Geçmişte yapılan değerlendirmeleri içeren yazılardan yapılmış alıntılarla kurulan bir başka değerlendirme okumak, biliyorum ki sıkıcı... Ama işte iz sürüyoruz ve hayat -ben bir müneccim olduğum için değil, basitçe kapitalizm belli yasalarla işleyen bir üretim tarzı olduğu için- belli süreler içinde öngörüleri doğruluyor.
Medya savaşlarını konu ettiğim "Burjuvalar Cangılı" başlıklı ilk yazı, 10 Eylül 2001'de yayınlanmıştı bianet'te: "Uzanlar bu savaştan sağ çıkabilecek mi? Hiç emin değilim, daha önce Çukurova ve Kepez Elektrik olayından yırtmışlardı, ama bu sefer işin içinde büyük biraderler de var ve Doğan Grubu büyük biraderlere daha yakın görünüyor. Yine de kimin ölüp kimin kalacağı devletin müdahalesi ile belli olacak."
Belli olalı çok oldu, hatta unutuldu bile... Bu haftanın gazeteleri Cem Uzan'ın da ailesiyle birlikte Türkiye'yi terk ettiğini yazıyordu.
"Burjuvalar Cangılında Yeni Perde" başlıklı ikinci yazı 06 Eylül 2003 tarihliydi ve Uzan'ın tasfiyesine Doğan Medya grubunun verdiği destekle ilgili "Doğan grubu gazeteleri, geçen zaman içinde 'etik ilkeler' yayınladılar. Belli ki, gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının belirsizliği onları okurla başka bir ilişki kurma çaresizliğine doğru sürüklemişti. AKP ile de buzları erittiler ve AKP iktidarı artık 'siyasi rakipleri' haline de dönüşen Uzan grubuna yönelik operasyona girişince, katılmaktan çekinmediler. Burjuvalar arası rekabet, ölümcüldür çünkü; Kapital'den beri biliyoruz" değerlendirmesini içeriyordu.
AKP stratejisi
Devamı şöyleydi, aynen alıyorum:
"...hiçbir kapitalizm burjuva devlet olmadan var olamaz. Burjuva devlet, sermaye birikiminin güvencelerini sağladığı gibi, bizzat kamusal zenginliğin sermayedarların elinde toplanması için aracılık da yapar. İdeal burjuva devlet, sermayedarların iç kavgalarına müdahil olmaz, egemen ittifak içinde hakim sınıfların öncülüğünü bu rekabet sarsmadığı ölçüde...
"Ya da tersi hakim ittifakta bazı değişiklikler için maddi koşullar olgunlaşmadığı sürece... Bu karmaşık bir ilişkidir, toplumsal ilişkilerin bütününde egemen ideolojinin hakim ittifakın genel eğilimlerinden bağımsızlaşmasından tutun da, siyasi düzeyde egemen ittifak içindeki hakim olmayan çevrelerin siyasi temsilcilerinin hükûmet etmelerine kadar bir dizi ekonomi dışı düzeyde değişimi gerektirir.
"AKP iktidarının bir burjuva iktidarı olduğu elbette su götürmez. Ancak, egemen ittifak içinde mevcut hakim grubun birebir temsilcisi olmadığı da açık; bu bakımdan hakim grup içinde yer aldığı kuramsal olarak kolayca ispatlanabilecek olan Uzan grubunu (TÜSİAD'a üye olmamaları, diğer büyük sermaye grupları ile hep kavga içinde olmaları kuramsal olarak Uzan grubunu hakim ittifak dışına çıkarmaz) hakim ittifakın yumuşak karnı sayarak oraya hücum etmeleri siyaseten ve iktisaden oldukça anlaşılır ve hatta yerindedir.
"Böylece, hem siyasi rakiplerinden kurtulmaktalar(...); hem hakim ittifakın içine oynamaktalar ve bolca da taraftar buldular, hem de (...) temel dayanakları olan sermaye grubuna egemen sınıflar içinde hakim bir rol için zemin hazırlamaktalar."
Yeni yumuşak karınlar
AKP hükümetleri, Uzanları ezdikten ve onlardan kalanları Doğan Grubu'nun da içinde olduğu diğer burjuvalara bölüştürdükten sonra, yeni hedefini (hakim ittifak içindeki diğer yumuşak karnı) kolaylıkla belirledi, Bilgin-Ciner ortaklığına TMSF'yi salarak, "Sabah Grubu" olarak bilinen gazeteleri önce "devletleştirdi", akabinde, devlet bankalarının sağladığı krediyle başına Başbakan'ın damadını getirmekten çekinmeyecek ölçüde şeffaflıkla, MÜSİAD üyesi Çalık Grubuna sattı.
Bu operasyonla, hakim medyadaki mülkiyet paylaşımı AKP yandaşı sermaye lehine epeyce genişletilmiş oldu. Sonuçta, Türkiye Cumhuriyeti'nde bir burjuva hükûmeti kuran AKP'nin yaptığı, sermaye içinde hakim ittifakın birebir temsilci olmadığı ve olamadığından "yerini" sağlamlaştırmak için kendinden önceki sermaye hükûmetlerinin tam olarak yüz yıldır bıkmadan usanmadan tuttukları yolu aynen izlemekten ibaretti.
Buna yandaşı olan sermayenin hiçbir itirazı yoktur. Öyle değiliz demelerine bakmayın, ister tam AKP destekçisi ister gönülsüz AKP destekçisi olsun burjuvaların hiçbiri sıkıya gelemez, devletten ille de doğrudan sermaye transferi isterler. Çünkü Ankara ilk burjuvalarını yaratmaya başladığından beri buna alışıklar ve en son gelenler de Ankara'dan bunu alenen istiyorlar.
MÜSİAD Başkanı Erol Yarar, 20 Temmuz 2009 tarihli Star gazetesindeki söyleşisinde, "TÜİSAD'dan farkınız ne?" sorusuna "Devletten nemalanmamak."; "Alemin kralı TÜSİAD mı MÜSİAD mı?" sorusuna "Sayısal çoğunluk MÜSİAD'da, parasal çoğunluk TÜSİAD'da. Onlarda 40 yıllık sermaye birikimi var ama aradaki fark çok azaldı. TÜSİAD geçmiş MÜSİAD gelecek demek" yanıtını verdiğinde, cangıldaki konumlarını hatırlatıyordu. Ne söylediği yorum gerektirmeyecek kadar açık, Ankara artık gerekirse TÜSİAD'dan alarak (!) onlara vermeliydi.
Bunun, "darbe-demokrasi-ergenekon" bağlamında çoktandır başlamış olan medya savaşlarına doğrudan etki etmeyeceğini düşünmek; işte bu saflık olurdu.
Doğan grubu
Yine de vergi cezası kesilene kadar yeni yumuşak karnın Doğan grubu olduğunu bu söyleşiden sonra öngörmek, eğer Ekrem Dumanlı'nın en meşhuru "Tasfiye Edilecek Gazete(ci)ler Listesi" olan ve ayakta kalacakları anlattığı iki yazı ile devam eden yazıları olmasa, o kadar kolay değildi.
Zira, Fehmi Koru, yıllardır "Aydın Doğan iyi ama çevresindekiler kötü" yazıları yazıyordu ve son dönemeçte Doğan Grubu Medyası'nın uzlaşmak için verdiği açık sinyaller, Fehmi Koru'nun açtığı yoldan "yeni bir uzlaşma mümkün olabilir" fikirlerini de güçlendirmekteydi. Ekrem Dumanlı, puslu havayı dağıtmış oldu, yeni yumuşak karın -Taraf gazetesinin özellikle işaret ettiği görece küçük hedef olan- "Karamehmet Medya"sı değil, "Doğan Grubu Medyası"ydı.(*)
Açıkçası bütün bu değerlendirmeler Doğan grubuna onu yok etmek için kesilen cezayı anlaşılır kılmaktaysa da, TÜSİAD'ın bu vergi cezası karşısında Doğan grubunu canla başla savunmasa bile daha etkili çıkışlar yapacağı beklenebilirdi.
Elbette, burjuvalar arasında kural "başkasının malına göz dikmek"tir, fakat bu kadarı, burjuvazi içinde başat bir eğilim olarak TÜSİAD'ın sesinin sadece Ali Koç'un ağzından, o da bir iç tartışmada sarf edilen, "Arzuhan haklı. Bu konuda (vergi) fazla sessiz kaldık. Destek vermemiz, sahip çıkmamız gerekirdi. TÜSİAD olarak etkimizi kaybediyoruz. Gerektiğinde yumruğumuzu masaya vurmamız lazım. TÜSİAD'ın yönetim tarzını doğru bulmuyorum. MÜSİAD'dan bile daha güçsüz algılanmaya başladık. Onlar daha çok dikkate alınıyor. Şimdiye kadar bu toplantılara gelmiyordum. Artık gelme niyetindeyim. Ama bu sözlerimden sonra beni konuşturmazsınız" cümleleriyle sınırlı kalması, cangılın ne denli dehşet verici olduğunu göstermesi bakımından oldukça ibret vericidir.
Dayanışacaklar mı, paylaşacaklar mı?
2003'te, AKP iktidarının daha ilk yılı dolmadan gözlediğimiz "hakim sermaye ittifakının yumuşak karnını hedef alıp bazılarını parçalayarak", "temel dayanakları olan sermaye grubuna egemen sınıflar içinde hakim bir rol için zemin hazırlama" stratejisiyle birlikte düşünüldüğünde, MÜSİAD başkanının "Asıl burjuvalar da, gelecek de biziz" çıkışı sonrasında, Doğan grubuna reva görülen "devlet davranış"ı, açıkça TÜSİAD'dakileri Ali Koç kadar ürkütmeliydi.
Ürkmedilerse, bir komplo teorisi olarak değil, kapitalizmin işleyiş yasalarının ve yakın geçmişte yaşananların bize öğrettiklerinden yola çıkarak, iki olasılıktan söz edilebilir: İlki ve daha kuvvetlisi, AKP'nin Doğan grubundan kalan pastayı nasıl bölüşecekleri konusunda uluslararası ortaklarıyla birlikte diğerlerine bir öneri götürmüş olmasıdır.
Ancak, New York Times, Wall Street Journal ve Financial Times'da çıkan yorumlar, Avrupa Birliği'nin konu ile ilgili TÜSİAD'ı aşan sert tepkisi ile birlikte değerlendirildiğinde, AKP'nin bu tür bir iklimi hazırlamadığı ya da hazırlayamadığı izlenimi yaratıyor.
İkinci ve daha zayıf ihtimal ise, TÜSİAD'ın diğer burjuvalarının Doğan grrubu ile dayanışmak için ellerini akrepli ceplerine sokmalarıdır ki, hepsi bu akrebin kendisini sokmasındansa sıtmaya çoktan razı edilmiştir.
Eğer Doğan grubu yaşayacaksa, bu ancak kapitalist devletin müdahalesi ile olur; vaktiyle Citigroup'a yönelik böyle bir müdahale hükümet katında gerçekleştirilmişti. Ancak sırada aç kurt gibi bekleyenlerin (bazıları bu aç, açlıklarını da uluyarak belli eden Anadolu kurtlarının demokrat olduğunu ileri sürüyor ya, en çok buna şaşıyorum!) buna pek de razı olmayacaklarını kapitalizmin tarihsel mantığının Türkiye'deki burjuvalar cangılında özgül işleyişinden çıkarsamak mümkün...
Doğan grubunun kurtuluşu için, kala kala, Avrupa Birliği'nin özgül bir dolayım kurarak, Türkiye Cumhuriyeti adlı kapitalist devletin düzenlemesini aşan bir müdahalesi kalıyor. Bunun mümkün olup olmadığı, Avrupa Sermaye Birliği'ne ne kadar girip girmediğimizin de göstergesi olacak...
Sonuçta ne mi olacak? Bu "cangıl" yazıları, ben yazdıkça, hep aynı şekilde, 2001'de yazıldığı gibi bitecek: "Biri ölse de, diğeri sağ kalacak, kapitalizmin yasaları işleyecek, burjuvalar cangılında kavga bitmeyecek. Ta ki, büyük çoğunluk, toplumsal zenginliğimizin eşit olarak neden hepimizin olmadığını sorana dek..." (MBM/TK)
(*) bianet'teki medya değerlendirmelerime "Orta Sınıfın Misyon Sahibi Yazarları" başlıklı yazı ile başlamış ve o yazıda Doğan Grubu Medyası'ndan Ece Temelkuran'ı da anmıştım. Ekrem Dumanlı'nın yazısından sonra kendi ifadesiyle "imasız" sorduğu, "Edebiyat dikeni batmış, içinde o diken kalmış bir el nasıl olup da bükülür yazar 'Tasfiye edilecek gazeteciler?' yazısını Zaman gazetesinde? James Joyce'un 'Dublinliler' kitabındaki 'turnikede kalma anına' bir saygı duruşu gibi algıladığım 'Anlık Hikayeler' kitabını yazan biri, sonra nasıl 'geveze kavgalarına' girebilir gazeteciliğin?" soruları, yorum gerektirmeyecek kadar "hüzünlü şekilde" hakikati ortaya seriyor: "Sermaye-devlet-medya ve sermayenin bir dolayımı olarak tarikat" ağı yırtılmadıkça, asla "özgür bir medya" olamayacak. Ne kadar doğrudur tartışılır ya, onlara "edebiyattan geldiklerini" hatırlatsanız bile!