.
Anadiline dayalı ayrımcılıkla ilgili gözlemleriniz neler? Bununla mücadele için neler yapılmalı?
Halide Berçem Özçelik: Bu süreçte en çok gözlemlediğim Türkiye’nin çok dilli yapısının kısa sürede unutulmuş olması ve en çok ayrımcılığa uğrayan kesimin yaşlı kesim olması.
Bugünün 60 yaş üstü popülasyonu 1965 yılı nüfus sayımının bize gösterdiği üzere evlerinde kendi anadillerini konuşmaktaydı. #DeBeje kampanyamız için çok dilli stickerlar oluştururken bunun gerçekliği ile karşılaştım.
Örneğin Lazca konuşan birini çok zor bulabildim, hatta yaşadığım şehirde bir Ağır Ceza Kâtibi buldum uzun uğraşlarım sonucunda ve Lazca stickerımızda bana yardımcı oldu. Ailesinde Lazca bilen bir tek kendisinin kaldığını söylemişti. Aynı şekilde Gürcüce stickerımda da 50 yaş üstü bir tanıdığımdan destek aldım.
Bunlar sadece Lazca ve Gürcüce için birer örnek. Sergimizi ziyaret ederseniz 1965 yılında konuşulan anadillerini görebilirsiniz, şu anda Kürtçe ve Arapça dışında o dillerin birçoğunun unutulduğu ve kültürel iletişim mirasının aktarılamadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Üstelik bunu konuşabildiğimiz alan da oldukça kısıtlı bir halde. O alanı genişletmek gerek, siyaset dışındaki alanlara entegre edebilmeliyiz. Bu sorunu konuşulabilir bir hale getirerek görünür yaparsak, anadilini unutan veya anadilini hiç öğrenmeden büyüyen kuşaklarda bir ışık yakabiliriz. Bu sergiyi hazırlarken en büyük amaçlarımızdan biri buydu zaten.
Ecenur Alan: Dil, yalnızca kelimelerden ibaret bir yapı değil; o dilin taşıdığı bir düşünme biçimi, toplumsal hafıza ve duygular da söz konusu.
Birkaç nesil içinde tüm bunların silinmesi, bir kimliğin de silinmesi anlamına geliyor. Anadilin aktarılmasında baskılar, göçler ve kentleşme gibi etkenlerle süreç daha da hızlanıyor. Ancak bir dili yaşatmak için de yalnızca konuşmak yeterli değil; onu günlük hayatın her alanına entegre etmek gerekiyor. Eğitime, sanata, bilime, akademiye… İnsanın olduğu her alana.
Bireylerin anadiliyle de kamusal alanlarda varlık gösterebilmeleri söz konusu olmalı. Bu anadilleri tanınmalı. Sözgelimi kampanyamız kapsamında paylaşılan hikayelerimizden birinde bunun bir örneğini görebilmemiz mümkün. A.Ş. hayata Kürtçe yaşayarak başlıyor.
Hayatının ilk yıllarını bu şekilde yaşıyor ancak dışarıda dünya başka bir dil konuşuyor. Ve yavaş yavaş içine doğduğu dünyadan koparılıyor.
Çünkü dışarıda bu dili konuşmak onu görünmez biri haline getiriyor. Kampanyamızda örnek verdiğimiz bir olay da yaşanan ayrımcılıklara dair bir örnek: “Hasta Türkçe bilmediğinden SRT değerleri ölçülemedi.”
Çok dillilik ve toplumsal dayanışma arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Halide Berçem Özçelik: Türkiye’nin çok anadilli yapısını toplumsal dayanışma ile yaşatabilirsek güçlü ve sağlıklı bir toplum olabilmemiz için bir fırsat olabilir. Çünkü çok anadilli bir toplum demek aynı zamanda farklı kimlikler, farklı kültürler, farklı miraslar demek.
Kapsayıcılık da demek aynı zamanda. Çok anadilli toplumsal yapı, temelinde insanların birbirine duyduğu saygı ve empatiyi barındırır. Sergimizle birlikte tek dilli bir toplumun dayattığı güç ilişkisini reddetmekle kalmıyor aynı zamanda toplum içi empatiyi de güçlendirmeyi de hedefliyoruz.
Serginizdeki #DeBêje sosyal medya kampanyası hakkında neler söylemek istersiniz?
Halide Berçem Özçelik: Kampanyamızla birlikte sadece anadil üzerinden yaşanılanlara değil; kadınlara, LGBTQI+’lara, farklı etnik kimliklerine sahip kişileri hedef alan bütün nefret ve ayrımcılık söylemlerine karşı bir duruş sergilemek istedik. Kampanyamızın zenginleştikçe kendi içinde dönüşeceğine ve sosyal medyadaki linç kültürünün yarattığı bütün nefret söylemlerinin karşısında duracağına inanıyorum.
Ecenur Alan: #DeBêje kampanyamızı hazırlarken en başta kendi hayatlarımızda yaşadığımız gerçeklikten ilham aldık. Anlatmak istediğimiz bir şeyler vardı. Ancak bunun böylesi dijital bir kampanyaya dönüşmesinde ilham aldığımız önemli bir kısım Anlatıyorlar salonunda bulunan kampanyalardı.
Bu kampanyalar, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan kadınların cinsiyetlerinden ötürü maruz kaldıkları ayrımcılığı, hak ihlallerini ve farklı şiddet biçimlerini görünür kılmayı amaçlayan dijital hareketlerdi.
Ve sadece dijital kampanyalar olarak kalmadı; sınırların ötesinde yankı uyandırarak dayanışmayı yükselten kampanyalara dönüştü.
Örneğin, #HappyToBleed hareketi sayesinde Hindistan’daki kadınların yaşadığı sorunları gördük. Bu sorun artık yalnızca yerel bir mesele olmaktan çıkıp uluslararası alanda bilinen, duyulan ve tartışılan bir kampanyaya dönüştü. Böylece kadınlar arasında sınırları aşan bir dayanışma örüldü. #DeBêje kampanyasında da hedeflediğimiz tam olarak bu. Berçem’in dediği gibi, tüm ayrımcılıklara ve nefret söylemlerine karşı #DeBêje, yani #HaydiSöyle diyerek bir duruş sergiliyoruz.
Bu kampanyanın bir parçası olan Hikâyeler bölümü bunu göstermek için büyük önem taşıyor. Bu kısımda benim de hikâyem yer alıyor. Anneannem ile ilgili anlattığım şey, benim en büyük gerçekliğim ve hüznüm. Ve bunu yaşayan tek kişi olmadığımı biliyorum. Buradan da herkesi hikâyelerini paylaşmaya davet ediyorum. Yalnız değiliz; görünmez değiliz. Varız ve buradayız. Hikâyelerimiz bizim gerçeğimiz.
'Anlatıyorlar' sergi salonunuz için seçtiginiz örnekler arasinda sizi en çok etkileyen feminist kampanya hangisiydi?
Halide Berçem Özçelik: En çok etkilendiğim “Ni Una Menos” hareketi oldu. Sadece sosyal medyada başlayan bir kampanyanın kitleleşerek hala devam eden bir harekete dönüştüğünü görmek kendi kampanyamızı oluştururken en çok ilham aldığım feminist kampanya oldu.
Üstelik bu kampanya sadece başlatıldığı ülke ile sınırlı kalmayıp başka ülkelere yayılmış. Arjantin’de kadınların bu örgütlenme sonucunda kürtaj hakkı elde etmesi, sosyal medyanın gücünü bir kez daha görmemi sağladı.
Ecenur Alan: Her biri çok önemli ve anlamlı kampanyalar. Seçmek gerçekten zor. Ancak birini seçmem gerekirse, beni en çok etkileyen kampanyanın #sendeanlat olduğunu söyleyebilirim. Özgecan Aslan’ın katledilmesinin ardından binlerce kişi, #sendeanlat etiketiyle yaşadıkları taciz ve cinsel saldırı olaylarını, bu konudaki hislerini sosyal medyada paylaşmaya başladı.
Özgecan öldürüldüğünde 14 yaşındaydım ve bu olay beni derinden sarsmıştı. O yılın yazında gittiğim bir yer vardı ve babamın iş yerine yarım saatlik yürüme mesafesindeydi.
Aynı güzergahtan minibüs de geçiyordu, ancak babam beni minibüse kesinlikle binmemem konusunda uyarmıştı. Gündüz vakti, işlek bir caddeden geçen ve sadece birkaç dakika sürecek bir yolculuk bile riskliydi. Babamın neden böyle bir uyarı yaptığını çok iyi biliyordum.
Aslında o uyarmasa bile minibüs görmek benim için korkutucuydu. Hâlâ bir otobüse bindiğimde son kalan yolcu olmak beni tedirgin ediyor. Çünkü biliyoruz ki, bulunduğumuz hiçbir alan gerçekten güvenli değil. #sendeanlat kampanyası, bu güvensizliğin nedenlerini somut bir şekilde, verilerle gözler önüne seriyor.
Savunuculuk Günlüklerimiz sergisinin 'DeBeje' salonundaki sergiyi hazırlarken sizi en çok zorlayan veya düşündüren konu neydi?
Halide Berçem Özçelik: Sergimizi hazırlama sürecinde beni en çok zorlayan şey, dert edindiğimiz ve savunuculuğunu yapmak istediğimiz konunun günümüz siyasetinin pürüzlü meselelerinden biri olmasıydı. Çünkü söylemek istediklerimi ancak mevcut konuşulabilirlik çerçevesinde dile getirebildim. Kendi beyanlarımı sınırlamak bir yana, sergimizin Hikâyeler bölümüne deneyim gönderen ziyaretçilerimizin bazı ifadeleri hakkında kendilerine geri dönüş yapmak zorunda kaldık. Çünkü bu proje sadece beni ve Ece’yi kapsayan bir yerde değildi, ziyaretçilerimizin hatta diğer küratör arkadaşlarımızın da sorumluluğunu üzerimizde hissettim.
Ecenur Alan: Berçem’in dediklerine katılıyorum kesinlikle. Hatta bu süreçte birbirimiz ile sürekli iletişim halindeydik; çokça kez yapmak istediğimiz çalışma taslağını revize etmek durumunda kaldık.
Kapsayıcı ve sahiden bir şey anlatan, gösteren bir şey olmasını istiyorduk ama aynı zamanda bunu beyaz bir yerden de yapmak istemiyorduk. Diğer yandan, hikâye bulma süreci de zorlayıcıydı.
Çünkü görünür kılmak istediğimiz mesele, insanların gerçek ve derin yaralar taşıdığı bir sorundu. Bunu ifade etmek, paylaşmak ve böylesine geniş bir alanda herkesin erişimine açmak, birçok kişi için çekincesi olan bir durumdu.
Üstelik bu çekince son derece anlaşılırdı. Kimi zaman korku ya da olası tepkiler insanları sessiz kalmaya itebiliyordu. Ancak tam da bu sessizliği aşmak, yalnız olmadığımızı göstermek için #DeBêje diyoruz.
(MA/EMK)