Bugünkü yapısıyla, ideolojik bir kurum olmasının yanında önemli bir ekonomik alt-sektör de olan medyanın, özellikle Türkiye benzeri ülkelerde, ülkenin sermaye birikimi serüveniyle paralel gelişen, tarihi olarak geçirdiği üç aşama var. Farklı üretim ilişkilerine tekabül eden bu aşamaların her birinin, farklı işçi-işveren ilişkileri, farklı haber ve yorum üretme tarzları olduğu gibi, siyasi iktidar ve reklam verenlerle farklı ilişkiler yaşadığı, bizatihi, medya sahipliğinde önemli farklılıklara tekabül ettiği söylenebilir.
Medyanın tarihsel gelişimi içinde daha yatay, daha demokrat bir medya yönetiminden daha dikey, otoriter ve diktatoryal bir yönetime yöneldiği gözlemleniyor.
Medya aristokrasisi
Kuşkusuz bu süreç, sadece patronajın geçirdiği bir evrim değil, aynı zamanda medya çalışanlarının da farklılaştığı ve içlerinden patronaja yakın bir aristokrasinin çıktığı bir süreçtir. Bu anlamda, medyada otoriter düzenin oluşumunda medya aristokrasisinin de rolünü göz ardı etmemek gerekiyor. Medya sermayedarlarının, editör ve yazarlardan oluşan aristokratları ile ilişkileri, diğer çalışanlardan farklı bir düzlem içinde cereyan ediyor, düzenin yeniden üretiminde sermayedarlar, aristokratlara yaslanarak yol alırken bunlarla ilişkilerini de sopa-havuç ikilisini kullanarak yürütüyorlar.
Bunun sadece medyaya özgü bir durum olmadığı, hemen hemen her sektör için geçerli olduğu öne sürülse de haber ve yorum üretmenin, otomobil, çimento üretmekten farklılık içerdiği, kimyalarının farklı olduğu, diğer sektörlerde geçerli olan standartlaşma, tekdüzeleşme, hiyerarşik yapılaşmanın medyada olamayacağı, olmaması gerektiği vurgulanmalı.
Üretilen diğer mal ve hizmetlerden farklı olarak, okur-izleyici, kendisine verilen (satılan) haber ve yorumlarda farklılıkları bilmek ister. Bunların tek bir gazetede, kanalda yer alması gerekmez ama farklılıkların ifade edildiği medyaların da hayat hakkı olması, onu üretecek olanların ifade özgürlüklerinin, iş güvencelerinin olmaları gerekir. Dolayısıyla, medya ortamında işyeri demokrasisi, ifade özgürlüğü ve editoryal bağımsızlık, bir ülkede demokrasinin gelişimi için olmazsa olmaz koşullardır ve bunlar daraltıldığı, giderek ortadan kaldırıldığı taktirde, medyada baş gösteren diktatörlük, oligarşik yapı, mutlaka ve mutlaka bütün ülke yönetim biçimine de bulaşır.
Tersi de geçerlidir. Bir ülkede yönetim otoriterleşip diktatörleşmeye yöneldikçe, önce medyayı antidemokratikleştirir, kontrol altına alır, susturur. Bu, artık, ülkeyi yönetenlerle medyayı kontrol eden sermaye gruplarının işbirliği ve /veya bunlar arasındaki filler savaşı ile gerçekleşiyor. Medya çalışanları ve okur-izleyiciler ise bu filler savaşında çimenler olarak eziliyorlar.
Medyada değişen üretim ilişkileri
Türkiye ve benzeri ülkelerin medya tarihinin geçirdiği aşamaların üretim ilişkilerini genel hatları ile şöyle özetlemek mümkün.
"Gazete dönemi": Medyanın, yazılı basınla başladığı, patronun aynı zamanda başyazar ve baş editör olduğu, tirajın mütevazı ve gelirin ağırlıkla gazete satışlarından elde edildiği, çalışanlar arasında da hiyerarşinin tek basamaklı olduğu, ücret farklılıklarının fazla olmadığı, reklam verenin ve devletin kontrolüne henüz girilmemiş bir dönem.
"Medya endüstrisi" dönemi: Yeni teknolojilerle baskı ve tirajların arttığı, reklam gelirlerinin ana gelir kalemi olmaya başladığı, medyanın etkileme gücünün arttığı, bu güçten hem iktidarların hem de medya sahibinin yararlanmak için çaba gösterdiği dönemdir bu.
Büyümeyle birlikte işletme içi işbölümünün ve kademelenmenin arttığı bu dönemde, yönetici editörler ve yazarlardan oluşan aristokrasi, hiyerarşinin üst sıralarına yerleştirilirken, muhabirler ve teknik çalışanlar "aşağıdakiler"i oluşturuyorlar; ücretler arasında farklılaşma başlıyor, toplam gelirlerde reklam gelirleri daha çok önem taşımaya başlıyor, medya patronu, elindeki gücü hem reklam verenler üstünde hem de hükümet üstünde kullanarak paraya tahvil etmeye çalışıyor. Aynı şekilde, reklam verenler ve hükümet de amaçlarına ulaşmak için medya endüstrisini daha çok etki altına almaya çalışıyorlar.
Medya endüstrili kompleksler dönemi: Bu dönem, medya girişimcisinin, medya dışı alanlara yatırım yaptığı ya da medya dışındakilerin medya sektörüne yatırım yaparak entegre yapılar kurdukları son döneme tekabül ediyor. Bu dönemde yazılı basına elektronik basın ve giderek kültür endüstrisinin müzik,kitap, sinema, futbol ve diğer dalları eklendi. Ama daha önemlisi, orijini medya olan sermayedarlar, finans, sanayi, ticaret, emlak gibi sektörlere de yatırım yaptılar. Ya da medya dışındaki sermayedarlar ya yenilerini kurarak ya da mevcutları ele geçirerek/ortak olarak, medya sektörüne girdiler.
İletişim ve bilişim teknolojisinin yoğunlukla kullanıldığı bu sektörlerde yazılı basında tirajlar, ürün çeşitleri hızla arttı, cirolar büyüdü, reklam harcamaları hızlandı ve yazılı-elektronik pazarda etkinlik kuran daha ileri teknoloji ve işletmecilik uygulayan gruplar hem satışlardan hem reklam harcamalarından giderek büyük paylar almaya ve sektörde hakimiyet kurmaya başladılar. Bu hegemonya tesisinde, medya dışından edinilen ekonomik kaynakların ve hükümetler üstündeki etkinliklerin ya da hükümetlerle girişilen pazarlıklar sonucu edinilen kaynakların da katkısı büyük oldu.
Gazeteci profilindeki değişim
Eğlence endüstrisi ile medyanın iç içe geçtiği bu dönemde, habercilik ve fikir üretiminden çok eğlence ve magazinleşme daha ağır basmaya başladı., buna bağlı olarak da istihdam edilen gazeteci profilinde değişim yaşandı. Konularında uzman gazeteci ve yorumculara olan talep azalırken daha az kalifiye, daha itaatkar, reklam gelirini artırmaya yardımcı eleman türüne daha çok önem verilir oldu. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde TV dizilerinin hegemonyasıyla, reklamların dizilere akması, dizi-hegemonik bir medyayı ortaya çıkardı. TV’ler, yazılı basını gölgede bırakırken, grupların yazılı basını, açığını TV’lerden kapatan ve kendi TV’sini tutunduran mecralara dönüştüler.
Değişen yönetim biçimleri
Kabaca, medyanın ekonomik tarihinin bu üç aşamasının her biri, farklı işletme-içi yönetim, editoryal bağımsızlık ve ifade özgürlüğü biçimlerine ve işçi-işveren ilişkileri rejimine de tekabül eder. Her aşamayı bu optikten analiz ettiğimizde şunları görürüz.
"Gazete dönemi": Bu dönemde, işletmenin ekonomik, "azami kâr" saikli bir işletme olmaktan çok, "fikri", ideolojik kurum yanı ağır basıyordu. Patron ya da aile, gazetede bizzat çalışıyor, başyazı yazıyordu. Gazetecilik, bir meslek olmakla beraber, ideolojik-politik kaygılarla da icra edilen bir meslekti. Çalışanlar, yazarlar, editoryal bağımsızlıklarına daha tutkulu ve bunu korumak için örgütlü, sendikalı; patronlarla aralarına mesafe koymayı başarabiliyorlardı. Sektör tekelci bir yapıya ulaşmadığı için, sektöre giriş engelsizdi ve çalışanlar için de farklı yerlerde iş bulma olanağı vardı. Patronların asli işi gazetecilik olduğu için, sırtlarında yumurta küfesi yok gibiydi, iktidarlar tarafından başka sektörlerden sıkıştırılma dertleri pek yoktu, reklam verenler henüz bir baskı grubu değildi, reklama bağımlılık ilişkisi içine de henüz girilmiş değildi.
Gazeteciliğin bu dönemi için, medyanın daha bağımsız, daha demokratik, sınıfsal farklılaşmanın fazla olmadığı bir dönem diyebiliriz.
Medya endüstrisi döneminde yönetim: Bu dönemde, teknoloji gelişti, reklam harcamaları arttı, yazılı basında tiraj ve satışlar arttı, ürünler çeşitlendi. Bütün bu büyüme süreci, istihdamda artış, gazetecilikte uzmanlaşma, işbölümünde ayrıntılılaşmayı getirdi.
Medya girişimcisi, işletmeye profesyonel işletmeciler, finansçılar, reklam pazarlamacıları aldı ; baş editör, editör ve etkili yazarları gerek görürse yönetim kuruluna aldı, hatta küçük hisseler verdi, böylece çalışanlar içinde bir "medya aristokrasisi" oluşmaya başladı. Bu kesime daha farklı ücretler ödendi ve şirketin çıkarları ile bütünleşmeleri sağlandı. Bu dönemden itibaren, çalışanların sendikal örgütlenmeleri ayak bağı olarak görülmeye başlandı.
Editoryal bağımsızlık iddiası zayıfladı, işletme gelirlerini ve kârını en çoklaştırma saiki ön plana çıkmaya başlarken gazete satışları ana gelir kalemi olmaktan çıkıp reklam gelirleri önem taşımaya başladı. Bu nedenle de medya yönetimi, reklam veren ve hükümet beklentilerine daha tabi, daha yönlendirilmiş ve politikasını biraz daha "para"nın belirleyiciliğine terk etti.
Medya sermayedarı, bu politikanın yukarıdan aşağıya tüm çalışanlarca icrasını istemeye başladı ve direnenlerle sürtüşme arttı. Önceki dönemin görece demokratik ortamı, çalışanların ilkeli duruşları ve editoryal bağımsızlık durumları aşınmaya başladı, patronajla aradaki kalın perde incelmeye hatta kalkmaya başladı, değerlerde hızlı bir erozyon yaşanmaya başlandı.
Medya endüstrili kompleksler döneminde yönetim: Bu dönemde medya girişimcisinin, kültür endüstrisinin diğer alanlarına girip oralarda da metalaşmayı hızlandırması; medya dışı sektörlere girmesi, hep "kâr ve sermaye birikimi" saikine dayanıyor. Böyle olunca, kendi sektöründe, yeni girdiği sektörlerde de paranın, metalaşmanın, piyasalaşmanın hükmü daha çok geçiyor. Para saiki dominant hale gelince, medyayı siyasi iktidara, rakiplere, reklam verene karşı "silah" olarak kullanma cüreti daha çok kabarıyor. Medya dışından gelenlerin de medyaya girişleri daha çok medyanın "silah" özelliğini kullanma ile ilgili. Bu silahın saldırı-savunma amaçlı olması sadece bir nüans. "Silah" özellikli medyanın bir sektör olarak, kendi başına kâr getirmeyen bir sektör olmasına karşın, kompleksin diğer sektörlerine, medyanın sahip olduğu "ekonomi dışı zor"la kazandırabilecekleri, medyayı cazip kılıyor .
Eğlence endüstrisiyle medyanın iç içe geçtiği bu dönemde, habercilik ve fikir üretiminden çok eğlence ve magazinleşme daha ağır basmaya başlayınca istihdam edilen gazeteci profilinde de değişim arttı. Konularında uzman gazeteci ve yorumculara olan talep azalırken daha az kalifiye, daha itaatkar, reklam gelirini artırmaya yardımcı eleman türüne daha çok önem verilir oldu. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde TV dizilerinin hegemonyasıyla, reklamların dizilere akması, dizi-egemen bir medyayı ortaya çıkardı
Medyanın artık, bariz biçimde silah olarak, çalışanlarla beraber "ordu" gibi kullanılması, alt-üst ilişkilerini, emir-komuta ilişkilerini daha kesin çizgilerle ortaya çıkarıp otoriter yapıyı daha belirgin hale getirdi. Medya aristokrasisi, diğer çalışanlardan iyice koptu (koparıldı), sendika askıya alınıp örgütsüzlük mutlaklaştırıldı, pazardaki hegemonya, çalışanları seçeneksiz bırakarak itaate daha çok zorladı. Medya çalışanlarının, taşeronlaşma, esnek üretim yöntemleri ile hem ekonomik pazarlık güçleri hem de editoryal bağımsızlık alanları kısıtlanmış, daraltılmış oldu.
Bu format içinde, medya patronu en dokunulmaz sanılan yazarları, editörleri bile "rehin" almış oldu, giderek yazılacak ve yazılmayacaklar kırmızı çizgilerle belirlendi. Medya aristokrasisi patronajın hassasiyetlerini her şeyin önünde tutarak çoğu zaman da "durumdan vazife çıkarıp" kraldan daha kralcı kesildi. Medya hiyerarşisinde üste tırmanmak için yarışan aristokrasi, özellikle "tetikçilik" konusunda dibe doğru yarışın gönüllüleri olmakta beis görmedi ve bunu kamuoyunun, okuyucu-izleyicinin gözü önünde yapacak kadar arsızlaştılar.
Patronun kıyıcılığına, güdülemesine karşı, çalışanlarla dayanışmak yerine, patrona ait mahrem bilgilerle kendi zırhını oluşturup, bununla köşesini kurtardığını sananların ise o kadar durumlarından Emin olmamaları gerektiğini, kıyıcılığın artık sınır tanımaz hale geldiğini, son Emin Çölaşan olayından anlamış olmak gerekir.
Patronaj karşısında görece bağımsız davranmayıp, kendi arasında dayanışmayıp bu kadar edilgenleşen medya aristokrasisi, medyada diktatörleşmeye fiilen hizmet etmiş oldu, bu sayede de medya patronları her kategoriden personeli bir fiske ile sektörün dışına atabilecek güce erişti. Bu, "güç bende artık!" deme, bu, artık medyada diktatörlük dönemidir.
Ne yapmalı?
Medyada acil gündem, oluşan diktatörleşmeye karşı demokratikleşme programına sahip olmaktır. Bu yapılırken de medyada otoriterleşmede, diktatörleşmede, bizzat medya çalışanlarının içinden çıkan medya aristokrasisinin rolü göz ardı edilmemeli, diktatörlüğün bu komutanlar, subay ve astsubaylarla düzenlerini kurup tahkim ettikleri unutulmamalıdır.
Demokratikleşme, birçok cepheden sürdürülecek bir mücadele programını gerektiriyor. Bunları satır başları ile şöyle sıralamak mümkündür:
- Medya çalışanlarının yeniden sendikalaşmaları ve grevli sendikal haklarını kullanabilir duruma gelmeleri.
- Medya aristokrasisiyle medya diktatörlüğünün antidemokratik yapısının sistemli bir biçimde eleştirilmesi.
- Medyada artan tekelleşmenin, medya -medya dışı sektör entegrasyonunun önüne antitekel düzenlemelerle karşı çıkılması için demokratik muhalefet.
- Alternatif medyaların gelişmeleri için kamusal altyapıların (dağıtım başta olmak üzere) temininin istenmesi.
- Kamu yayıncılığının (TRT,AA) özerkleştirilip demokratikleştirilmesini talep etmek.
- Okullara medya okuryazarlığının konulması.
- RTÜK ve benzeri denetim organlarının lağvedilmesi, bunun yerine medya çalışanları ve izleyicilerinden oluşan kuruluşlarca, kişi, kurum ve topluluklara yönelik hak ihlallerinin denetlenmesi ve uğranan zararların tazmini için gerekli düzenlemelere gidilmesi. (MS/TK)