Karadeniz'in renkli insan coğrafyasının en mühim bileşenlerinden Lazların yıllardır televizyonlarda "Temel" karakteriyle lanse edilmesi hem Lazları rencide ediyordu hem de bu kadim halkın yeterince tanınmamasına neden oluyordu.
Ne zaman ki Laz kültürüyle ilgili kitaplar yazıldı, müzik kayıtları ortaya çıkarıldı kısa kültür alanında insanlar kendilerini ifade etmek için yollara düştü, o zaman bu memlekette Lazların kim olduğu bir nebze olsun anlaşılmaya başladı.
İsmail Cem'in, Kültür Bakanlığı yaptığı dönemde Avrupa Birliği'ne yaptığı ziyaretlerde yanında hediye olarak götürdüğü üç-beş albümden biri onunkiydi.
Heyamo ismini verdiği ilk albümüyle en başından özgün bir işe imza atacağının sinyalini veren, Karadeniz'in ezgilerini insanlara duyurmak için okulunu bile bırakan, Pazar'ın Apso köyünde doğan, sıra dışı müzisyen Birol Topaloğlu'ndan başkası değildi.
Birol Topaloğlu, Karadeniz'de Lazların ezgilerini Heyamo'dan sonra "Aravani", "Lazeburi", "Ezmoce", "Destanî" ismini verdiği albümlerle de devam ettirdi. Şimdilerde "Dilinizi kaybetmeyin" mesajıyla yayınladığı ve içinde Gürcüce, Hemşince, Rumca, Lazca ve Türkçe şarkıların yer aldığı "Kıyı Boyu Karadeniz" isimli albümünü yayınlayan Topaloğlu'yla müziği, derlemeleri ve son albümü üzerine söyleştik.
Heyamo ismini verdiğiniz 1995 çıkan ilk albümünüz tamamen Lazca ezgilerden oluşuyordu. Bu albümü nasıl yaptınız?
1995'te Gaziantep'ten İstanbul'a geldim. O dönem İsmail Hakkı Demircioğlu'yla tanıştım, Erkan Oğur'la çalışıyordu. İsmail cura ve bağlama çalıyordu, sonra ben de bağlamayla gelince bir üçlü gibi ne yapabiliriz diye konuştuk. Beraber çalıştığımız sıralarda bir taraftan da Lazca mırıldanıyordum.
Erkan Oğur, " Bu ezgileri ortaya çıkarmak gerekiyor. Bence üçlü olmaktansa sen bunları tek başına söyle, sonra tekrar bir araya gelebiliriz" dedi. Onlar ikili olarak devam etti, ben de tek başıma Karadeniz ve Laz müziği üzerine çalışmalara başladım. Kalan Müzik böyle çalışmalarla ilgileniyordu. Erkan, Hasan Saltık'a gitmemi önerdi, o da ilgilendi.
Peki, Lazca müzik yapmanın zorlukları neydi ve hala zor mu?
Benim için Lazca müzik yapmak çok kolay çünkü anadilim. İnsanın anadili üzerine müzik yapması kadar kolay bir şey yoktur. Fakat sonra tepki görüyorsunuz, anında birkaç kademe aşağı iniyorsunuz. Statü olarak demiyorum, yani insanlar görmek istemiyor. Yıllarca görünmeyen bir topluluğun insanıyız. Festival olur, Lazca söylersin, "Sen de mi bölücüsün" lafları duyarsın!
Heyamo albümünü yaptığım zaman yörede gizli satılıyordu, insanlar başlarına bir şey gelmesinden çekiniyordu. Festivallere davet edilmedim, görülmek istenmedim zaten yok edilmeye çalışılan bir kültürün ürünüyüm, bu müzikle var olma çabası birilerini rahatsız etti aslında. Kapıdan giremedik, ama bacadan küt diye düştük.
Yeni albümünüz Kıyı Boyu Karadeniz'i Arhavi'de tanıttınız. Eskiye kıyasla bugünkü algılama nasıl bölgede?
1997'de etnik müziği sahiplenen radikal bir kesim vardı. Yöre müziğini benimseyen liberal kesim de ne yaptığımı merak ediyordu. Bir zaman sonra ilk başta destekleyen radikal kesim ulusalcı boyuta düşüp reddettiler. Sonra zaten son zamanlarda ulusalcılık, yerelcilik, etnisite konusunda bir parçalanma var. Bu parçalanmada liberal kesim kültürü daha çok sahiplenmeye başladı. En son Arhavi konserinde gördüğüm oydu. Bu kesimin de derdi müzik ve kültür zaten siyasetin sağına soluna bakmıyor. Tabii belediyenin de bu tip etkinliklere açık olması önemli.
Arhavi tamamen Lazların yaşadığı bir bölge. Ben Arhavili değilim ama aynı dili konuşuyoruz. Onlar da sahipleniyorlar şu anda. Heyamo ve Aravani döneminde daha radikal bir kesim takip ederken şimdi batısı da dâhil olmak üzere Karadeniz'de yaptığım müzik dinleniyor. Bu bir süreçtir. Konserime gelen hele hele beni sokakta gören insanlar bunun korkulacak bir şey olmadığını gördüler. Çünkü özü ve sözüyle bir yaşamaya çalışıyorum. Bugüne kadar savunamayacağım bir iş yapmadım. Yaptığım çalışmalar samimi, arkasında kurcalayıp bir şey bulamazlar. Birol'u kazıdıkça arkasında sevgi, insan ve müzik bulacaklar. Yaptığım her işin sonuna kadar arkasındayım.
Bugüne kadar yaptığınız çalışmalar Karadeniz'in derinine inen çalışmalardı. Son albümünüz Kıyı Boyu Karadeniz'de ise dil çeşitliliği göze çarpıyor. Biraz da kıyı boyu sürecini konuşalım.
Laz müziği yapmaya başladığım zaman kafamda hep şu vardı: Ben Laz müziği yapan Birol değil, müzik yapan Birol'um. Fakat Lazca'yı o kadar itilmiş, kakılmış görüyor ve kendimi o kadar rencide hissediyordum ki açıkçası bir pozitif ayrımcılık uyguladım.
Lazım, etrafımda Lazca ezgiler var, Lazca'ya kimse sahip çıkmıyor, benim varsa enerjim bunun için harcamalıydım. Sokakta yerde yatan hasta bir bebek gibi görüyordum kültürümü, can çekişiyordu adeta. Kendimce bir yardım eli uzattım aslında.
Bir kişi ile tabii ki hiçbir şey olmaz ama kültürle ilgili çabası olan insanların kafasına "ben de ne yapabilirim?" sorusunu düşürüp, bu sayıyı çoğaltabilirsiniz. Zamanla da böyle bir kitle oluştu zaten. Yoksa benim Laz dilini kurtarmak gibi büyük hayallerim yoktu. Sadece müziği ön plana alarak, bağlamayı bir kenara bırakıp, sıfırdan tulumu, kemençeyi kullanarak -ki onlar da hor görülüyordu- tekrar bir şeyler yapmak istedim.
Lazca müzik yapıp; Gürcüce, Hemşince, Rumca söylememek dünya müziği yapıyorum diyen birine yakışmaz. Dünyadaki kültürlerin yok olmasına karşı duyarlılık gösteren biri olarak bu çalışmayı yapmakta geç bile kaldığımı söyleyebilirim. Ama Laz müziği yapan Birol olarak anılmak istemiyorum, ben her türden insanları seviyorum ve hissetmeye çalışıyorum. Hem ben hem o kültürler ölmeden böyle bir çalışmayı ortaya çıkarma şansına sahip olduğum için mutluyum.
Bu çalışmanın sizi bugüne kadar Laz milliyetçiliği yapıyor eleştirilerine karşılık olduğunu söyleyebilir misiniz?
Açıkçası ben aklı başında insanlardan böyle bir eleştiri duymadım. Kafatasçıların söylediği şeyler bunlar. Ne yaparsanız yapın illa ki kiminin hoşuna gider kiminin gitmeyebilir...
Bugün büyük kentlerden bakınca Karadeniz bölgesini nasıl görüyorsunuz?
Köyler boşalmış ya da boşaltılmış, tarım ve hayvancılık bitmiş. Aslında büyük kentlerin durumu daha vahim. Biz sadece bankalara çalışıyoruz. Ben köy toprağımı ekip, biçsem aç kalmam ama burada aç kalma riskim var. Şimdi de daha büyük belalar var. Eğer kültürüne, toprağına, suyuna sahip çıkmazsan gelip elinden alıyorlar. HES'ler böyle bir şey işte. Bilinç uyanması yok aslında. Bir de tembelleştirildi insanlar. Devlet yerelleri besleyecekti, orada insanlar okullar açacak, anadilini öğrenecek. Bu biraz da mentaliteyle ilgili. İstanbul'daki yığılmanın sona ermesi lazım, bunun için de istihdam yaratılmalı. Karadeniz bölgesi için de aynen geçerli.
Yıllardır Karadeniz müziği içerisinde yer alan öncü kişilerden birisiniz. Bugünkü Karadeniz müziği piyasasına nasıl bakıyorsunuz?
Bu olayların ortaya çıkış noktasında Zuğaşi Berepe'nin İstanbul'da 90'lı yılların başında Lazca-rock yapıyor olmaları, özellikle sol çevrelerde beğenildi. Bir başlangıç yaptılar ve çok önemliydi. Müzikal başlangıcı noktasında onları anmak lazım. Derlemecilikleri yoktu ama kendilerince müzik yapıyorlardı çok önemli bir adımdı. Özellikle birinci albümleri Va "Mişkunan" çok önemliydi. Daha sonra ben "Heyamo"yu yaptığımda şaşkınlıkla karşıladılar, Lazca derleme bu kadar müzik var mıydı diye.
Ondan sonra Zuğaşi Berepe'deki müzikal birikimleriyle Kazım yoluna devam etti. Ve popüler Karadeniz müziği adına kitleleri etkiledi. Ben de müzik yapan insanların arasında derleyicilik yanımın olması ve o kökten besleniyor olmam nedeniyle sanırım biraz daha farklıyım. Laz kültürüne yakınlaştıkça, daha çok Laz gibi düşündükçe müziğimin daha çok Lazlaştığını düşünüyorum.
Bu açıdan kusura bakmasınlar diğerlerinden kendimi ayrı tutuyorum. Diğer arkadaşlardan da güzel işler yapanlar var ama ben bu şekilde yoluma devam edeceğim. Popüler müziğe, popüler söyleme biçimine, İstanbul Türkçesine teslim olmadan müzik yapmak istiyorum.
Derlemeler nasıl yapılıyor, biraz bilgi verebilir misiniz?
Kendimi derlemeci olarak görmüyorum, derlemecilik doğuştan bir şey. Bu bir meslek aslında, bunun bir eğitimi var aslında. Bu işi deneme yanılmayla öğrendim, aslında derlemeci filan değilim. Gönül işi bu, annemden aldım, bazen yaşlılar getiriyor. Benim yaptığımı herkes yapar aslında. Bir kayıt cihazı lazım ama onunla bitmiyor. Gideceksin, günlerce yaylada kalacaksın, bunun çilesi var ama farklı bir çile. Bir de yaşlı bir kadının evine gittiğin zaman oradan bir şey alabilmen için kadının seni çocuğu gibi görebilmesi gerekir. Ben derlemeye gittiğim zaman kadınlar, mademki geldin, benim çocuğumsun, sana türküler söyleyebilirim diyor.
Derlemeci değilim diyorsunuz ama derleme yapanlar da sizi buluyor.
Mecit Çeliktaş'tan bahsediyorsunuz. Çok önemli. Benim ilk Lazca derleme albümüm "Lazeburi"den de önemli. Aslında hiçbiri birbirinden önemli değil ama Lazca bilmeyen, Lazeburi dinleyen pırıl pırıl bir köylü genç çocuk Kizirnos'tan bana bir mektup yazıyor ve bu parçaları yapsa yapsa ancak Birol abi değerlendirir diyor. Arkasından kasetler, şiirler yolluyor ve ben o çocuğa yol gösteriyorum.
O da söylediklerimi, yaptı ve neticede "Saklı Ezgiler -Kizirnos" isminde çok güzel bir albüme imza attı. "Kizirnos" Karadeniz'de bugüne kadar yapılmış başyapıtlardan biridir. Kendimi böyle bir albüm yapma şansına sahip olduğum için çok bahtiyar sayıyorum.
O zaman derleme yapan ve derlemenin gücüne inanan herkes size ulaşıp çalışmalarını sunabilir...
Elbette seve seve. Ben bu konudaki birikimlerimi aktarıyorum. Ufak ufak da geliyorlar aslında. İnsanlar korkmasın; bu tip çalışmalardan kimseye zarar gelmez. Geçmişten korkmamak, onunla yüzleşmemiz gerekiyor. Geçmişimize sahip çıkmamız gerekiyor ki önümüze bakabilelim. Gençler derlemelere devam etsin, bu konuda her türlü desteği sağlarım. (UB/HK)