"Türkiye Cumhuriyeti" ile "Kıbrıs Cumhuriyeti" arasında...
Papadopulos ve AKEL'in "hayır"ı öylesine zor pozisyona soktu ki bizi..
Aslında, Birleşmiş Milletler'in, Avrupa Birliği'nin, İngiltere'nin ve Amerika Birleşik Devletleri'nin desteklediği bir "barış projesi"ne "hayır" diyenler sıkışması gerekirken, şimdi "evet" diyenler çekiyor gayleyi!..
Düşünün, Kıbrıs'tan çıkan tek bir "Hayır" ile bu durumdayız...
Bir de ahali Eroğlu'nu, Denktaş'ı dinlese de "iki hayır" çıksaydı, tam "felaketti" halimiz, üstelik bizim değil sadece Türkiye'nin de...
***
Şimdi, Türkiye'nin "Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıyıp tanımaması" konuşulurken, bir de şu soru geliyor gündeme:
- "Hangi Kıbrıs Cumhuriyeti'ni?"
Elbette, tüm dünyanın tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti'ni!
Ama "dünyanın tanıdığı" Kıbrıs Cumhuriyeti aslında 1960'ta Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların ortaklığında kurulan cumhuriyet değil ki!..
Değil ama...
Kime anlatacaksınız derdinizi!..
Biz bile henüz karar dahi veremedik, atıldık mı bu ortaklıktan yoksa kendimiz mi kaçtık, diye... Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki haklarımızı talep etmeli miyiz, etmemeli miyiz, diye...
Üstelik, tam da "işimize geldiği" gibi davranıyoruz! "Kıbrıs Cumhuriyeti" pasaportunu alırken, "Hakkımız" diyoruz!
Ama gelip biri bize, "Çık şu evden, burası bir Kıbrıslı Rumun malı" diye söylense, "hadi oradan" deyip, basacağız zılgıtı!
Hastanesine giderken "yurttaşı" oluyoruz Kıbrıs Cumhuriyeti'nin... Ama "oy verirken" değil mesela!
***
Git gide sıkışıyoruz!..
Türkiye tanısa vay, tanımasa vay Kıbrıs Cumhuriyeti'ni...
Üstelik, üzerinde tartıştığımız aslında işin sadece "sembol" kısmı...
Yoksa tanımıyor mu?
Her türlü "uluslararası organizasyonda" Kıbrıs Cumhuriyeti ile aynı şemsiye altında değil mi, Türkiye Cumhuriyeti?
Yani, İstanbul'daki Eurovision finalinde, "Cyprus" adına şarkılar söylerken Rum kızı, tanımıyor muydu Türkiye?
Ya da Avrupa Şampiyonası Hentbol Müsabakası'nda Türkiye ve Kıbrıs milli takımları, marşlar eşliğinde seremoni yaparken, aslında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) mi tanıyordu!..
***
Niye kabul etmiyoruz ki!..
Yıllar yılı bizi "aldatanlara" dönüp yüzümüzü niye söylemiyoruz ki, "İşte sebep olduğunuz sonuç" diye!..
Doğru... Geleceğe bakmalıyız belki...
Ama 'geleceğimizin içine edilen geçmişi' unutabilecek miyiz ki!..
***
Hani, "kaybedilmiş bir davayı yeniden kazanmak uğraşı" demişti ya sayın Talat!..
Haklı... Bu davayı kaybettik... Ve "yeniden kazanma uğraşı"na başlarken de, sadece "evet"imiz var elimizde, onca yılın "yanlışlarına" karşılık... Bir de yeniden başa gelmek için 'perende alan' kayıp yılların mimarları!
Ve geride, yorgun bir halk var şimdi...
(...) (CM/BB)