Muazzam bir gümbürtü geldi kulağıma. Yola baktığımda korkunç kalabalık bir Amerikan konvoyu gördüm; Bağdat'a gidiyorlardı. Binlerce araç gidiyordu; tanklar, Bradley araçları, kamyonlar, gözlüklerini takmış oturan yüzlerce, binlerce asker gördüm ve sürekli yer sarsılıyordu.
Yolun kenarına oturup konvoyu izlerken şunu düşündüm: 2000 yıl önce, Romalı lejyonlar da, ayaklarını yola vura vura, aynı yollardan yürüyordu. Bu sonu gelmeyen konvoyu izlerken şöyle düşündüm; Amerika'nın Irak'a gitmesi ve içerisine girmesinin sebeplerinin bir kısmı da uluslararası, küresel bir çapta kendi güçlerini göstermekti".
Gördüklerini anlatabilmek için elinde sadece "harfler" var
Irak'ta bombardıman, çatışma ve ölümler bir çok gazete ve televizyon için "haber" değerini yitireli çok oldu.
Dünya hala farklı coğrafyalarını, rengarenk kültürlerini koruyor. Ama artık - o bir çırpıda klişeleşmiş kelime- küreselleşme var. Gücü yeten şirketler, ordular güçlü kalabilmek için küreselleşiyor.
Bu durum ne olduğunu tam da bilemediğimiz dev şirketlerin yanı sıra tek tek bireylerin hayatını da bin bir dolayımdan geçerek etkiliyor. O yüzden dünyanın o ya da bu köşesinde neler olup bittiğini öğrenebilmek gitgide daha fazla önem kazanıyor.
Robert Fisk sırf bu basit sebepten dolayı çok önemi birisi. Çünkü tek bir insanın yetenekleri kendi yaşadığı mahallenin dışını görebilmesine bile yetmiyor. İnsan kendi başına görebildiğinin dışına çıkmasına olanak sağlayacak yollara ihtiyaç duyuyor.
İşte Robert Fisk bu araçlardan biri. Uzaklara gitmeyi sağlayacak bir araba ya da soğuktan korunmak için giyilen bir kazak gibi Fisk de fazladan gören bir göz, duyan bir kulak oluyor; McLuhan'ın deyimiyle sinir sistemimizin bir uzantısı haline geliyor. Tabii ki bilinçsiz bir göz değil Fisk, gördüklerini kendi filtresinden geçirerek iletiyor.
Burada biraz durup Fisk'in "filtresinden" de söz etmek gerek: Siyaset Bilimi üzerine çalışan "Doktor" Fisk, bunun üzerine Edebiyat ve Gazetecilik doktorası yaptı. 1971-75 yılları arasında Belfast'ta daha sonra da 23 yıl boyunca Ortadoğu'da muhabirlik yaptı. Kuzey İrlanda'da, Lübnan İç Savaşı'nda, İran Devrimi'nde; Bosna'da, Cezayir ve Filistin'de bulundu. Belgeseller hazırladı ve kitaplar yazdı.
Fisk'in muhabirliği övgüler kadar sert eleştirilere de sebep oldu. Haberleri dramatize etmekle, duygusal davranmakla suçlandı. Bir defasında Bosna'da bir belgesel hazırlıyordu. Göç etmek zorunda bırakılan Müslüman Boşnaklar onları evlerinden ayıracak trenin gelmesini beklerken Fisk yaşlı bir kadının yanına yaklaştı.
Bir süre ona neler yaşadığını anlattırdıktan sonra kadının ailesi ve dostlarıyla piknik yaparken çekilmiş bir fotoğrafını kameraya doğru çevirdi ve kadına sordu: bu fotoğrafı görünce ne düşünüyordu? Yaşlı kadının yüzü istem dışı buruldu; "Cevabını bildiğiniz bir soruyu sormak neden?" dedi ve oradan uzaklaştı.
Fisk şüphesiz sorduğu sorunun cevabını biliyordu. Ama aynı zamanda ne ile "rekabet" ettiğinin de farkındaydı. Bugün -ve o gün- televizyon türlü kurmacalar yaratarak, sesle ve görüntüyle oynayarak insanları cam ekranın karşısına sabitliyor. Milyonlarca insan !Yalan Rüzgarı"ndaki aldatılan kadın için ağlarken, tren istasyonunda bekleyen yaşlı bir kadın kimsenin umurunda olmuyor. Gazete de ise yalnızca harfler var Fisk'in elinde, insanlara gördüklerini anlatabilmek için.
Gazetecilerin öldürüldüğü, tankların içinde asker üniformalarıyla dolaşmaya zorlandığı, gazetelerin kapatıldığı, her bankası olanın gazete satın aldığı bir zamanda, doğduğu 1946'dan beri biriktirdiği herşeyi kullanarak 'gerçekleri' aktarmaya çalışıyor Robert Fisk. Her insan gibi zaafları var kuşkusuz ama zaman geçiyor ve tarih sayfaları birbiri üzerine ekleniyor. Onun bu sayfalara düştüğü kısa notlar bir gün daha iyi bir dünyada yaşamaya kendince katkısını yapıyor.
"Romalıların yaptığı gibi yapın..."
"Irak'ta Amerikalı bir yetkiliyle konuşuyordum. Felluce'de yaşananlar belli ki gözünü korkutmuştu, durumu nasıl düzelteceklerini düşünüp duruyordu. Bana da sordu, ona şöyle dedim: Romalıların yaptığı gibi yapın, fethettiğiniz topraklarda yaşayan herkesi Amerikan vatandaşı yapın, o zaman sorun çözülür. Bana tuhaf tuhaf bakmakla yetindi..." (EÜ/BB)