İstanbul’a yolumu düşürdüğümde her daim uğrak noktalarımdan biri olmuştur Aslıhan Pasajı.
Kitapçılar çarşısı olarak da bilinen bu binanın içinde eski/yeni sahaflar, küçücük dükkânlarında dünyaları bize ulaştırmak için didinir durur.
Aslıhan’ın eskiden Krepen isminde tarihi bir pasaj olduğunu bilmiyordum ben de birçok İstanbul meraklısı gibi. Hermes Sahaf’ın kurucusu Ümit Nar’la, “Krepen Pasajı Nerdedir?” kitabını konuştuk.
Sahaflığa ne zaman başladınız? Krepen, bu serüvende ne kadar süre yer aldı?
Sahaflığa 2008’de başladım. O tarihte devraldığım dükkân şimdiki adıyla Aslıhan Pasajı’ndaydı. Tabii pasajın geçmişini bilmiyordum, bana bu konuda ilk bilgiyi yakınlarda kaybettiğimiz sevgili ustamız Halil Bingöl vermişti. Bir gün muhabbet ederken (ki ustalarla havadan sudan konuşmak bile acayip bilgiler öğrenmenizi sağlar) pasajın girişindeki hediyelik eşyacının ardiye gibi kullandığı bir yer vardı, oradan –sonradan yapılması muhtemel- üzerinde Krepen yazan ferforje bir tabela çıkartıp göstermişti. Yani ta o zamanlardan aklımdaydı ama niyete girmem epey sonra oldu.
İstanbul herhalde Türkiye’de mekân değişikliği en çok yaşanan yerlerden. Bu denli hızlı bir dönüşüm içinde, pasaj sizce nasıl bugüne kadar gelebildi?
Aslında pasaj yani Krepen, Krepen’in ruhu bugüne gelmedi, gelemedi. 1982’de bir katakulli ile yıktıkları asıl binadan sonra yapılan çirkin ve kullanışsız bina, çok önemli bir noktada olmasına rağmen, bu kullanışsızlığından ötürü rağbet görmedi ve Turgut Çeviker’in birkaç kişiyi oraya yönlendirmesiyle –hasbelkader- sahaflar çarşısı hâline geldi. Ve yine aynı sebeplerle bugüne kadar hayatta kaldı. Eğer alımlı bir bina olsaydı şimdiye kadar çoktan otel ya da restoran, belki de şimdiki modanın etkisiyle tatlıcı, hediyelik eşyacı karışımı bir yer olmuştu.
Bugünkü konumuna baktığımızda pasaj çok kolay ulaşılabilen bir noktada. Ama zamanla yaşadığı birçok değişimle bugün daha çok ikinci el kitapçılar ağırlıkta olsa da eski günlerinden uzak gibi. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Genel olarak, Beyoğlu’nun kültürsüzleştirilme politikaları ve Gezi’den sonra bölgenin daha da kriminalize edilmesi bunda etken. Pasaj özelindeyse, pasajın kabuk değiştirdiğini söylemek mümkün. Gittikçe ozalitçi-kırtasiyeci-fotokopici ağırlıklı bir yere dönüşüyor. Ölen ya da bir şekilde pasajdan ayrılanların boşalttığı yerleri diğer iş kolu dolduruyor. Pasaj sahaflık merkezinde kan kaybediyor diyebilirim.
Krepen pasajı hikayesini naklederken, mekanın İstanbul’un kültür sanat hayatında etkin bir rolü olduğunu söyleyebilir misiniz?
Hem de çok. Özellikle 1940’larda meyhanelerin açılmaya başladığı dönemin sonlarında yani 1970’lerde tam anlamıyla bir sanat mahfili olmuş. Sadece edebiyat değil, sanatın her alanında yer alan insanlar Krepen’i mekân bellemişler. Mücap Ofluoğlu, Aktedron Fikret, Dürnev Tunaseli ilk aklıma gelen örnekler.
Mesleki bir alakanın yanında sizi özellikle Krepen pasajı hikayesini yazmaya iten motivasyon neydi?
Ölümlü olan ve öleceğini bilen bir canlı türü olarak, galiba, çoğumuz öldükten sonra da hatırlanmayı arzu ediyoruz. Ben gerek Krepen Pasajı’nı çalışırken gerekse Müteferrika dergisine yazdığım başka bazı yazılarda, küçük insanların hikâyelerinin peşinde oldum. Onları unutulmuşluk diyarından çıkartıp bir kitabın, bir derginin satırlarında da olsa geleceğe taşımayı, unutulmamasını sağlamayı arzu ettim.
Kitap çıktıktan sonra gelen yorumlar ve okurun ilgisi nasıldı? Beklentinizi karşıladı mı?
Çok güzel, çok çok güzel. Benim açımdan maksat hasıl oldu. Hem bu monografi okura ulaştı, Pera’nın tarihine bir kayıt düşüldü hem de dediğim gibi o küçük insanları adları sanları ortaya çıktı. Krepen, 1868 ile 1930’ların sonuna kadar ağırlıklı olarak Rum ayakkabıcı esnafının çalıştığı bir yer, Şark Ticaret Yıllıkları’nda yaptığım araştırmayla, seksen altı esnafı tespit edip listeledim. Bu insanların hangi yıllarda, hangi numaralı dükkânda, hangi mesleği yaptığının bir listesi artık elimizde. Keza meyhaneler dönemi (1940-1982 arası) açılan dükkânlar, çalışanların önemlice bir kısmı, müdavimler kayda geçti. 1982’den günümüze kadar da pasajda sahaflıkla iştigal eden isimlerin neredeyse tamamı kitapta listeli. Bu, benim açımdan çok değerliydi. Bu değerin okurda da karşılık bulması, insanların çok “niş” diyebileceğimiz bir konuya teveccühü harika.
Bu tarihi yazarken, hangi belge ya da bilgiye ulaşmak sizi heyecanlandırdı?
Bir sahaf arkadaşım sayesinde ulaştığım fotoğraf heyecanlandırdı. Pasajdaki bir fotoğraf stüdyosunda çekilmiş alelâde bir fotoğraf. Ama yıllıklarda kaydı olmayan ve neredeyse esamesi okunmayan bir stüdyo burası. Sadece Gülderen Bölük kitabında bahsediyor (ki sağ olsun o da arşivinden bazı fotoğrafları bana gönderdi), İstanbul fotoğrafçılık tarihiyle ilgili başka kitaplarda kaydı yok. O yüzden çok önemliydi. Ama esas ileride heyecanlandıracağını umduğum bir belge daha doğrusu fotoğraftan bahsedebilirim. Pasajın dış cephesinin fotoğrafı. Ne yaptımsa bulamadım, bir tek Anıtlar Yüksek Kurulu’nda var fakat bürokrasinin o malum dehlizlerinde o fotoğrafa ulaşmam mümkün olmadı. Kitabın beklemesinin, bu uğurda Atina’ya gidip oradaki İstanbullularla görüşmemin sebebi o fotoğrafının olmamasıdır. O yüzden kitap hâlâ eksik bence.
Krepen, ileride nasıl konumlanır, bugünkü işlevini sürdürür mü yoksa zamanla sönümlenir mi?
Bu epey dertli bir konu. Krepen daha doğrusu Aslıhan son kırk yıldaki işlevini yitirmeye başladı bile. Bu işlevin sürmesi, çarşının hüviyetini koruması pasaja gelip giden okurun ilgisine bağlı. Okur elini çekmediği sürece sahaflar direnir. Ama yukarıda da belirttim, ozalitçilerin yoğunlaştığı bir yere dönüşüyor, umarım sonu kötü olmaz.
Krepen’den sonra hikâyesini yazmak istediğiniz başka sembol mekanlar var mı?
İstanbul’dan taşındım, beş yıldır İzmir’de yaşıyorum; kendi çapımda yazmaya, üretmeye, mesleğim sayesinde bulduğum belgeleri araştırıp yayımlamaya devam ediyorum. Ama birincisi İzmir’de bir yerin kazısını yapabilecek kadar şehir tarihine hâkim değilim ikincisi bu beş yıllık zaman zarfında gördüm ki, İzmir’de yapacağım herhangi bir çalışmanın karşılığı yok. Beş yıl içerisinde yaptığım ve çok önemli olduğunu düşündüğüm birkaç çalışmanın, sevgili Sabri Koz hocamın deyişiyle keşfin zerre ilgi uyandırmaması, yerel yönetimler dâhil kamunun hiçbir unsurunun kılını dahi kıpırdatmaması motivasyonumu epey düşürdü. Bu ilgisizliği kabul ettim, buna ikna oldum, yine çalışıyorum ama sadece kayda geçirebilmek için, yarın öbür gün konuya ilgi duyan birisi Müteferrika dergisini kurcaladığında, yapacağı binanın temeline katkım olsun diye. Sadece bu. Ama orta vadede kitaplaştırmayı düşündüğüm ve fırsat buldukça üzerinde çalıştığım üç konu var. Ömrüm yeterse onları ete kemiğe büründüreceğim. Birisi yine de, her şeye rağmen İzmir’le ilgili!
Künye
Krepen Pasajı Nerededir? / Ümit Nar / Turkuaz Yayınları / 152 sayfa
Tanıtım metninden:
"Krepen Pasajı nerededir; bilen kaç kişi kaldı?
Pera tarihinin bu unutulmuş sahnesini bir sahaf titizliğiyle Ümit Nar yeniden canlandırıyor:
Bugün adını Aslıhan olarak bildiğimiz Krepen Pasajı’nın Pera’nın kozmopolit dünyasına nasıl bir pencere açtığını bu kitabı okudukça şaşırarak izleyeceksiniz.
Edip Cansever’in “Ben Ruhi Bey Nasılım? “ şiirini yazıldığı, Oğuz Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam” öyküsüne ilham olan; Mösyö Rober’den Aktedron Fikret’e, Cihat Burak’tan Ece Ayhan’a, Ara Güler’den İlhan Berk’, Salah Birsel’den Hayalet Oğuz’a ve daha nicelerine kucak açan ; Çelik Gülersoy ile Behzat Üsdiken’in üzerine uzun uzun yazışıp tartıştığı Pera pasajlarından Krepen Pasajı’nın tarihi, birçoğu ilk kez yayımlanan belge ve görseller eşliğinde arz-ı endam ediyor…"
(UB/HA)