"Me goti Hitleri miriy, care şin na bitın.
Me nızani de kure wi Bexda mezin bitin..."
(Hitler'in öldüğünü, şimdilik yeşermeyeceğini zannettik
Oğlunun Bağdat'ta büyüdüğünü bilemezdik)
Kürt sanatçı Eyaz Yusuf'un Halepçe katliamı için yaptığı şarkıdan bir kaç söz... Evet Halepçe'den önce de defalarca zehirli gazların üzerlerinde denendiği Irak Kürtleri bile, Saddam'ın, Hitler'i aratmayan bu vahşeti onlara yaşatacağını asla tahmin edemezdi...
16 Mart, Kürtlerin kara günü. 1988'den beri, Newroz bayramı, Saddam Hüseyin'in Halepçe'de uyguladığı insanlık ayıbının, binlerce Kürdün ve doğadaki canlının kimyasal gazla öldürülmesinin burukluğuyla kutlanıyor. Beş bini aşkın Halepçeli sivil, 16 mart günü 10 dakika içinde elma koktuğu söylenen zehirli bir gazla hayatını kaybetti. Binlerce insan sakat kalırken, binlerce insan da yerinden yurdundan oldu.
Şeyhan vadisindeki katliam
İsmail Beşikçi'nin, Alman insan hakları savunucusu Alexsander Stenberg Spohr'dan aktardığı, Halepçe katliamından yalnızca altı ay sonra 25 Ağustos'ta yaşanan bir katliam örneği daha;
"Kimyasal silahlar atıldıktan sonra, Kürtler büyük bir paniğe kapıldılar. Çoluk çocuk, kadın-erkek, genç ihtiyar, ülkenin kuzey sınırına doğru kaçmaya başladılar. Şeyhan bölgesinde dar bir vadeye sığındılar. Burası derin, ince ve uzun bir vadi idi. Üç binin üzerinde Kürt bu vadiye sığınmıştı.
''Saddam Hüseyin'in kuvvetleri buraları bombalamak istedi. Fakat vadi dar, ince ve uzun olduğu için uçaklar dalış yapamadı. Sonra vadiye zehirle gazlar attılar. 10-15 dakika içinde üç binin üzerine insan öldü (...) Bir kaç gün içinde vadide zehirli gazların etkisi azaldı. Vadiye buldozerler girdi, her tarafı yaktı, yıktı, Kürt insanlarının cesetlerini toplu mezarlara, çukurlara doldurdu."
Hardal gazıyla 1983, 1984, 1988'de
Saddam'ın Kürtlere yönelik jenosit politikası, holocaust'u (Yahudi soykırımı) aratmayan vahşeti daha önce de defalarca tekrarlanmıştı.
Başta Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) büyük şirketleri olmak üzere bir çok batılı ülkeden aldığı zehirli gazları Kürtler üzerinde deneyen Saddam, örneğin daha 1983'te Hacı Ümran bölgesinde 100, 1984'ün ekim ayında Süleymaniye yakınlarındaki Penjuvin'de de 3 binin üzerinde kişiyi hardal gazı ile katletmişti...
16 Mart 1988 ise Saddam Hüseyin vahşetinin ve uygarlık ayıbının doruğa çıktığı gün oldu. Vahşete tüm dünya sessiz kaldı. Kürtler yine komşu ülkelere sığınmak için yollara döküldü. Koca dünyada, zalim bir diktatörle karşı karşıya olan, eli kolu bağlı, savunmasız bir halk...
Halepçe'deki katliamın boyutlarını Ramazan Öztürk çektiği fotoğrafları gördükten sonra öğrendi insanlar, ancak artık iş işten çoktan geçmişti.
Erivan radyosunun parazitlerinden
O zamanlar daha yedi sekiz yaşlarındaydım. Yüksekova'daki köyümüzde, dedemin emektar, sürekli parazit sesi çıkaran koca radyosundan dinliyorduk Halepçe katliamı haberlerini. Erivan radyosuydu galiba.
İhtiyar dedem dinledikçe ağlıyor, bir yandan da Kürtler için dua, Saddam Hüseyin'e de beddualar ediyordu. Katliamdan bir kaç ay sora da, içinde Halepçe yarasını taşıyarak bu dünyadan göçüp gitti...
Katliamdan sonra, zehirli gazın elma koktuğunu bize defalarca hatırlatır, "elma kokusu alınca (söylentilere göre Saddam'ın kullandığı zehirli gaz elma kokuyordu. Gazın kokusu hoş olduğu için, havayı daha derin soluyormuş insanlar. Ve gaz etkisini daha erken gösteriyormuş) hemen eve koşun, kapıları, pencereleri kapatıp naylon torbalara girin" diye öğütler verirdi.
Güzel koku alırsan, nefesini tut!
Saddam Hüseyin ve "elma kokusu" korkusu kısa zamanda yayıldı sınır bölgelerindeki her yere. Herkes naylon torbalar yaptırmaya başlamış, "elma kokusu" bekliyordu adeta.
Oyuncakların girmediği evlere gaz maskeleri girmeye başlamış, elektrikten bihaber köylüler, uzun geceler boyu, çocuklarına masal yerine "elma kokusundan korunmak için" ne yapacaklarını öğütler olmuştu; "dışarıda güzel bir koku alır almaz nefesinizi tutun ve eve kaçıp naylon torbalara saklanın..."
Kimileri sığınak yapılmasından yanaydı ama, operasyonların sıklaşmaya, askerlerin peynir kuyularından bile "terörist" aramaya başladığı o yıllarda, kimse " elma kokusundan" korunmak için sığınak yapmayı göze alamamıştı. Tek çıkar yol dışarıdan hava almayan naylon torbaları ve silah gibi saklanan maskelerdi. Galiba onlar da kaçaktı...
Bahar kokusu zehir olurdu
"Elma kokusu" paranoyası yayıldıkça biz çocuklar da kendi aramızda sık sık "tatbikatlar" yapmaya başlamıştık kendimizce; "Elma kokusu alınca bakalım kim daha fazla nefesini tutup eve kaçacak ve naylon torbaya sığınacak"... Hatta bu yüzden bahar kokusu zehir olurdu bizlere. Çünkü hoş bir koku her an ölüm olabilirdi...
Bizler Halepçe'yi hiç bir zaman yaşamadık. Hiç göç etmek zorunda da kalmadık. Zehirli gazdan da sırf Kürt olduğumuz için korkardık. "Ya Saddam Hüseyin bir gün bize de göz dikerse" korkusuydu bu sadece...
Oysa Irak Kürtleri on yıllardır yaşaya gelmişlerdi bu ölüm korkusunu. Katliam ne Süleymaniye ne de Halepçe ile sınırlı kaldı... Kimi zaman Saddam Hüseyin güçleri, Kürt şehirlerine girip yüzlerce genç kızı kamyonlara doldurup bilinmeze götürdüler.
ABD'yi sorgulamak
Kürt delikanlıları, anne- babalarının gözleri önünde kurşuna dizildi, defalarca varlarını yoklarını arkalarında bırakıp Saddam zulmünden kaçmak için kara kışlarda komşu ülkelerin sınırlarına sığındılar. Binlercesi sınır boylarında açlıktan ve soğuktan yaşamını yitirdi...
Ve ne yazık ki Halepçe katliamını, tecavüzleri, göçleri yaşamış olan Irak Kürtleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) imansızlığını ne sorgulayacak ne de anlayacak durumda.
Çünkü Saddam Hüseyin tehlikesi onlara her zaman için Amerikan'dan daha yakın görünüyor... Bir nebze olsun özgürlüğü kokan Irak Kürtleri, yeniden " elma kokusu" almak istemiyor...(İA/NM)