İnsanlık yirminci yüzyıl boyunca süregelen savaşlar sonucunda acımasız katliamlara ve dayanılmaz trajedilere tanık oldu. Bu süreçte son teknoloji silahlar geliştirildikçe adeta insanların üzerinde denendiği bir yüzyıl yaşandı. Bütün bunların büyük felaketlere yol açtığı görüldükçe de yirminci yüzyıl boyunca uluslararası anlaşmalara ve sözleşmeler imza atılmaya başlanmış, denetleyici birlikler kuruldu. Tabii bu savaşları durdurmaya hiçbir zaman yetmedi. Ülkeler arası politik hesaplar ve çıkar diplomasisi gibi nedenlerle büyük trajediler ortaya çıktı.
Kürtler de yirminci yüzyıl boyunca büyük felaketler yaşadı. Bunun yanında her zaman yalnız bırakılan bir halk oldular. Dolayısıyla Kürtlerin sadece Irak’ta Saddam Hüseyin diktatörlüğünde, Baas rejimi altında yaşadıkları bile insanlık tarihi açısından derin bir yaradır. Özellikle Baas rejiminin 1970’li yıllardan 1992 yılına kadar Iraklı Kürtlere yönelik devreye soktuğu politika büyük bir felaketi yaratmıştı. Böylece sürdürülen Enfal Harekatları* ve beraberinde gelen Halepçe Katliamı, insanlık tarihinin utanç sayfaları olarak kayda geçti.
Halepçe’ye giden süreç
Enfal soykırımından Halepçe Katliamı’na giden süreç daha 1970’lı yıllardan itibaren başladı. Çünkü ırkçı Baas anlayışı, 1968 yılında iktidara geldikten sonra Kürtlere yönelik asimilasyon politikalarına başlamıştı. Bölge devletleriyle ilişkilerine göre her ne kadar bazen konjonktürel olumlu adımlar atsa da ajandasında her zaman bir Kürt karşıtlığı yer alıyordu. Tabii Kürtlerin Irak’ın kuzeyinde bütünleşik yapıları ve coğrafi zorluklar nedeniyle uzun süre ajandalarındaki politikayı uygulamaya geçiremedi. Sonraki süreçte Kürtler arasında bölünmenin yaşanması ve “Cahş”** sisteminin taraftar bulmasıyla birlikte harekete geçebildiler. Bu durum aslında Kürtlerin birlik olmadıklarında başlarına nelerin gelebileceğini de göstermesi açısından önemlidir.
Tabii daha somut bir şekilde ifade etmek gerekirse Kürtlere yönelik olarak Enfal’in 1978 yılında toplu köy projesiyle başladığını söyleyebiliriz. Bu politika her ne kadar İran-Irak Savaşı nedeniyle kesintiye uğrasa da 1979 yılında Saddam Hüseyin’in devlet başkanı olmasından sonra daha şiddetli bir şekilde devam ettirildi. Bu politikayla köylerin boşaltılıp Kürtlerin belli yerlerde kontrol altına alınmasının yanında Irak’ın orta ve güney bölgelerine gönderilerek Araplaştırılması da amaçlanmaktaydı. Böyle Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki kırsal alan tamamen insansızlaştırılıp halkın Peşmergelere destek vermesi de engellenecekti.
Enfal Harekatı
Enfal Herakatı’na giden süreci hızlandıran bir diğer neden de İran-Irak Savaşı’dır. Çünkü savaş halindeki iki ülke kendi sınırları dahilinde yaşayan Kürtleri birbirilerine karşı siyasi bir koz olarak kullanmaya çalışıyordu. Bu sebeple 1986 yılına gelindiğinde Kürt bölgelerinde İran karşısında zor duruma düşen Baas rejimi, Kürtleri tamamen yok etmek suretiyle cezalandırmayı tercih etti. Bunun için de Batı’nın “Kimyasal Ali”, Kürtlerin ise “Kürt Kasabı” dediği Ali Hasan el-Mecid görevlendirildi. Öncelikle katliamlara olanak tanıyan yasal düzenlemeler yapıldı. Kürtlerin yaşadığı birçok yer “yasak bölge” ilan edildi. Burada yaşayanların tüm hukuki hakları askıya alındı. Yasak bölgede bulunanların sivil olsa bile “Peşmerge” olarak kabul edilip öldürüleceği belirtildi.
Kürtleri hedef alan bu harekatın adı Kur’an-i Kerim’deki Enfal Suresi’nden esinlenerek “Enfal Harekatı” olarak belirlenmişti. Çünkü Enfal Suresi Kur’an-i Kerim’in 8’inci suresiydi ve Enfal Harekatı da 8 büyük hamle olacak şekilde planlanmıştı. Enfal, “Savaş Ganimetleri” anlamına geliyordu. Katlettikleri Kürtler de Müslüman olmalarına rağmen İslam üzerinden Kürt düşmanlığını da besleyip kendilerine meşruiyet yaratmaya çalışıyorlardı. Enfal Harekatı kapsamında kara harekatları, havadan bombalamalar, yerleşkelerin sistematik bir şekilde yıkılması, toplu zorunlu göçler, idam mangaları ve kimyasal silah kullanımı dahil her türlü vahşet uygulandı. Bunun sonucunda 200 bine yakın Kürt katledilirken 1 milyonu aşkın kişi yerinden yurdundan oldu. Bunun yanında Kürtlerin yaşadığı bölgede 4 bini aşkın köy yakılıp yıkılmış; camiler, okullar, hastaneler ve kiliseler yerle bir edildi.
Dünya Halepçe’ye sessiz kaldı
Enfal Harekatı 1988 – 1989 yıllarında hızlanarak devam ederken 16 Mart 1988 yılında yirminci yüzyılın en kanlı katliamlarından biri gerçekleştirildi. Tarihler 16 Mart’ı gösterdiğinde Halepçe, Irak Hava Kuvvetlerine ait Mig-23 uçakları tarafından bombalanmaya başlandı. Kimyasal gazlarla yapılan bu saldırılar sonucunda Halepçeli 5 binden fazla Kürt ölürken 10 binden fazla kişi de yaralandı. WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından yayınlanan raporlarda ölenlerin sayısının daha fazla olduğu ifade ediliyordu. Dünya Sağlık Örgütünün açıklamalarına göre Halepçe’de kimyasal silahların kullanılmasının günümüze kadar 43 bin 753 ölümüne, 62 bin 200 kişinin sakat kalmasına neden olduğu belirtiliyordu. Tabii başta ABD ve AB olmak üzere bölge ülkeleri de Ortadoğu’nun “Hiroşima”sı karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Hatta Halepçe katliamından sadece üç gün sonra 53 İslam ülkesinin katılımıyla toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı da sessiz kalmayı yeğledi.
Katliamdan sonra Halepçe’ye giden gazetecilerin objektiflerine yansıyan görüntüler trajedinin boyutunu gösteriyordu. Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere evlerin avlularında, kapıların eşiklerinde römorkların içinde, tarlaların ortasında ve yolların kenarında yanmış yüzlerce ceset vardı. Katliamdan sonra Halepçe’ye ilk gidenlerden biri de Ramazan Öztürk’tü. Öztürk’ün çektiği fotoğrafta bombardıman sırasında oğlunu alıp kaçmak isterken bir merdiven başında düşüp yaşamını yitiren Ömer Xawir yer alıyordu. Bu fotoğraf Halepçe trajedisinin de sembolü olmuştu. Sonraki yıllarda Halepçe’de Ömer Xawir’in büstü yapıldı. Fotoğrafı çeken Ramazan Öztürk, yıllar sonra Halepçe’ye gidip büstü yapan heykeltıraşa “Neden Ömer Xawir?” diye sorduğunda heykeltıraşın verdiği cevap dikkat çekiciydi: “Ömer Xawir ölürken bile çocuğuna ağırlığını vermemek için kolundan destek almış. Son nefesini verirken bile o koruma duygusuyla, babalık duygusuyla hareket etmiş.”
Elma kokusuydu ölüm
Şüphesiz Enfal Harekatı sürecinde köpeklerin cesetleri yediği, insanların çöllerde kum çukurlarında gömüldüğü, toplama kamplarında açlıktan öldürüldüğü birçok vahşet yaşandı. 16 Mart sabahında Halepçeliler de dünyanın en acımasız katliamlarından birine uğrarken çaresizliği de yaşadılar.
Evlerinin sığınağında saklanan Halepçeli genç bir kadının anlattıkları da bunu gösteriyor: “Önce helikopterler geldi, sonra uçaklar. Bir bir atıldı bombalar. Başlangıçta çöp gibi kötü bir kokuydu. Sonra elma kokusu gibi güzel bir kokuya dönüştü. Ardından yumurta gibi koktu. Dışarı baktım. Çok sessizdi, ama hayvanlar ölüyordu. Koyunlar ve keçiler ölüyordu. Gözlerimiz gittikçe kızarıyordu ve bazılarımızın gözleri yaşarıyordu. Kaçmaya karar verdik. İneğimiz bir köşede yatıyordu. Koşuyormuş gibi hızlı hızlı nefes alıyorduk. Sonbahardaymışız gibi ağaçların yaprakları dökülüyordu. Her tarafta insanlar ölüyordu. Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı. Aynı şekilde yaşlılar da bırakılıyordu. Koşuyorlar, nefes alamaz duruma geliyorlar ve ölüyorlardı.”
Enfal Harekatı kapsamındaki uygulamalar ve Halepçe Katliamı Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin Roma Statüsü’ne göre yapılan soykırım tanımına da uyuyor. Bu nedenle Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Halepçe Katliamı, 1 Mart 2010 yılında Irak Yüksek Ceza Mahkemesi tarafından “Soykırım” olarak kabul edildi. Sonraki süreçte Irak Meclisi ve Irak Kürdistan Bölgesi Meclisi de Halepçe’yi soykırım olarak tanımıştır. Bugün Halepçe’nin içinde yer aldığı Enfal Katliamı da Norveç, İsveç ve İngiltere tarafından “Kürt soykırımı” olarak kabul ediliyor. Türkiye’de de Enfal ve Halepçe katliamının TBMM tarafından soykırım olarak karar altına alınması amacıyla kanun teklifleri verilmektedir. Irak Kürdistan Bölgesi ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin ileri seviyeye ulaştığı bir dönemde bu konuda bir adım atılması anlamlı olacaktır.
Sonuç olarak 20. Yüzyılın son çeyreğinde 1994’te Ruanda’da Ruandalılara, 1995’te Srebrenitsa’da Boşnaklara, 1992’de Hocalı’da Azerilere ve 1988’de Halepçe’de Kürtlere yönelik tüm katliamlar insanlığın ortak acılarıdır. Bu tür katliamların bir daha yaşanmaması amacıyla öncelikle devletler tarafından bu katliamların kabul edilmesi gerekiyor. Sonrasında ise dünyanın her tarafında anmaların gerçekleştirilerek yeni nesillerin bu tür acılardan ibretler alması sağlanarak en kötü barışın en iyi savaştan daha iyi olduğu bilinci kazandırılmalıdır. (İG/HK)
* Irak'taki Saddam Hüseyin rejimi tarafından yürütülen ve liderliğini Ali Hasan el-Mecid'in yaptığı Kürtleri hedef alan operasyon. Operasyon ismini Kur'an'daki Enfal Suresinden alıyordu.
** Irak’ta Kürt direnişine karşı oluşturulan Kürt kökenlilerden oluşturulan askeri birlik oluşturulmasıyla oluşturulan Saddam Hüseyin dönemi askeri sistem.
Kaynak:
* Kürdistan Üzerine Yazılar, Martin van Bruinessen, İletişim Yay., 2015.
* , Kürt Soykırımı: Enfal Operasyonları, Diyalog dergisi Mart 2017.