Ona hep Türkiye'nin Thom Yorke'u, Bono'su veya Chris Martin'i dediler ama bence hiçbiri değil. Bizim onlardan apayrı ve sağlam yürekli bir Harun Tekin'imiz var. Kendisiyle 22 Temmuz seçiminden hemen önce siyaset üzerine konuştuk...
Mor ve Ötesi olarak sadece müziğinizle değil fikirlerinizle de konuşuluyorsunuz. Nedir sizi siyasi yorumlar yapmaya iten?
Bizim çok planlı programlı bir süreç izlediğimizi söylemek doğru olmaz. Türkiye'de siyasetin alanı çok dar. Bizler, siyaset alanını genişletme fikrini benimsedik.
Sizlere bu fikri benimseten dönüm noktası neydi?
1993 senesi bu konuda çok acılı bir sene oldu -Uğur Mumcu'nun öldürülmesi, birçok siyasi cinayet, Madımak Oteli trajedisi... Bunlar bizi ilk dürten şeylerdi. 2000'li yılların başında iki önemli olay oldu: Deprem ve nükleer santral karşıtı kampanya. Nükleer santralin yapılmaması gerektiğine dair propagandayı duyduğumuzda merakla üzerine eğildik. Baktık olay ekolojiyle ilgili ama sadece ekolojiden ibaret değil. Depremden sonra ise hem medyanın yapılanmasında, hem devletin yapılanmasında sakatlıklar ortaya çıktı. Dolayısıyla bazı şeylerin değişmesi gerektiğine daha çok ikna olduk. Milenyum dönüşünde grup olarak sigortamız attı.
Özellikle son birkaç aydır ortaya çıkan tuhaflaştırılan kardeşlik ve normalleştirilen kutuplaşma meselesinin altındaki mekanizmayı nasıl okuyorsunuz?
Türkiye'de sadece siyasi kurumların eleştirilmesi ile yetinemeyiz. Bir de medya meselemiz var bizim, şu anda artık ciddi bir tekelleşme var. Tekelleşmenin de kendi içinde sunduğu çeşitler arasında seçim yapmaya zorlanan bir okuyucu kitlesi var. Okuyucu bunun çok fazla farkında değil; olsa bile kafasına takmıyor. Mesela Almanya'da Bild gazetesinin 4,5 milyon satmasını anlayamıyordum fakat sonra fark ettim ki o gazeteyi alan insanlar, o gazetedeki şeylerin aslında günlük hayatın koşuşturmasını hafifletmek için oraya konan zırvalar olduğunu büyük oranda bilerek o gazeteyi tüketiyorlar. Ben neticede burada da böyle bir sürecin başladığını düşünüyorum çünkü azıcık aklı olan birisi ana dalga medyadaki birçok çarpıklığı 1 saatte, gazeteyi okuduğu zaman görür zaten.
Seçim sürecinde bağımsız aday Baskın Oran'ı aktif bir şekilde desteklediniz. Harun Tekin neden Baskın Oran'ı destekler?
99'dan beri genel seçimlerde oy kullanıyorum. Hayatımda ilk defa gönül rahatlığıyla oy vereceğim birisini buldum. Baskın Oran'ın söylediklerini okuduğun zaman, "Bunların etrafında toplanacak birçok insan vardır" diye düşünüyorsun. Öyle olmadığı zaman iki tane problem çıkıyor karşımıza. Düş kırıklığıyla birlikte öteden beri particilik oynamaya hevesli ve bu sebepten dolayı güç kaybetmiş sol yelpazenin bağımsız aday projesinin "ne kadar yanlış" olduğuna dair eleştirilerinin yüksek sesle çıkması. Bu da özünde yanlış bir bakış açısı değil. Çünkü siyaset partiyle yapılan bir şeydir; parti olmadığı zaman bağımsız adayların bir tarafı eksik kalıyor, ama parti olduğu zaman da %10 barajını geçemiyor. Biz hep büyük meselelerle uğraşmaktan pratik çözümler üretemiyoruz. O yüzden bağımsızların Meclis'te pratik çözümler üretebileceğine ve bunun üzerine bir şeyler inşa edebileceğimize inanıyorum.
CHP-MHP yakınlaşması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye'de sürekli karşı karşıya kaldığımız en büyük problem, iki kötü seçenek arasında seçim yapmak zorunda kalmak. Büyük bir Aristo Fan Club gibiyiz. Bir beyaz var, bir de siyah ve onların arasında hiçbir şey yokmuş gibi davranıyoruz. Fakat onların arasındaki renkler asıl anlamı oluşturuyor. Bir yandan CHP-MHP yakınlaşması öbür tarafta AKP olunca insan "Bu mudur?" diye düşünüyor haliyle.
Bir kere şu seçim barajı saçmalığından bir an evvel kurtulsak iyi olur, o zaman insanlar bilirler ki oyları boşa gitmez. Önümüzdeki süreçte ezber bozan adayların Meclis'e girmesi, Türkiye'nin demokratikleşmesine olduğu kadar varolan çelişkilerin keskinleşmesine de neden olacaktır. Çelişkilerin keskinleşmesi de çok hayırlı olabilir aslında. Zor bir süreç ama bazı şeylerin konuşulması gerekiyor.
Dışlayıcılığa varan milliyetçiliği nasıl yorumluyorsunuz?
Ben tüm burada olanları hem tarihsel hem de coğrafi perspektife oturtmak gerektiğini düşünüyorum. Avrupa'nın kıyısında olmakla beraber Ortadoğu'nun içinde olan bir ülke Türkiye. Ortadoğu'ya bakarsak şu anda parçalanmış bir Irak, Filistin sorunu ve karışıklıklarla dolu bir Lübnan görüyoruz. Diğer tarafta saldırılması düşünülen İran ve bir takım eski tartışmaların içine çekilmek istenen Türkiye var. Bunları bütün olarak düşününce, buradaki toplulukların sorunları ancak kendi aralarında çözebileceklerine inanıyorum. Mesela Araplar, Persler, Kürtler, Türkler gibi devamlı birbirlerini yiyen kalabalıklar yaratılmak isteniyor, ama bunun tarihsel temeli varsa aynı şekilde barışın da birebir tarihsel temeli var. Şu anda oraya kimse vurgu yapmıyor.
"Darbe" adlı şarkınızda "Sakla kendini sağlam bir rövanş için" demiştiniz. Sizce rövanş olacak mı?
Rövanş kesinlikle bizim gördüğümüz şiddetin veya yaşamış olduğumuz süreçlerin benzeri bir rövanş olmayacak. 12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller yargılanırsa aslında bu çok güzel bir rövanş olur. Eğer bir anayasa varsa, o anayasanın şartlarına uymak oradaki kurumların da görevi. Siz darbe yaptığınızda anayasayı bir yana koyuyorsunuz. Ardından da her şey normalmiş gibi devam ederseniz o zaman da toplumlar şu anda oldukları gibi çıldırıyorlar ve kurumlar da ders almıyor.
Azınlık olma durumuna ve ayrımcılığa nasıl bakıyorsunuz?
Söz konusu olan hissiyat Türkiye'de Türk kökenli olanlar için de geçerli bir şey, burada ben bunun etnik kökenle alakalı bir ayrımcılıktan daha fazla bir şey olduğunu düşünüyorum. Bizim genel olarak bir yabancı düşmanlığı meselemiz var, bizden farklı olandan korkma meselemiz var. Satanizm furyası çıkıyor ortaya bir anda, İstiklal Caddesi'nde polisler uzun saçlı çocukları gözaltına alıyor, bunlar çok uzak değil. Eric Clapton dinlerken walkman'i kontrol edilip gözaltına alınan bir çocuk dahi biliyorum. Eric Clapton dinlemeyi gözaltına alma sebebi sayabilen bir mantık her şeyden önce çok korkuyor olmalı. Clapton'u suç sayan bir zihniyet varsa eğer, bu zihniyetin parça parça edilmesi gerekir.
Dolayısıyla bu esasında kendisini farklı biçimde ifade etmek isteyen, kendisini sıradışı hisseden, anormal olmak isteyen ya da öyle algılanan herkesin üç aşağı beş yukarı yanından geçtiği bir his. Bazı konularda ben de kendimi azınlık hissediyorum ama bazı konularda da hiç de öyle hissetmiyorum.
Sizce Türkiye'deki en büyük eksiklik nedir?
Bu topraklarda yaşayan insanların hâlâ inatla bazı güzellikleri kalplerinde yaşattığına inanıyorum. Türkiye'de şu an ihtiyacımız olan şey ise eleştirel bir parti. Bu benim şahsi kanaatim, bazı yanlışların eleştirilmesi lazım. Sadece biz solcuları, anti-emperyalistleri veya anti-kapitalistleri değil, mesela çiftçileri, kendini Müslüman olarak tanımlayan insanları da içine alabilecek eleştirel bir harekete ihtiyaç var. Eleştiri kültürü ve eleştiriye hoşgörü Türkiye'de eksikliğini duyduğumuz kavramlar. Ben Batı ve Doğu ayrımını çok problemli bir ayrım olarak görüyorum ama, Batı medeniyetinden bir tek şey alacaksın deseler eleştiriyi alırım.
İnsanlarda gözlenen rejim kaygısını nasıl görüyorsunuz? Laiklik sizce tehlikede mi?
Türkiye'deki laiklik tartışması çok ilginç. CHP'nin laiklik anlayışını da yetersiz buluyorum. Laik olduğunu söyleyen bir ülkede zorunlu din dersini veya Diyanet İşleri Başkanlığı uygulamalarını neden tartışmıyoruz da şekiller şemaller üzerinde gidip geliyoruz? Öte yandan şöyle bir durum da var, kadrolaşma açısından son 4,5 senenin gerçekten emsalsiz olduğu taraflar var fakat bu merkez sağ geleneğinde zaten olan bir şey. 25 senedir hep şahit olduk kadrolaşmaya ve sırf buraya dayanarak "Bir tehdit hissediyor musun?" derseniz "Ben onu o kadar hissetmiyorum" derim. Ama şöyle bir durum olduğunda benim de sinirlerim bozuluyor: Mesela Doğunun bir ilinde gençlerin toplanıp alkol tüketecekleri bir tane yer varsa, orası da belediye eviyse ve AKP kazandıktan sonra tarihte ilk defa içki satmamaya başlarsa, işte o zaman rahatsız oluyorum. Bunlar çok saçma hareketler...
Küresel ısınmaya karşı da eylemlere katıldınız ve halkı bilinçlendirmeye çalıştınız. Olumlu etkilerini gördünüz mü?
Dev bir klima önererek başlamak isterim sözlerime; çok zor bir konu çünkü son zamanlarda karşılaştığım birçok insan Live Earth ve Al Gore'un filminden sonra küresel ısınma fenomenine şüpheyle bakmaya başladılar. Bu işi on yıllardır savunan aktivistler küresel ısınma denen hadiseyle hep bu şekilde mücadele etmenin bir sonuç vermeyeceğini düşünüyor. Onlara göre çok radikal bir takım değişiklikler olmalı ve bu değişiklikler aslında sermaye gruplarına ve devletlere dayatılmalı. Devamlı Kyoto Protokolünden bahsediliyor fakat Kyoto'nun çok da radikal bir önerme olmadığı pek konuşulmuyor.(NK/EÜ)