Emin Çölaşan’ın ‘Kovulduk ey halkım unutma bizi’ (Bilgi Yayınevi, Ekim 2007, Ankara, 207 s) başlıklı kitabı, Türkiye medyasının kimi özelliklerini anlamak, Hürriyet gazetesini, sahibi Aydın Doğan’ı ve Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ü biraz daha tanımak açısından ilginç bilgiler, yaklaşımlar içeren bir kitap. Ama kitabın aslında bir tek konusu, bir tek başkahramanı var : Emin Çölaşan!
Kitabın kısa sürede çok satanlar listesinin tepesine yerleşmesi ve derhal korsan baskısının üretilmesi, bir yandan Çölaşan’ın popülerliğini göstermekle birlikte Türkiye’deki genel okur profili hakkında da talihsiz bir ipucu veriyor.
‘Bir Medya Belgeseli’ altbaşlığıyla önemli bir iddia sunan kitapta, medyadan sık sık sözediliyor ancak böyle bir kitaba ‘Belgesel’ niteliğini yakıştırmak haksızlık olur. Kitap esas olarak, Çölaşan’ın yayınlanmış ve/veya kesilmiş köşe yazıları, Özkök’ün kimi yazıları, Çölaşan-Özkök diyalogları ve Çölaşan’ın çeşitli izlenimlerinden oluşuyor. Sonuç olarak kitapta ‘belge’ niteliğine sahip herhangi bir unsur bulunmuyor.
Ancak Hürriyet'ten atılınca yazabilecekti...
Aslında kitapta yeni bir bilgi, yeni bir yaklaşım, özgün bir analiz de yok. Çölaşan’ın yazdıklarını, Hürriyet gazetesini biraz okuyan, Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök’ün kim olduğunu bir parça bilen her okur ya zaten biliyordu ya da tahmin ediyordu. Büyük bir ihtimalle Çölaşan 2007’de değil de 2005’te işten atılsaydı aynı kitabı yazacaktı. Daha doğrusu Çölaşan bu kitabı ancak Hürriyet’ten atıldığı zaman yazabilecekti. Dolayısıyla halen Hürriyet’te çalışan ya da vakti zamanında Hürriyet ya da Doğan Yayın Grubundan çıkarılmış herhangi bir gazetecinin, muhabirin zaten bildiği şeyleri kaleme almış Çölaşan.
Konumuz Özkök (mü?)
Bilmeyenler için Çölaşan, aslında gerçeğe oldukça yakın bir Özkök portresi çiziyor. Ne var ki bu intikamcı portre oldukça geç kalmış bir betimleme. Çünkü anlaşılan Çölaşan, yıllarca ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ ilkesiyle hareket etmiş ama sonunda yılan (?) Çölaşan’ı da sokunca esas niteliği ‘impressionniste’ ve olağanüstü bencillik kokan bir Özkök portresi çıkmış. Çölaşan karşıtını (Düşmanını?) betimlerken yine ağacı görüp ormanı görmüyor. Özkök’ü "Post-modern gazetecilik", "tekelcilik", "medya-iktidar ilişkileri" gibi alanlara konumlandırmadan betimlemek, tahlil etmek pek mümkün değil.
Öncelikle belirtmekte yarar var: Kitap çalakalem yazılmış. Ne kronolojik ne de tematik bir hat izliyor Çölaşan. Aklına geleni yazmış. Popüler bir köşe yazarı olarak son derece sade (Yoksa basit mi?) bir uslubu var Çölaşan’ın. Fransızların ‘Gar Romanı’ tabir ettikleri türden bir kitap olduğu için kolay okunuyor ‘Bir Medya Belgeseli’.
Medya belgeseli nedir, biliyoruz...
Çölaşan’ın kitabının kısa-orta-uzun vadede herhangi bir etki yapması da beklenmiyor. Oysa ki Fransız Le Monde gazetesi hakkında çıkan ‘Le Monde’un Gizli Yüzü’ başlıklı kitap, hem tirajı düşürmüş hem de yazı işleri müdürünü koltuğundan etmişti. Elmayla kereviz kıyaslanmaz ama işte aklıma gelmişken neyin medya belgeseli neyin şahsi intikam kitabı olduğunu anlatmak için hatırladım.
Aslında Çölaşan sinirlerine de hakim olmaya çalışmış. Gerek Hürriyet, gerekse Aydın Doğan hatta Ertuğrul Özkök’e ağız dolusu küfürler etmeye hazır, büyük haksızlığa uğramış bir kalem emekçisi rolünde Çölaşan. Ne var ki kitap boyunca çok şahsi oynuyor. Bilmeyen de Türk Basın Tarihinde işten atılan ilk gazeteci sanacak yazarı. Kriz döneminde yüzlerce gazetecinin işine son verilirken kılını kıpırdatmamış olan Çölaşan, aynı felaket kendi başına gelince infial ediyor, bu arada da acemi üstelik de cahil bir medya eleştirmeni kimliğine bürünüyor.
Megalomani anlaşılan tedavisi pek mümkün olmayan bir hastalık. Çünkü Çölaşan, bir önceki kitabında ( Bkz: Hem Megalo Hem Çapsız Üstelik de Popülist) olduğu gibi bu sefer de her fırsatta kendini övmekten vazgeçmiyor.
Çölaşan henüz girizgahta (s.11), kendini tanıtmak yani övmek için dedesini, kayın pederini ve onun babasını filan kanıt gösterirken ‘Şimdi Emin Çölaşan’ın genlerini düşünün!’ cümlesini kullanıyor. Biyonik Adam var sanki sahnede. Genetiğin son harikası…Süper Kahraman, üstelik dedesi de kahraman, kayınpederi de müthiş bir adam…(Kayınpederiyle övünmek bizim geleneklerimizde pek yoktur ama neyse…).
Çölaşan’ın annesinin babası İstiklal Mahkemelerinin kurucusu ve Kastamonu İstiklal Mahkemesi üyesi imiş. Çocuklar, torunlar normal olarak baba ya da dedelerinin yaptıklarından sorumlu tutulamaz ama İstiklal Mahkemeleri aslında bizim hukuk ve siyasi tarihimizin öyle çok parlak sayfalarını oluşturmaz.
Megalomanın imtiyaz talebi
Çölaşan çoğu zaman ‘Ağacı görüp ormanı görmüyor’. Kendi başına geleni bile Doğan-Özkök-AKP üçlüsünün bir komplosu olarak niteleyecek neredeyse. Medya mülkiyeti konusunda da son derece hassas ve centilmen bir gazeteciyle karşı karşıyayız. Çölaşan’a göre her şey AKP dönemi ile başlamış, gazete patronu gazeteciliğin dışında da işlere çok fazla girmiş, o işleri nedeniyle hükümete daha bağımlı hale gelmiş, bu nedenle de kendisi gibi hükümet muhalifi bir yazarı kovmuşlar. O zaman ‘Hürriyet’deki diğer muhalif yazarlara bir şey olmuyor da neden Çölaşan işten çıkarılıyor ?’ sorusuna yanıt bulamıyor yazar.
Çölaşan 207 sayfalık kitabın hiç bir satırında en küçük bir hata yaptığını bile kabul etmiyor, hiç bir özeleştiri kırıntısına bile rastlayamıyoruz. Yanlış anlaşılmasın, kasten olmamak kaydıyla yapılan hiç bir hatanın karşılığı tabi ki işten çıkarılma olamaz, olmamalı. Ben vakti zamanında Çölaşan işten çıkarıldığı zaman bu edime karşı çıkmış (Bkz. Merkez Parti-Tek Parti/Merkez Medya-Tek Medya) olduğum için rahatım. Siyasi görüşleri nedeniyle hiç bir yazarın, muhabirin işten çıkarılması savunulacak bir tutum değil.
Yüz kez uyarıldığı halde, Hürriyet yönetimini ve bir ihtimal hükümeti, galiba özel olarak uslubuyla ancak bu arada AKP karşıtı yazılarıyla rahatsız eden bir gazeteci, fikriyatını ve uslubunu değiştirmemeyi yiğitlik sayabilir belki ama yıllarca yazılarının kesilmesine ses çıkaramamak da pek övünülesi bir davranış olmasa gerek.
Çölaşan bence samimi değil. Hürriyet’in ne tür bir gazete olduğu belli. Doğan’ın çıkarları, Özkök’ün yönetim tarzı da Çölaşan dahil herkesçe biliniyor. Çölaşan, hem Hürriyet’de her gün köşe yazacak, hem de bu büyük çarkın içinde dokunulmaz, popüler, dev yazar olarak kendisine müsamaha edilecek, sanıyor.
Kitapta bir sürü gereksiz ayrıntı var ancak çok önemli bir bilgi yok: Emin Çölaşan Hürriyet’ten ayda kaç lira maaş alıyordu? İkide bir ne kadar açık, samimi olduğunu belirten, okurlarıyla her şeyi paylaştığını yazan Çölaşan bu önemli ayrıntıyı acaba neden yazmamış kitabına? Gazete yönetimi ile çelişkinin bu kadar uzun sürmesi kuşkusuz salt yüklü maaştan vazgeçememe ile açıklanmayabilir.
Ancak, Çölaşan, Hürriyet’in çok okunan bir köşe yazarı olarak, bu mevki ve mevziyi de yitirmek istemediğini zaman zaman açıkça yazıyor kitabında.Fikir özgürlüğü ve mesleki-siyasi kimliğe karşı maaş ve mevki-makam sözkonusu olunca insan (Yani Çölaşan) zor karar verebiliyor demek ki. Nitekim aslında Çölaşan onurlu bir şekilde istifa bile edemeden gazeteden ayrılmak zorunda kaldı. Biraz da suçluluk kompleksiyle olsa gerek, tazminatını da harç-borç içinde yaşayan genç meslekdaşlarına dağttığını anlatıyor. Tam bir halk kahramanı var karşımızda. Medyamızın Robin Hood’u sanki…
Umutsuz aşk çünkü tek taraflı
Dikkat ettim, Çölaşan Aydın Doğan’dan hala büyük bir saygıyla sözediyor. ("Patron iyi adam" s.14; "Büyüdükçe sorunları arttı. Başına vergi belaları açıldı…Ve giderek yıprandı. Yıprandıkça, başına işler açıldıkça duygusallaştı" s.15) .
Ah evladım, yazık oluyor bu duygusal adama! Kimse Çölaşan’dan Doğan’a hakaret etmesini beklemiyor ama ben başka Doğanzedelerden biliyorum bu saygının altında yatan gerekçeyi: Onlar, tıpkı Osmanlı döneminde Padişahların olduğu gibi, aslında Aydın bey’in çok iyi bir insan olduğuna inanıyor (Ya da inanmak istiyor, inanmak durumunda) ve Doğan’ın çevresindeki insanların patronu kendi aleyhlerine bilgilendirdiğini sanıyor. Çünkü bu tür Doğanzedelerde ‘Bir gün Aydın Bey çevresindeki kötü adamların etkisinden kurtulup beni yeniden gazeteye çağıracak’ beklentisi var. Sonuç olarak Doğan hancı, Özkök yolcu…Aydın Bey, buyrun tavla hazır, hadi bir el atalım n’olur!
Kitabın sonlarına doğru (s.158) Çölaşan, Aydın Doğan sevgisinden hala kurtulamamış: "Aydın Bey’e bir saygısızlık mı yaptım? Arkasından mı konuştum?(…)Taa 2004 Mart ayında bana kendisi küstü. Niye küstüğünü de anlayabilmiş değilim". İmkansız bir aşk filminin senaryosundan alıntı gibi değil mi?
Arada, bu imkansız ve anlaşılmaz kırık aşktan başka sekanslar da var: ‘’ Hoşgeldiniz Aydın Bey’ dedim ve eski alışkanlıkla hamle edip iki yanağından öptüm.Karşımda bir heykel vardı. Sadece soğuk bir 'Hoş bulduk' dedi’’. İnsanın ağlayası geliyor yani…Aydın, Emin’i sevmiyor!
Çölaşan’ın bir sıkıntısı da Hürriyet yöneticilerinin kendisine bunca yıllık hizmetine karşı teşekkür etmemiş olması. Sadece bu tutum bile Çölaşan’ın Hürriyet’ten niye atıldığını anlamadığını gösteriyor.
Kitabın neredeyse ana iskeletini oluşturan Özkök-Çölaşan diyaloglarının Çölaşan’ın notlarına dayandığını biliyoruz. Gerçi Özkök bu konuda herhangi bir yazı yazmadı, açıklama yapmadı ama yine de zayıf bir temel bu diyaloglar. Doğruluğundan kuşkum yok ama bu diyaloglar temelinde yansız bir kanaata varmak güç. Kitap, Çölaşan’ın Hürriyet’ten atılmasını mağdurun tarafından anlatan bir metin. Doğan’ın bir televizyon programında anlattıkları diğer tarafın tutumunu tümüyle açıklamaktan uzaktı. Özkök’ün de bu saatten sonra bu konuda bir kitap yazacak hali yok herhalde.
Çölaşan bir kaç yerde itiraf ediyor: Aslında Aydın Doğan’ı ya da Doğan Grubunu övücü bir yazı yazmaya ilke olarak karşı değil, Özkök’le anlaşmazlık zamanlamadan kaynaklanıyor.
Çölaşan’ın anlamadığı, bilmek istemediği o kadar çok şey var ki, bunların başında devletle hükümetin ayrı şeyler olduğu geliyor. Sonra Hürriyet gazetesinin devletle ve hükümetle olan ilişkilerini de zerrece kavramamış Çölaşan. Evet belki Cumhurbaşkanı Sezer, yolda giderken Çölaşan’ı gördüğünde arabayı durdurup kendisini selamlıyor (Aman ne büyük bir iltifat bir gazeteci için!) ama Çölaşan, özellikle Çiller döneminde ve Kürt meselesi konusunda köşesini Genelkurmay, MİT veya bazı karanlık odakların ajitasyon-propaganda alanı haline getirmesine rağmen, devlet zirvesinden işten atılma döneminde herhangi bir destek görmemesini nasıl açıklıyor acaba?
Minik Kuş ve kafesin sahibi öldü mü acaba? Kala kala Cunda adasında lokantadaki okurlar kalmış Çölaşan’ın arkasında. Paşam siz acaba Aydın Bey’le bir konuşsanız!
Çölaşan medya-hükümet-devlet ilişkileri konusunda da pek bilgi sahibi değil anlaşılan. Bilgi sahibi olmayınca doğru dürüst fikir de geliştiremiyor tabi. Çünkü o meseleye sadece iktidar çekişmesi olarak baktığı için, aslında medyanın iktidarı yönlendirmesi gerektiğini savunuyor (s.207).
Söz gümüşse sukût teneke
İlginçtir Çölaşan’ın son kitabı Kasım başında 47. baskısını yaptığı halde özel olarak Hürriyet’de genel olarak medyada konuya ilişkin dişe dokunur bir yankı-tepki göremedim ben. Bu arada Çölaşan’ın popülerliğinden yararlanmak istercesine bu aralar ‘’Bir Emin Çölaşan Kitabı’’ yayınlandı: Aytekin Gezici’nin Karakutu (?) Yayınlarından çıkan kitabının başlığı ‘Çölaşan Nereye Koşuyor?’. (Istanbul,Kasım 2007, 215 s.). Çölaşan karşıtı bir derleme sözkonusu kitap. Uzunca bir dönemden bu yana medyada çıkmış Çölaşan yazıları ve polemiklerini toplamış gezici.
Çölaşan ve Hürriyet’ten kovulması, Türkiye’de medya mülkiyeti, tekelcilik, editoryal bağımsızlık, köşe yazarı-Genel yayın Yönetmeni ilişikileri dahası medya-iktidar ilişkilerini tartışmaya teşvik edebilecekse kuşkusuz olumlu bir fırsat. Medya akademisyenleri ve profesyonellerden oluşan Medya Gözlem Platformu Aralık ayında bu konuda bir seminer düzenleme çalışmalarına başladı.
Aydın Doğan, Ertuğrul Özkök ya da Emin Çölaşan şüphe yok ki, hali hazırda önemli medyatik şahsiyetler. Ne var ki sözkonusu kişilerin neden olduğu ya da dahlolduğu medyatik gelişmeler, şahsiyetlerden daha da önemli. Meseleye sadece medyatik ve/veya kişisel olarak değil, genel siyasi-ideolojik-kültürel ve ekonomik perspektifle bakınca okur’un konumu da önem kazanıyor.
Bir kaç soru
Kitabı okuduktan sonra ve konu hakkında yakın çevremle biraz tartıştıktan sonra bir kaç soru takıldı aklıma:
- Çölaşan’dan şikayetçi iki kesim, İslamcılar ve Kürtler şimdi daha mı memnun?
- Her gün kendisine yüzlerce mail, faks, mektup gönderen Çölaşan okurları bu aralar ne yapıyor?
- Hürriyet yönetimi, bu fırtınayı sessizlikle nasıl atlatabildi?
- Çölaşan Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra Hürriyet neden önemli bir tiraj kaybına uğramadı? (RD/NZ)