İki bin yılının kışıydı. Mjora dergisi yayın hayatına henüz başlamıştı. Dergi toplantısı bitmiş, Kadıköy'den Üsküdar'a gelmiştim ki cep telefonuma bir mesaj düştü. Bu mesaj öncekilere hiç benzemiyordu. Lazca bir şiir ve altında bir isim: Abaşişi Nurdoğan. Hemen numarayı çevirdim. Karşıma Lazca konuşan, Lazca'yı şiir gibi konuşan bir adam çıktı. Sesi babacandı, kendine güvenen bir tavrı vardı. Aradan geçen zaman onun gerçekten bir şair, Lazca'nın şairi olduğunu ispatlayacaktı.
Tarih Nisan 2008'i gösterdiğinde hakkımda açılan seri davalardan birine katılmak üzere avukatımla birlikte Fındıklı'ya(Vitze) gittim. Günlerden Cumartesi'ydi. Fındıklı'ya vardığımızda öğlen olmak üzereydi. Otele yerleşip yol yorgunluğunu attıktan sonra Nurdoğan ağabeyi ziyaret etmek vardı aklımda. Fındıklı'ya kadar gidip de onu görmeden döndüğüm hiç olmamıştı.
Ben hazırlanırken telefonum çaldı. Arayan Özcan Sapan'dı ve nerede olduğumu soruyordu. Cevap vermeye fırsat kalmadan "Nurdoğan ağabeyi kaybettik, haberin var mı?" dedi. Anlamadım. Nasıl yani, Nurdoğan ağabey, Nurdoğan Abaşişi mi? ... Bir an hayalle gerçek arasında gidip geldim. İnanamadım. İnanılmayacak ne var diye düşünebilirsiniz haklı olarak. İnsan ölümlü bir varlıktır. Sorun benim Nurdoğan ağabeye ölümü hiç yakıştıramıyor olmamdı. Niye gitmiştim ki Fındıklı'ya? Böyle bir zamanda
Bir süre sonra kendime geldim. Demek Nurdoğan ağabey ölmüştü... Kalp, tansiyon ya da buna benzer bir nedenle. Hem de bu sabah, 2 Nisan sabahı, saat 10.00'da... Bütün bunları sorguladım.
Ama ne fark eder ki aslolan ölümdü. Gerisi laf-ü güzaf.
Abaşişi Nurdoğan, emekli olduktan sonra memleketi Fındıklı'ya (Vitze/ Bğeti) yerleşmişti. Vitze'ye bağlı Sumle köyü Ğoncoti mahallesindendi.
Abaşişi, dünyaya gözlüğün sol camından bakan ve bu yüzden de vaktiyle başı epeyce belaya girmiş biriydi. İş dolayısıyla Giresun'da bulunduğu sıralar tiyatroyla ilgilenmiş, senaryo yazarlığı, oyunculuk ve yönetmenlik yapmıştı. Bu yirmi yıllık deneyim müthiş bir birikim yaratmıştı kendisinde. Yeteneğini, birikimlerini emeklilik döneminde artık Lazca için kullanacaktı.
Abaşişi okumayı sevdiği gibi yazma konusunda da yetkindi. Bu yeteneğini özellikle Lazca için kullanması ise Laz dili ve kültürü açısından bir şanstı. Kendisi bunun farkında olan biri olarak gerçekten Lazca'nın yazılı bir dil haline gelmesine katkıda bulunmak istiyordu. Lazca yazmak, Lazca ürünler vermek için gayret ediyordu.
Abaşişi, Laz masallarını derledi ve kitap haline getirdi....
Abaşişi ile yeni bin yılın başlangıcında, milenyumda tanıştık. Bu aynı zamanda Lazca sevgisi ile üretim üzerinden kurulan ve böyle de yürüyen bir dostluğun da miladı oldu. Yaz aylarında memlekete gittiğimizde şair dostumuzla uzun ve keyifli sohbetler etme fırsatı buluyorduk.
Abaşişi'nin şairliği kadar ünlü bir yönü daha vardı: Hatipliği. Lazca ve Türkçe hikaye anlatıcılığı konusunda son derece başarılıydı. Dinleyeni kendine bağlayan, onu hikayenin bir parçası gibi hissettiren sihirli bir anlatımı vardı.
2004 yazında kendisini yeniden ziyaret ettim. Ortak arkadaşımız Hasan Uzunhasanoğlu, Nurdoğan ağabeyin Lazca masal çalışmalarından bahsetmişti bana. Bu seferki görüşmemizde masallar üzerine uzun uzun söyleştik. Babaannesinden duyup dinlediği masalların yanında birçok da derleme yapmıştı. Bu birikiminin değerlendirilmesi gerekiyordu.
Görüşmemizden kısa süre sonra onları toparladı ve masalların Türkçe özetlerini çıkardı. Bununla da yetinmeyerek isteğimiz üzerine İstanbul'a gelerek onları seslendirdi. Artık Lazca masal kitabı hazırdı. Üstelik kendi sesinden CD'si de. Lazuri Paramitepe, 2005'te İstanbul'da yayımlandı. Bu Abaşişi'nin kitaplaşan ilk çalışması oldu.
Lazların piri / Lazepeşi Phaphu
Lazca'da "Pir" kelimesi yok ya ben "phaphu / dede" kelimesini pir olarak çevirdim ki esas kastedilen oydu. Yine bir gün Nurdoğan ağabeyle bir telefon görüşmesi yapıyoruz. Nedense ona onu anlatma ihtiyacı duymuştum. Sahi Nurdoğan Abaşişi kimdi bizim için, ne ifade ediyordu? Dilden edebiyata, gelenekten kültüre bu denli donanımlı biri nasıl tanımlanırdı?
Lazepeşi phaphu Lazlar'ın Piri tanımlaması kendisinin de hoşuna gitmişti. Gerçekten benim için bir dede, bir Pir'di Abaşişi. En azından ben çok şey öğrenmiştim kendisinden ve gelecek nesillerin de öğreneceği çok şey vardı. O bir Tişineri idi ya da bir Umçane...
"Baharatlı Laz Böreği"
Abaşişi, adına "Baharatlı Laz Böreği" dese de henüz kitaplaştırmadığı çalışması yemek tariflerini kapsamıyordu. Gerçi yarım yüzyılı aşan ömründe gördükleri ve yaşadıkları bir değil, birkaç kitap dolduracak nitelikteydi. Şair dostumuz, yazmak konusunda ne kadar mütevazı da olsa son derece yetenekliydi. O kadar ki önüne hangi konu konsa kitap yapabilirdi.
Onun en büyük kitabı belki de kendi yaşamıydı. Bu yüzden kendi hayatını "Baharatlı Laz Böreği' şeklinde tanımlıyordu üstat. Yazılmamış, yarım kalmış bir kitap. Hangi hayat var ki tamamlanmış?
Şair Kadıköy Nemesis'te
Artık pek çok insan Abaşişi'in şairliğini, hikayelerini, anlatımdaki ustalığını ve kültüre dair birikimini yakından biliyordu. 2006 yılının kışında İstanbul'daki Lazlar'ın kendisini daha yakından tanıması ve birikimlerini paylaşması için bir panele katılmasını istedim.
Usta tiyatrocu için sıra kültürünü anlatmaya, ana dilinde şiirler okumaya gelmişti. Bu şairin ana dilinde bir topluluğa karşı ilk hitabı olacaktı. Heyecanlı olduğu her halinden belliydi.
Abaşişi, panel boyunca unutulmaya yüz tutmuş gelenekleri, Lazlar'ın yaşam biçimleri, adetleri ve Lazona'da yaşanmış hikayeleri anlattı. Panel keyifli bir sohbete dönüştü ve nihayet o meşhur şiirini okudu.
Çhanda çkuni/ Davetimiz
İsa nenaz mu itkven Nazimi çkimi/ Doğru söze ne denir Nazım'ın
İsa nenaz miz mu utkun/ Doğru söze ne denir
Çkun;/ Biz
Xirxineri ntsxenepete var moptit/ Kişneyen atlarla gelmedik
Mitiş dobadona var goptit/ Kimsenin vatanında gezmedik
Mitti mitiş getasule var bzonit/ Kimsenin bostanını eşmedik
hak borthit./ biz buradaydık
Kişneyen atlarla gelmedik....
Nurdoğan Abaşişi'nin şair yönünden birçok yerde bahsettim. Üstelik bir tek şiirinden dahi bahsetmeden, şairliğini anlatmadan, şiirlerini tanıtmadan. Hoş, şair Abaşişi'nin şiirlerini topladığı "Purkinora" adlı çalışmasının mizanpajını yaklaşık bir yıl önce bitirmiştim. Hatta ISBN numarasını bile alınmıştı. Tamamı Lazca şiirlerden oluşan Purkinora baskıya hazırdı ama ne yazık ki sağlığında basılması mümkün olamadı...
Abaşişi Nurdoğan, modern Laz şiirine kimlik kazandırma, Laz edebiyatına katkı sunma bakımından Hasan Helimişi ile birlikte anılması gereken önemli bir değerdir.
Helimişi Xasani gibi şiirlerinde toplumcu bakışı temel almıştır. Kendisi Nazım Hikmet hayranıdır ve şiirlerinde Nazım Hikmet'in etkisini görmek mümkündür. Ama hiçbir zaman bundan rahatsızlık duymamıştır. En güzel şiirlerinden biri Nazım Hikmet'e nazire yaptığı "Bizim Davetimiz" adlı şiiridir. Nazım'ın "Davet" şiirine cevap niteliğinde olan "Bizim Davetimiz" adlı şiiri, Abaşişi Nurdoğan'ı unutulmaz kılacak şiirlerinden biridir şüphesiz.
Nazım Hikmet, "Dört nala geldik uzak Asya'dan" diyordu...
Bir Laz şairi de hayran olduğu büyük şaire cevap veriyordu: "Biz buradaydık"
Hayde Kyoişe/ Hadi köye
2007 yazının Ağustos ayı. Nurdoğan ğabeyi ziyarete, Fındıklı'ya gittim her zamanki gibi. "Köye çıkalım" dedi. "Köyde oturur, laflarız.' Ğoncoti köyüne çıktık. Şair,yaşlı annesini şefkatle kucakladı, yedirdi, yatırdı, uyuttu. Arta kalan zaman bizimdi. Konu elbette ki Lazca olacaktı. Koyu bir çayın eşliğinde yapabileceğimiz en iyi şey Lazca koyu bir sohbet olabilirdi. Herkesle her şey konuşulurdu da şairle çayı, kiviyi, otu, çimeni konuşmanın bir esprisi yoktu. Karşımdaki Laz şairi Nurdoğan Abaşişi idi. Sohbet, Nazım Hikmet şiirlerinden açıldı. Elbette ki Nazım'ın üstüne adam yoktu. Ne de şair...
Öyle ise Türkçe'nin büyük şairinin şiirlerini Lazca'ya çevirmek gerekiyordu. Ve elbette ki bunu en iyi yapabilecek kişi Nurdoğan Demir Abaşişi idi. Büyük bir şairin şiirlerini ancak onun dilinden çok iyi anlayan ve anadiline hakim biri çevirebilirdi.
Nurdoğan Abaşişi'den bunu yapmasını istedim. Zaten denemeler yapıyordu. Nazım'ın bir kaç şiirini Lazca'ya çevirmişti bile. Onları okudu. Lazca'ya olan tutkumdan mıdır bilmem, çevirileri son derece edebi ve başarılı buldum. Öyleyse Nazım'ın geri kalan şiirlerini de çevirmek gerekiyordu.
Nurdoğan ağabey ile bu konuda anlaştık. Önümüzdeki dönemde yapacağı işlerden biri de bu olacaktı artık. Nazım'in şiirlerini Lazca'ya çevirmek. Sohbet çay eşliğinde devam etti. Nurdoğan ağabeyi dinlemek, onunla Lazca'yı, Laz kültürünü konuşmak, büyük keyifti. Şair Abaşişi'yi tanımaya vesile olması bakımından da iyi bir tercihti.
Lazona'da yaşanmış hikayeler
O gece Nurdoğan ağabey ile uzun uzun sohbet ettik. Bu sohbet yeni üretimlere kapı aralaması bakımından da faydalı oluyordu. Onunla aynı dilden; Lazca konuşuyorduk. Üstelik bununla da kalmıyor, anadilimizin geleceği için de aynı dilden konuşuyorduk. Gecenin sonunda, Şair Abaşişi için yeni bir kitap projesi daha vardı artık.
Lazona'da halkın yaşadığı gerçek hikayeleri derleyecek, kitap haline getirecekti. Zaten ciddi bir birikimi ve hazırlığı da vardı. Birkaç ay sonra Nurdoğan ağabey aradı ve bir kitap olacak kadar hikaye topladığını söyledi. Söylemekle kalmadı, elektronik posta ile gönderdi. İşte Nurdoğan Abaşişi'nin derlediği Lazca bir hikaye:
NÇHOLO ÇHVERİ
Sumlas lazuthi otsxunuşi meci thu. Biçhepe, bozope onthaleri ar qele lazuthi tsxunoman, ar qele nithrağodaman. Oxoktunan daa..
Hatzi ar qele-ti bozopek daçxuris nçholo çhuman do biçhepes nuthqomelnan.
Eminişi Xasani-ti hek ren. Xasani elabaderi ar qoçi. "Bozope ar-ti ma nçholo domiçvit' ya do ixvetzen mara mitik var uçhvams. "Elbet ma-ti momçanen" ya do imsiminu do ar oras nena var eşiğu. Otzqedu-ki mitik mutu var meçams, hemindoras guri muxtu do; "Bozope arti nçolo ma domiçvit da ğormoti var giyonunan-i" ya do mğoru.
Bozopeşi arik naan; "Xasan cumat çku var maçhvenan, gaçven-na moxtu do çhvi" ya utzu.
Hemindors Xasanik ti kogeiğu do tamo nenate; "Var gaçhvenan-na kai da, dido qai" ya tku.
Ham otku mu nenaşa moxtu ipti mitik var oxotzonu do ukule gamasvares şkule dzitsate iri qethi divu.
Ama Ardeşenli Ferhat dayının hikayelerini de eklerse daha iyi olurdu. Bir telefon görüşmemizde Ferhat dayının hikayelerini derlemek üzere Ardeşen'e gitmek üzere olduğunu söyledi.
Son konuşmalar...
Çok kısa bir süre öncesine kadar, kendisiyle yayına hazır halde bekleyen Lazca şiirlerini nasıl yayımlayabileceğimizi konuşurken şimdi onun hakkında, o yokken yazmak bana gerçekten büyük bir üzüntü veriyor. Hele hele son bir söz edemeden, sonsuza dek ayrı düştüğümüzü bilmek çaresizlik duygusu yaratıyor bende. Yine de Abaşişi Nurdoğan'ı yazmalıyım. Onu herkese anlatmalıyım. Hem şimdiki gençlerin hem de gelecek kuşakların onu tanımasına vesile olmalıyım. Bu hem bir vefa borcu hem de bir görevdir benim için.
Son söz
O anadilinin şiirini yazdı. Laz dili ve kültürünün yaşaması, gelecek kuşaklara aktarılması için çalıştı, mücadele etti. Lazca masallar, hikayeler, destanlar, şiirler ve şarkılar derledi.
Lazca'nın edebi dil olabileceğini, anadilimizle var olabileceğimizi gösterdi bizlere.
Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz... (İB/BB)