İRFAN AKTAN ANLATIYOR
Japonya’da doğmuş bir Kürt bebek bile "Karihōmen" olarak damgalanıyor

Gazeteci ve yazar İrfan Aktan, İletişim Yayınları'ndan çıkan son kitabı “Karihōmen”’de Japonya’daki Kürt göçmenlerinin yaşam mücadelesini gözler önüne seriyor.
Aktan, kitabında, bu göçmenlerin Japonya'daki kimliksizleşme süreçlerinin derin psikolojik ve sosyal etkilerine odaklanıyor.
Japonya’da doğmuş bir Kürt bebek bile "Karihōmen" olarak damgalanıyor, bu da, göçmenlerin yaşadığı statüsüzlüğün boyutlarını gösteriyor. Bu kavram, sadece bir statü eksikliği değil, adeta bir kimliksizlik durumunu da ifade ediyor.
Japonya, son 35 yıl içinde sadece bir Kürt mülteciye statü vermişken, diğerleri "Karihōmen" olarak sınıflandırılıyor ve bu durum, her alanda onlara büyük zorluklar çıkarıyor.
Aktan, göçmenlerin kimliklerini koruyarak yeni bir kültüre uyum sağlama çabalarına da değiniyor. Ancak son yıllarda, Japonya’daki yükselen ırkçılığın bu etkileşimleri nasıl tehdit ettiğini ve Kürtlerin kültürel miraslarını yaşatmalarını zorlaştırdığını anlatıyor.
Aktan, “Göçmenler de kültürler arası etkileşimi sağlayarak zenginliğe zenginlik katıyorlar,” diyor ve Kürtlerin Japonya’ya sunduğu mutfak kültüründen Newroz’a kadar pek çok örneği veriyor.
"Karihōmen aslında bir statü bile değil, statüsüzlük"
Japonya gibi göçmenlere mesafeli bir ülkeye, Kürtler nasıl bir hikâyeyle geldiler? Onları buraya çeken şey neydi?
Aslında Japonya’daki herhangi bir şey Kürtleri çekmedi. Türkiye’deki Kürt sorunu onları oraya itti. Dünyanın her yerine yüzbinlerce ve Türkiye’nin batısına milyonlarca Kürdün göç etmesinin temel sebebi Kürt sorunundan kaynaklanan politik ve ekonomik sorunlar. Kitapta da söylediğim gibi, göçmenler başkalarının cennetine koşmuyor, kendi cehennemlerinden kaçıyor.
Japonya’daki Kürtler de Maraş, Antep ve Adıyaman arasındaki kırsal bölgedeki köylerinden 1990’lı yılların başından itibaren bu nedenle göç etmek zorunda kaldılar. Yoksa kendi topraklarında ilelebet yaşayabilirlerdi.
Japonya’ya ilk göç edenler, Maraş-Pazarcık’a bağlı 12 köyde yaşayan Mahkan aşireti mensupları. Mahkanlar koyunculukla geçinirken, bütün baskılara ve olanaksızlıklara rağmen belli bir düzenleri ve hayat standartları varken, 1990’lardan itibaren başlatılan yayla yasakları nedeniyle geçinemez hale geliyor ve göç ediyorlar. Tabii evveliyatı da var.
Nedir evveliyatı?
Mahkan aşireti, Alevi Atmi aşiret konfederasyonunun 12 kolundan biri. Bu 12 koldan 6’sı zaman içinde Sünnileşmiş. Gerçi kendisi de Mahkan olan gazeteci Halil Dalkılıç, Aleviliği bıraktıklarını ama Sünniliğe de geçmediklerini söylüyor. 1978’de Maraş’taki Alevi katliamı bu açıdan dönüm noktası ama bu süreç de aslında Osmanlı’ya kadar uzanıyor.
Maraş Katliamı ve 12 Eylül darbesinden sonra Mahkanların köylerine okul yerine cami yapılmış ve buradaki nüfus zamanla Sünni görünüm kazanmış.
Eğitime ve sağlığa erişimleri her zaman çetin olmuş Mahkanların köylerine giderseniz zaten o mahrumiyeti çıplak gözle de görürsünüz. Şu an Japonya’da yaşayan pek çok Kürt, çocukluklarında, civardaki Türk köylerinde okula gitmek zorunda kaldıklarını ve oralarda sürekli ayrımcılıkla karşılaştıklarını söylüyorlar.
"Karihōmen" kavramı kulağa biraz gizemli geliyor. Japonya’daki Kürt göçmenler için bu statü ne anlama geliyor? Günlük hayatlarında nasıl bir etkisi var?
Karihōmen aslında bir statü bile değil, statüsüzlük. Karihōmen dünyanın en ucube mülteci dışlama uygulaması. Kürtler Japonya’ya göç edip iltica başvurusu yapıyorlar. Başka türlü orada kalma şansları yok. Fakat Japonya 35 yıldır sadece bir Kürde mültecilik statüsü verdi! Geri kalan ve sayılarının iki bin civarında olduğunu tahmin ettiğimiz Kürtlerin çoğu, iltica başvuruları sistematik olarak reddedilmiş ve zaman içinde Karihōmenli yapılmış.
Karihōmen demetimli serbestlik anlamına geliyor. Yani sanki bir suç işlemişsiniz ve denetimli serbestliğe tabi tutulmuşsunuz. Oysa uluslararası mülteci hukukuna göre böyle bir muamelenin kendisi suç. Çalışma hakkınız yok, eğitim hakkı son derece kısıtlı, sağlığa erişemiyor, bankada hesap açamıyor, ev kiralayamıyor, hatta üzerinize cep telefonu hattı bile alamıyorsunuz. Çünkü sistem sizi yok hükmünde sayıyor.
Dediğim gibi, normalde Japonya’da Karihōmenlik aslında suçlulara uygulanır. Oysa Kürtler suçlu değil, politik sığınmacı. Ama Japonya Göç Hizmetleri Dairesi, yani Nyukan belli aralıklarla Kürtler dahil çok sayıda sığınmacıyı gözaltına alıp korkunç koşullarda hapsediyor.
Zorunlu eğitime giden Kürt çocukları bana, “babalarımız Nyukan tarafından hapsedildiğinde, Japon arkadaşlarımız onların katil olduğunu düşünüyor, bizden uzaklaşıyorlar” diyordu. Bu arada, tabii Kürt çocuklar da Karihōmenli. Hatta Japonya’da doğmuş Kürt bebekleri bile Karihōmenli yapılıyor.
"Japonya’daki ırkçılar, Türkiye’deki ırkçılarla etkileşim halindeler”

Bir gün tam anlamıyla "Japonya bizim de evimiz" diyebilecekler mi?
Sanmıyorum. Çünkü Japonya’da yabancı düşmanlığına dayalı faşizm hortlatılıyor. Bu basit bir mesele değil ve daha yeni başlıyor.
Yakın bir gelecekte dünyanın Japonya’da yükselen faşizmi daha ciddi bir mesele olarak konuşacağını düşünüyorum. Ben yazdım diye söylemiyorum ama gerçekten de bu kitap Japonya’nın geleceğine dair de ciddi bir uyarı olarak okunmalı.
İkinci Dünya Savaşı öncesi faşizmine ve militarizmine özlem duyan tehlikeli boyutta siyasi hareketler giderek devlet içinde de etkin hale geliyor. Bu hareketler 2023’ten beri Kürt sığınmacıları bu nedenle kurban olarak seçtiler.
Kürtleri insandışılaştırarak yabancı düşmanlığını yaymaya çalışan gruplar, Japon anayasasının silahlanmayı, ordulaşmayı ve savaşmayı ilelebet reddeden 9. Maddesi’ni kaldırarak ülkeyi tekrar militarizasyon sürecine sokmak istiyor. Japon anayasasının bu yönde değiştirilmesi, bütün Asya’da derin etkileri olabilecek bir kırılmayı tetikleyecek.
Çünkü Japonya, Almanya’dan farklı olarak İkinci Dünya Savaşı sürecindeki suçlarıyla yüzleşmedi, hesaplaşmadı ve ülkedeki çok sayıda sağcı hareket, savaş yenilgisinin intikamını, imparatorluğun bütün Güneydoğu Asya’da kan dökerek ulaştığı “ihtişamlı” dönemi geri istiyor. Kürtlere yönelik ırkçı kuşatma, bu ihtişamlı yıllara dair hazırlığın ayini gibi görünüyor.
Peki Japonya’da iki bin Kürt nüfusun karşılaştığı baskıların Türkiye’yle bir bağlantısı var mı?
Bir kere Japonya’daki ırkçılar, Türkiye’deki ırkçılarla etkileşim halindeler ve Türkiye’deki Kürt sorununu kasten ithal ediyorlar.
Aslında küresel ölçekte göçmen, sığınmacı, mülteci düşmanlığı üzerinden ırkçı hareketler birbirleriyle ittifaklar kuruyor. Devlet veya hükümet sistemleri de çeşitli çıkarları için bu ittifakların zeminini güçlendiriyor. Bu “sorun alışverişi” ve Kürt karşıtı nefret üzerinden kurulan ırkçı ittifak hem Türk hem de Japon toplumunu zehirliyor.
Benim kitabıma yönelik ırkçı tepkiler de bunu teyit ediyor zaten. Ayrıca Japonya’daki siyasal ve toplumsal sistem göçmenlerin entegrasyonuna değil, dışlanarak sömürülmesine dayanıyor. İktisadi sistem göçmenleri ucuz işgücü olarak sömürürken, göç sistemi de onları toplumun dışına itiyor ve sürekli diken üstünde veya kitapta anlattığım üzere askıda tutuyor.
O yüzden Kürtlerin Japonya’yı evleri olarak benimseyecekleri bir ortam giderek daha da uzak bir ihtimale dönüşüyor.
Kitapta pek çok Kürt-Japon evliliği olduğunu, müzik, kültürel alışveriş üzerinden ilişkiler kurulduğunu yazıyorsunuz…
Tabii, bütün bu dıştalayıcı kuşatmaya rağmen Kürtlerle Japonlar arasında etkileşimler var. Zaten 35 yıla yayılmış bir süreçten bahsediyoruz.
Evlilikler, dostluklar, iş ilişkileri, komşuluklar, akrabalıklar var. Ayrıca ırkçı ayrıştırma veya tasnif hareketleri olmasa, Japon toplumunun Kürtlere dair sempati dışında bir duygusu belki de olmayacaktı. Ama iki-üç yıldır yürütülen ırkçı baskılar bu bağları da koparıp atmaya, Kürtleri Japon dost ve akrabalarından uzaklaştırmaya da çalışıyor.
Kürt-Japon evliliklerinden doğan çocuklar tek bir kimliği benimsemeye zorlanıyor. Irkçı dalganın Japonya’nın geleceğini tehlikeye soktuğunu gören pek çok grup, bu ırkçı tasnife direniyor ve Kürtlerle dayanışıyor ama maalesef bu hareketlerin, gelmekte olan kara bulutu engelleyecek gücü henüz yok.
“Newroz’un yasaklanması için ciddi girişimler var”
Hem kendi kimliğini koruyup hem de yeni bir kültüre uyum sağlamak zor iş! Japonya’daki Kürtler, bu dengeyi nasıl kuruyor? Sizce en zorlandıkları ve en iyi başardıkları şeyler neler?
Valla Japonya’daki Kürtler buz üstünde denge kurmaya çalışıyor. Mahkanlar çok çalışkan, çok azimli. Erkekler haftanın altı günü ev yıkım gibi zorlu bir iş kolunda çalışıyor. Kadınlar ev içi emeğin yanında Japonca öğreniyor, müzik, halay, yoga grupları kurup sosyalleşiyor.
Çocuklar her türlü ayrımcılığa rağmen eğitime katılıyor ve Karihōmenli oldukları halde üniversite kapılarını zorluyor. Karihōmenli olduğunuzda ancak zorunlu eğitimi alabiliyorsunuz ama üniversiteye girebilmek için sizi kabul edecek bir fakülte bulmanız gerekiyor.
Her türlü zorluğa rağmen üniversiteye gidebilen çocuklar var. Yakın zamanda çocuklar bir futbol takımı kurdular. Ama o çocuklar bile her gün sosyal medyada hedef gösteriliyor.
Peki Japon kültürüne uyum sağlayabiliyorlar mı?
Yeni bir kültüre uyum sağlamak için etkileşim alanlarının açık olması gerekiyor. Irkçı gruplar bu etkileşim alanlarını daraltamaya çalışmasa Kürt ve Japon kültürlerinin harmanlanması zor değil. Aslında kitapta da anlattığım gibi, 1900’lü yılların başından itibaren ABD ve Latin Amerika’ya göç eden Japonlar da, bugün Kürtlerin Japonya’da çektikleri zorlukları yaşamıştı.
Japon göçmenler, yani Nikkei’ler 1920’lerden itibaren ABD’de, Brezilya veya Arjantin’de kendi gettolarını, Japon mahallelerini oluşturmuş, iç evlilikler yapmış ve kültürlerini korumaya çalışmışlardı. Fakat kitapta da detaylı olarak anlattığım gibi, 1930’lardan itibaren Japon göçmenlere yönelik “Sarı Tehlike” söylemiyle yayılan ırkçı kuşatma, onların kültürlerini koruma çabalarını bile kriminalize etmişti. Şu an aynı şey Kürtlere de yapılıyor.
Geçen sene Japonya’daki Newroz kutlamasına katılmıştım. Kürtlerin kutlama yapacakları parkı kiralamaları bile ırkçı tazyik nedeniyle büyük bir mücadele gerektirmiş, Newroz ırkçı gösterinin gölgesinde kutlanabilmişti. Bu sene de Newroz’un yasaklanması için ciddi girişimler var.
“Irkçı gruplar nefreti körüklemek için Kürtleri kurban olarak seçti”
Japon devleti ve halkı, Kürtlere nasıl bakıyor? Devletin resmi politikalarıyla, sokaktaki insanların yaklaşımı arasında büyük bir fark var mı?
Japon devlet sistemi şu anda ciddi bir ikilimle karşı karşıya. Bir yandan azalan nüfus ve artan işgücü açığı karşısında milyonlarca işçiye ihtiyaç duyuyor Japonya. Ama bir yandan da devlet sisteminin göçmen ve sığınmacı karşıtı yapısı işlemeye devam ediyor.
Ayrıca Japonya’nın Türkiye’yle tarihsel ilişkileri olduğu için, Kürtlerle ilgili pozitif bir adımın Türkiye’yle ilişkilerine zarar verebileceğinden korkuluyor. Japon halkı ise giderek ırkçı gruplar tarafından zehirleniyor.
Öyle ki, hepi-topu iki bin Kürt, korkunç faşist yalanlarla, 125 milyonluk Japonya’ya karşı tehdit olarak gösterililiyor. Irkçıların nefret operasyonu olmasa, Japon halkı bir avuç Kürt göçmenin varlığından bile haberdar olmayabilirdi. Ama ırkçı gruplar yabancı karşıtı nefreti körüklemek için 2023’ten itibaren Kürtleri kurban olarak seçtiler.
Neden?
Çünkü vatandaşı oldukları ülke tarafından sahiplenilmeyecek, PKK’yle ilişkilendirilerek “terörist” yaftası yapıştırılabilecek tek göçmen grubunun Kürtler olduğunu keşfettiler. Türkiye ise bu yoğun baskılar karşısında kendi vatandaşı olan Kürtleri savunmak için kılını bile kıpırdatmıyor.
Türkiye’de Kürt sorununun çözümü konusunda adımlar atılması Japonya’daki Kürtlerin hayatını da etkiler mi?
Tabii ki, hem de doğrudan etkiler. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi, Japonya’nın Kürtlere yönelik yaklaşımını da pozitif yönde değiştirir. Ama şöyle de bir sorun var: Şimdiye kadar ırkçılar “buradaki Kürtler terörist, Japon toplumu için tehlike oluşturuyorlar” diyorlardı. Türkiye’de barış sağlanırsa, bu sefer de “Kürtlerin siyasi sorunları çözüldü, artık sınır dışı edilsinler” diyecekler.
Hatta Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısıyla birlikte ırkçı kampanya bu yönde evrilmeye başladı bile. Fakat Kürtler için Japonya’da, Karihōmenlik koşullarında yaşamak ne kadar zorsa, Türkiye’ye dönmek de artık o kadar zor.
Neden?
İnsan bir eşya değil ki, ha deyince bir yerden alıp başka bir yere koyasın. Tarihte pek çok geriye göç trajedilerle sonuçlandı. Kitapta da anlattığım gibi, 1920’lerden itibaren başta Kore, Mançurya ve Çin toprakları olmak üzere pek çok ülkeye dağılmış olan milyonlarca Japonun İkinci Dünya Savaşı sonrası geri dönüşleri sayısız trajediyle sonuçlandı.
Bugün bırakın Japonya’daki Kürtlerin dönmesini, 1990’larda köyleri yakılıp Türkiye’nin batısına sürülmüş olanlar bile köylerine döndüklerinde köy korucularının direnci dâhil bir sürü sorunla karşılaşıyorlar. Üretim araçları ve deneyimleri değişmiş, kültürel olarak bambaşka bir bağlama yerleşmiş insanların geri dönüşü kolay olabilir mi?
Japonya’daki aşırı sağcı grupların ve Türkiye’den gelen nefret söylemlerinin Kürt mülteciler üzerindeki etkisi nedir? Bu durum onların günlük yaşamlarını ne kadar etkiliyor? Sosyal medya kampanyalarının gerçekten bir karşılığı oluyor mu?
Valla Japonya’daki Kürtler iki yıldır deyim yerindeyse güvercin tedirginliği yaşıyor. Irkçı gruplar hemen her hafta Kürtlerin yaşadığı Kawaguchi ve Warabi şehirlerinde gösteriler yapıyor ve her iki şehrin halkını Kürtlere karşı kışkırtmaya çalışıyor.
Kadınlar süpermarketlere, çocuklar okula giderken, işçiler ev yıkarken sürekli kameralarla taciz edilip ürkütülüyor. Kürtlerin evleri işaretleniyor, ev ve iş adresleri internetten ifşa ediliyor. Hemen her gün bir Kürt işçi, çocuk, aile ırkçılar tarafından sosyal medyada hedef gösteriliyor ve bunlar milyonlarca etkileşim alıyor. Irkçı kampanya henüz fiziki bir lince, pogroma dönüşmemiş olabilir ama bunun olmayacağına dair hiçbir garanti yok. Çünkü Japon hükümeti şu ana kadar hiçbir engelleyici adım atmış değil. Kürtlere yönelik nefret söylemi ifade özgürlüğü adı altında cezasız bırakılıyor. Oysa nefret söylemi bir ifade özgürlüğü değil, bir şiddet türü.
Nefret söylemi aynı zamanda fiziksel şiddeti de tetikliyor. Kürt çocuklar okullarda akran zorbalığına, öğretmenlerin ayrımcı uygulamalarına maruz kalıyor. İşverenler ırkçı kampanyayı bahane ederek Kürtleri daha ucuza çalıştırmak istiyor.
Bütün bunları söyleyince de Türkiye’deki lümpen-ırkçı grupların “hep mağduru oynuyorsunuz” yaftasıyla karşılaşıyorsunuz. Az önce “Kürtlerin en zorlandıkları ve en iyi başardıkları şey ne” diye sormuştun.
"Japon hükümeti zorlu bir ikilemle karşı karşıya”
Evet…
Kürtlerin en zorlandıkları şey yalanlarla, yaftalarla, manipülasyonlarla dolu nefret söylemiyle baş etmek. Ama en iyi başardıkları şey de, bu iğrenç saldırılar karşısında soğukkanlılıklarını, olgunluklarını, dirençlerini korumaları ve bu saldırıları Japonlukla, Japon toplumuyla özdeşleştirmemeleri. Japonya’daki Kürtlerin politik bilinci, maruz kaldıkları şeyi de politik bir bağlama oturtmalarını sağlıyor.
Bunun Japon halkının değil, belli politik ve ekonomik çıkar gruplarının operasyonu olduğunu görüyor ve Japon toplumuyla bağlarını güçlendirmeye çalışıyorlar.
Japonya’nın göçmenlere pek kapısını açmadığını biliyoruz. Kürtler bu zor koşullarda nasıl hayata tutunuyor? Japon hükümeti zaman içinde daha anlayışlı bir noktaya gelir mi dersiniz?
Valla az önce de söylediğim gibi, Japon hükümeti zorlu bir ikilemle karşı karşıya. Aslında Japonya göçmenlere değil, mültecilere kapalı bir ülke. Yoksa çeşitli Güneydoğu Asya ülkelerinden yüzbinlerce işçi alıyor ve sömürüyor. Ama politik sorunlar nedeniyle ülkeye sığınanların insan haklarını korumaya, onları uluslararası hukukun gereği olarak muhafaza etmeye kapalı.
Japonya her yıl yapılan iltica başvurularının yüzde 1’ini kabul ediyor. Bu dünyada eşine az rastlanan bir kapalılık. Ayrıca küresel ölçekte yükseltilen mülteci karşıtlığına bakarsak, Japonya’nın kısa vadede uluslararası hukukun, imzacısı olduğu Cenevre Sözleşmesi’nin gereğini yerine getireceğini sanmıyorum. İki gün önce Japonya’daki bir Kürt gencinden mesaj aldım. 8 bin kişinin başvurduğu Tokyo’daki güzellik yarışmasında birinci olmuş.
Ama Karihōmenli olduğu için hiçbir yerde iş bulamıyor. “Abi bu Karihōmen işi ne zaman çözülecek” diye soruyor. İşin aslına bakarsan son iki yılda öyle bir noktaya gelindi ki, artık Kürtlere Karihōmenlilik bile çok görülüyor.
Geleneksel Kürt kültürü ve modern Japon kültürü bir araya gelince nasıl bir manzara ortaya çıkıyor? İkisinin en ilginç benzerlikleri ya da en şaşırtıcı farklılıkları neler?
Ne Kürtler ne de Japonlar tam anlamıyla geleneksel kültürün içinde yaşıyor. Ama Newroz’da fistan giyerek halaya duran bir Japon kadın veya festivallerde kimono giyen bir Kürt kadın görebiliyorsunuz. Göçmenler içine girdikleri kültürden etkilendikleri kadar, o kültürü de etkiliyorlar. Nasıl ki arılar bitki tohumlarının yayılmasını sağlıyorsa, göçmenler de kültürler arası etkileşimi sağlayarak zenginliğe zenginlik katar.
Göçler olmasa medeniyet olmaz, insanlık gelişemezdi. 1900’lü yıllarda ABD ve Latin Amerika’ya göç eden Japonlar, beraberlerinde muazzam bir kültürü de taşıdılar ve gittikleri her yeri bu açıdan zenginleştirdiler.
Kürtler de Japonya’ya mutfak kültürlerini, Newroz’u, halayı, müziği, dengbejliği taşıdılar. Geçen sene Japonya’ya tekrar gittiğimde misafir olduğum bir Kürt evinde kadınlar, kendilerine dil dersi veren iki Japon erkeğe Kürt yemekleri yapmayı öğretiyordu. Irkçılık bu etkileşimi, dolayısıyla medenileşmeyi engellemek üzere ortaya salınmış bir virüs gibi aslında.
“En çok dikkat ettiğim şey, ırkçıların tuzağına düşmemekti”
Bu kitabı yazarken sizi en çok zorlayan şey neydi? Röportaj yapmak mı, kaynak bulmak mı yoksa bambaşka bir şey mi? Eminim bu süreçte sizi çok şaşırtan şeyler de olmuştur!
Valla ne röportaj yapmak zorladı beni, ne de kaynak bulmak. Japonya’dayken yüzlerce görüşme yaptım, binlerce not tuttum. Nisan 2022, Eylül 2024 arasında doyasıya uyuduğum tek bir gecem olmadı.
Bir yandan Artı Gerçek’te gazetecilik yaparken, bir yandan da Japonya tarihine, kültürüne, göçmenliğe, mülteciliğe dair sayısız kaynak taradım, kitap ve makale okudum, ülkeler arasında mukayeseler yaptım. Bunların hiçbiri beni zorlamadı.
Ama, bu zaman dilimi boyunca beni zorlayan esas şey, Japonya ve Türkiye’deki ırkçıların hepi-topu iki bin Kürt göçmene karşı yürüttükleri iğrenç sosyal medya lincini, faşist ve ırkçı yalanları her gün sessizce izlemek oldu.
Peki bu süreç çalışmanı nasıl etkiledi?
En çok dikkat ettiğim şey, ırkçıların tuzağına düşmemekti. Tıpkı Türkiye’deki ırkçılar gibi Japonya’dakiler de temsil ettiklerini iddia ettikleri halka karşı hasmane, dolayısıyla ırkçı bir dil kurmanızı isterler. Çünkü bu tuzağa düşerseniz, hakikatleri anlatamazsınız. Zaten kitap yayınlandıktan hemen sonra bazı Japon ırkçılar beni “Japonlardan nefret eden kitabın yazarı” diyerek hedef gösterdiler.
Elbette Japon toplumunun da Kürtlere yapılan muamelede sorumluluğu var. Tıpkı Türk toplumunun Kürtlere yapılanlarda sorumluluğu olduğu gibi.
Tıpkı Ermenilere yapılanlarda Kürtlerin sorumluluğunun olduğu gibi. Ama bu sorumluluğu hatırlatmakla bunu bir halka karşı negatif sıfat yakıştırmak arasında devasa bir fark var. Dolayısıyla böyle bir tuzağa düşmeme konusunda hem bir Kürt olarak deneyimliyim, hem de gazeteciliğe Bianet’te ve Express dergisinde başladığım için eğitimliyim.
Son olarak, bu kitabı yazarken sizi en çok motive eden şey neydi? Okuyucularınız kitabı bitirdiğinde hangi duygularla, hangi düşüncelerle baş başa kalsın istersiniz?
Valla beni en çok motive eden şey, Japonya’daki Kürtlerin yalnızlık ve sahipsizlik duygusunu bir nebze olsun azaltmak ve Kürtler aleyhine yürütülen ırkçı kampanya karşısında hakikatleri enine-boyuna herkese göstermekti.
Okuyucular kitabı bitirdiğinde hangi duygu veya düşüncelerle baş başa kalır, bilemiyorum. Ama kitabın son bölümündeki çağrıma kulak vermelerini çok isterim.
(EMK)
23. FEMİNİST GECE YÜRÜYÜŞÜ
Kadınlar ve LGBTİ+’lar Taksim’de: "Eşitliği almadan bitmeyecek bu isyan"

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
İnsan hakları savunucuları: Hasta kadın mahpuslar serbest bırakılsın

Cumartesi Anneleri/ İnsanları: Gözaltında kaybedilen kadınları unutmuyoruz

Moroğlu: Kadınları güçlendirmeden aile politikaları çözüm sunmaz

İnsan hakları savunucusu kadınlar: Barış istiyoruz
