Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Birleşmiş Milletler’in (BM) işkence ile mücadelede temel başvuru kaynağı olarak kabul ettiği İstanbul Protokolü’nün 2022 baskısının Türkçe çevirisini bugün düzenlediği uluslararası etkinlikte tanıttı.
BM İşkenceye Karşı Komite’nin önceki Başkanı Jens Modvig, BM İşkence Görenler İçin Gönüllü Fonu önceki Başkanı Vivienne H. Nathanson ve İnsan Hakları İçin Hekimler Örgütü’nden Vincent Iacopino ile Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Kurucular Kurulu Üyesi Türkcan Baykal etkinliğin panel bölümünde söz aldı.
- BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu (İstanbul Protokolü) 51 ülkeden 180’den fazla uzmanın çalışmasıyla geçen yıl güncellendi. Protokolün güncel hali, 29 Haziran 2022’de Cenevre’de kamuoyuyla paylaşıldı. TİHV, işkencenin araştırılması ve belgelenmesi için BM patentli bir kılavuz olma niteliği taşıyan İstanbul Protokolü’nün yeni edisyonunun Türkçesini yayına hazırladı.
Bakkalcı: Bu ihlaller önlenebilir
Panelin açılışını yapan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Başkanı Metin Bakkalcı, protokolün bugün neden daha da önemli olduğunu anlattı:
“Bugün burada, İstanbul Protokolü çalışmasının başlatılma kararının verildiği ortamdaki arkadaşlar var. 1996 Mayısında birinci taslağı hazırlayanlardan bugüne, bu sürece katkı sunanlar, işkence görenlerin hukuki süreçlerine katkı sunanlar ve hayatını insan haklarına vakfetmiş aktivistler bu salonda. 2022 baskısını hazırlayanlar da çevirisini gerçekleştirenler de bu salonda… Zorla kaybetmelerin sonlanması ve bütün sorumluların cezalandırılması için her türlü baskıya rağmen 28 yıldır mücadelesini sürdüren Cumartesi Anneleri/İnsanlarının temsilcileri de burada...
İstanbul Protokolü öyküsü, muazzam bir başarı öyküsüdür. Aynı zamanda bir başarısızlığın göstergesi. İşkencenin 24 yıldır sönümlenmeyip aksine kuvvetlenmesi, işkenceyi sonlandıramadığımızın da bir göstergesi. Ancak ihlaller insan eliyle gerçekleştirildiği için önlenebilir, önleyeceğiz. Bu protokol şimdi daha değerli çünkü tüm dünyada insan hakları fikriyatından uzaklaşıldığı bir dönemdeyiz. İşkenceyi meşrulaştırmak için değişlik çabalar içerisinde olanlara karşı protokolün güçlendirilmesi ihtiyacı ortaya çıktı.”
Korur Fincancı: Mücadelede ısrarcıyız
“Çok uzun bir hikaye bu…” diyerek sözlerine başlayan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, şunları söyledi:
“İşkence görenlerin bunu bir daha yaşamaması, işkence uygulayanların sorumlu tutulabilmesi için bir yola çıkmıştık. Bugün 51 ülkeden bilim insanları, hak mücadelesi içinde yer alan dostlar, hukuktan tıbba, ruh sağlığında sosyal boyuta birçok alandan arkadaşlarımızla bir çalışma yürütüldü. Bundan 23 yıl önce yola 15 ülkeden 75 insanla çıkıp bugün 180’e ulaşan emek verenlerle, bir dayanışmanın, mücadelede ısrarın, direngenliğin yansımasıdır İstanbul Protokolü…
Ne yazık ki işkenceyi sona erdiremedik. Ama biz ısrarcıyız ve direnmeye devam ediyoruz. O nedenle bu çalışmanın ilkelerimizi hatırlatması çok kıymetli.
Çalışma süresince son dönemde karşılaştığımız bir sorunu gözetmemiz de gerekti. Açık alanlarda her türlü demokratik hak talebinde şiddetin meydana geldiği bir ülkede yaşıyoruz. Örneğin Cumartesi Anneleri/İnsanları şu anda gözaltında. Halen ters kelepçe uygulaması devam ediyor. Geçen hafta İHD Genel Başkanı Eren Keskin’in polis otobüsüne ters kelepçeyle bindirildiğini gördük. Ama ne yaparlarsa yapsınlar işkenceye karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü bu suçlarla yüzleşilmedikçe suç işlemeye devam edecekler.
İstanbul Protokolü’nün nasıl bu kadar genişlediğini, nasıl bu boyuta ulaştığını, neleri kapsadığını bugün burada dinleyeceğiz. Ancak 1996’da başladığımızda ilkeler neydiyse bugün de o ilkeler değişmedi. İşkencenin sona ermesi ve suçluların cezalandırılması halen temel ilkemiz.”
Baykal: Net ve kapsamlı bilgi veren bir belge
Ardından Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Kurucular Kurulu Üyesi Türkcan Baykal söz aldı:
“İstanbul Protokolü, hepimizin insan olarak dünyanın hemen her yerinde işkence ve diğer kötü muamelelere maruz kalanlara karşı hissettiğimiz borcun ve işkenceyi tüm dünyada ortadan kaldırma çabasının sembollerinden biri. Konuşmamıza Cumartesi Anneleri/İnsanları’nı anarak başlamamız tesadüf değil. Onlara karşı şükran ve mahcubiyet duygularımı dile getirmek istiyorum. Başarı, onların da gösterdiği gibi mücadeleyi birlikte sürdürme ısrarından geçiyor.
İstanbul Protokolünün ana eksenini, Protokol 1’de yer alan ilkeler oluşturuyor. Bunlar temel belge niteliğinde ve olmazsa olmaz ilkeler. Protokol, bu prensiplerin, nasıl yaşama geçirileceğine ilişkin hemen her alanda ayrıntılı ve net bilgi veren kapsamlı bir belge.
Bugün dünyada işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılması ve raporlanmasının Protokole uygun yapılmasına ilişkin bir konsensüs var. Devletin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği, işkencenin araştırılıp araştırılmadığı protokole uygun değerlendiriliyor.
İşkence yasağı mutlaktır. Uluslararası hukukta istisnası yoktur, çatışma, savaş darbe olmak üzere kesin ve kapsayıcı bir hükümdür. UNCAT’i imzalayan ve yürürlüğe koyan dünyada sadece 20 ülke var. 173 ülke imzaladı. İmzalamak demek kabul etmek demek, derhal etkin soruşturma yapma, suçluları yargılama ve cezalandırma, tazmin, telafi, onarımı kapsıyor. Devletler imzalayarak bunu taahhüt ediyorlar. Ancak işkence halen devam ediyor.
İstanbul Protokolü bu yükümlülüklerle devletlerde ve her türlü işkence araştırması, ulusal ve uluslararası belgeleme, inceleme, raporlandırma, denetleme sorumluluğu olanlar için kılavuz belge niteliğinde.”
“Cezasızlığa karşı tespitler yapabiliyoruz”
İstanbul Protokolünün 23 yılını anlatan Baykal, uluslararası mahkemelerde Protokole atıf yapılan ilk kararlardan örnekler verdi:
“Protokol üniversite müfredatlarına girdi, bilimsel sempozyumlar düzenlendi. Gerçekten işe yaradı mı? Bütün dünyada halen işkencenin varolduğunu görüyoruz. Cezasızlığı engelleyemiyoruz ama cezasızlığa karşı inkar edilemez deliller ve tespitler yapabiliyoruz Protokol sayesinde. Gerçeğin ortaya çıkarılmasını görünür kılmasını sağladık. Sadece bireylerin değil devletin sorumluluğunu ortaya koymada başarılı oluyoruz.
İşkence gören mültecilerin geri gönderilmesi süreçlerinde tüm dünyada Protokole uygun raporlar verilmeye başladı. Özgürlüğünden alıkonanların tutulduğu yerin denetlenmesinde, bu denetimin niteliğinin saptanmasında da kullanıldı. İşkencenin araştırılması ve raporlanmasında da, sivillere karşı kimyasal silah kullanılmasında, gözetim yeri dışındaki güç kullanılan alanlarda, tek başına tutulma gibi tüm dünyada yaygınlaşan koşullarla ilgili Protokol kullanılıyor.
İşkenceyi önleyemiyorsak da maruz kalanların tıbbi değerlendirmeye tabi tutulma şansı daha yüksek oluyor, hekim ve hastasına uygun ve güvenli muayene ortamı yaratılması için dayanak oluşturdu. Nitelikli tıbbi raporlar için kullanılabiliyor. Ruhsal değerlendirme ve raporlandırmaların somut delil niteliği tartışması neredeyse son bulmaya başladı. Hukukçular eksik, hatalı raporlara karşı Protokol sayesinde itirazda bulunabiliyor. Hakim ve savcılar dayanak olarak kullanabiliyor.
Bu şekilde bir değerler sistemini kuşaktan kuşağa aktarabiliyoruz. İnsanlık değerlerine sahip çıkan, işkenceye karşı çıkanlar bütün dünyada bir araya gelerek Protokolü oluşturabildik. Hepimiz başka bir gelecek için mücadele edebiliyoruz. İşkenceyi bir gün ortadan kaldırabilecek olmak çok değerli. Bu konuda kararlıyız.”
Nathanson: Hastanın en iyi tedaviye ulaşması
BM İşkence Görenler İçin Gönüllü Fonu önceki Başkanı Vivienne H. Nathanson:
“Günümüzde kırılganlıkların arttığı bir dünyada yaşıyoruz. İşkenceye karşı çalışanların saldırıya uğradığını görüyoruz.
1984’te İngiliz Doktorlar Derneği için çalışmaya başladım. İşkenceyle ilgili bir rapor hazırladık ve meslek kuruluşu olarak işkence üzerine çalışmaya başladık. Bu maalesef durumun ciddiyetini ortaya çıkardı. Ardından pek çok kitap ve raporlar ortaya çıktı.
O dönemden beri işkenceyi engellemeye, devletin bunu yapmasını zorlaştırmaya çalıştırıyoruz. Mağdur ailelerine bir onarım sağlamayabilir miyiz diye düşünüyoruz. İşkencenin devletle için maliyetli hale gelmesine ve bu sebeple engellenmesine çalışıyoruz.
BM 52 yıl önce bu fonu kurdu. Güney Amerika’da kaybolan çocukların ardından fon kuruldu, 84 ülke dünya çağında bundan faydalanıyor. Fonun kaynağı da devletler. İşkence mağdurlarına ve ailelerine destek veriyoruz. Ayrıca acil durumlarda da devreye giren bir fonuz.
Tüm sağlık çalışanları, yani doğrudan birebir hasta bakımından sorumlu olan herkes, son dönemde pek çok zorluk yaşıyorlar. Tıbbi bilgi bir hafta içerisinde ikiye katlanabiliyor. Bu bilgi patlamasıyla başa çıkmak çok zor. Tüm bu sürede toplumlar da pek çok sebepten değişiyor. Ancak her doktor işkencenin ne olduğunu bilmeli, semptomlarını tanımalı. İstanbul Protokolü bu tanımlamayı yapabilmek için gerekli dokümanı sağlıyor. Protokolde insan vücudunun diyagramları da yer alıyor, doktorlara hastayı muayene ederken işkence izlerine nerede, nasıl dikkat edeceğini gösteren bilgiler de yer alıyor.
“Etik ilkelerle ilgili başvuru kaynağı”
İnsanlara yardım etmek, seçimler yapmaktır. Bu sürecin en önemlisi iznini almaktır. Bu sebeple Protokol, sadece işkence konusunda değil, hekimlerin diğer konulardaki etik ilkelerle ilgili de başvuru kaynağı. Yine hukukçular için de, hasta gizliliği konusunda temel bir kaynak. Protokolün etikle ilgili kısmını bu baskıda genişletip güçlendirdik.
Dünya Tabipler Birliği’nin 111 üyesi var. Dolayısıyla hakimler, birliği dinlemeye eğilimli oluyor. Ancak Guantanamo’daki işkencelerle ilgili “içgörüden yoksun davrandılar.” Dünya Tabipler Birliğinin sitesinde yer alan Tokyo Deklerasyonunda, doktorlar işkenceye asla dahil olmamalı, ibaresi yer alıyor. Bunun ayrıca ilan edilme sebebi, bir tıp derneği doktorun işkenceyi raporlamadığını düşünürse bu kontrol mekanizmasına tabidir.
Etik ilkelerin uluslararası alana yayılması çok önemli. Kızıl Haç’la birlikte Kuzey Afrika’da çalıştığım dönemde hapishane doktorlarının minimum standartlardan habersiz olduğunu görmüştüm. İstanbul Protokolü sağlıkçıları da eğiterek hastaların en iyi tedaviye ulaşmasını öngörüyor.”
Modvig: BM ve devletler, Protokolü referans alıyor
BM İşkenceye Karşı Komite’nin önceki Başkanı Jens Modvig:
“İstanbul Protokolü, uluslararası insan hakları standartlarına dair çok önemli bir belge. Uluslararası kurumlar, çalışmalarında, Protokolün 2022 edisyonunu dikkate alıyor. Protokolü yenilemek daha da kullanışlı bir araç sundu.
BM için İstanbul Prokolü, işkenceyle mücadelede temel bir başvuru kaynağı. Ayrıca devletlerle ilgili raporlamalarda da kullanılan bir referans kaynağı. Protokolün Türkçede ulaşılabilirliği, bu ülkede insan haklarının gelişimi açısından büyük önem taşıyor.
Devletlerin taahhüt ettikleriyle gerçekteki eylemleri çok farklı olabiliyor. Uluslararası mekanizmalarının yasal olarak bağlayıcı olmasıyla, devletler bunu onayladığında buna uymayı taahhüt ederler. Örneğin Mandela Kuralları. Bu standartlar BM Genel Kurulunda oybirliğiyle kabul edilmiştir ama hiçkimse için bağlayıcı değildir. Ancak bu derece yumuşak bir metin bile oldukça önemli bir etkiye sahiptir.
“Adım adım da olsa ilerleme kaydediliyor”
Devletler için bağlayıcı olan 10 ayrı insan hakları sözleşmesi var ve buna uymak zorundalar. Peki uyuyorlar mı? Bunun cevabı karmaşık ancak yine de cevabım evet, olurdu. Adım adım da olsa ilerleme kaydediliyor. Engeller genellikle kaynak ya da siyasi irade eksikliği oluyor. Yine de çoğu devlet uluslararası alandaki imajlarını önemsiyor. Bir komite insan hakları konusunda yeterince çalışmadıklarını tespit ederse bu konuda çalışmalarda bulunuyorlar.
BM İnsan Hakları Konseyi’nin periyodik incelemelerinde her devlet başka bir devletin insan hakları durumuna ilişkin geliştirme, iyileştirmesine dair çalışıyor. Bu çabalar devletler için hukuken bağlayıcı haline de gelebiliyor.
BM İşkence Sözleşmesinde 193 onayı vardır ve bütün dünyada da geçerlidir. Sözleşmeyi onaylamayan devletlerde de geçerlidir. İşkencenin soruşturulması ve cezalandırılması ve ayrıca işkence görenlere giderim sağlanmasını düzenler. BM İşkence Karşıtı Komite, sözleşmenin devletlerce uygulanıp uygulanmadığını kontrol eder. Her 4 yılda buna dair bir rapor hazırlanır.
“Devlet, işkence iddiasını soruşturmakla yükümlü”
Sözleşmeye taraf devletler, işkence iddiasını soruşturmakla yükümlüdür. Devlet bağımsız, hızlı ve etkin bir soruşturma yapmak zorundadır vakayla ilgili. Fail suçlu bulunduğunda cezalandırmak ve işkence görene de giderim sağlamakla da yükümlüdür. Komite işkence şikayetlerini, işkence soruşturmalarını, soruşturmanın bağımsızlığını ve akıbetini, şikayet sahibinin tıbbi inceleme sonuçlarını sorar, örnek vakaları inceler. Bu konuda İstanbul Protokolü son derece yararlı. Bu tür soruşturmaların ilkeleri, Protokolce ortaya konuyor.
Komite soruşturmalara dair ayrıntıları da inceliyor. Tıbbi raporlarla iddialar arasında tutarlılıkları karşılaştırır, adil yargılama konusunda inceleme yapar. Kriter olarak da Protokolü esas alabilir.
Komite, ceza adaleti sisteminde eğitimini de önemser. Hakimler de dahil bu tüp eğitimlerden geçmelidir. Çünkü işkence yoluyla elde edilen tanıklık mahkemece kabul edilmemeli. Hakim, bir tanığın veya sanığın işkence gördüğünü nasıl tanıyabileceği konusunda bilgi sahibi olursa bunu anlayabilir. Protokol, işkence görenlerin rehabilitasyona tabi tutulmasını, bu konuda giderim sağlanmasını da öngörür.
Komite son incelemesi sonrasında Türkiye’ye sağlık çalışanlarının işkenceyle ilgili uygun eğitimden geçirilmesi tavsiyesinde bulundu ve bu tavsiyesinde Protokole atıfta bulundu. Türkiye’ye ayrıca hak savunucuları, gazeteciler ve hekimlerin mesleki faaliyetleri dolayısıyla tehdit altına girdiklerinde bunun mutlaka soruşturulması tavsiyesinde bulunuldu.
İstanbul Protokolü, uluslararası insan hakları mekanizmaları kapsamında ve devletleri buna uymaya zorlama konusunda çok faydalı bir belge.”
Iacopino: Sivil toplum ile koordinasyon
İnsan Hakları İçin Hekimler Örgütü’nden Vincent Iacopino:
“Sağlık uzmanları olarak insan haklarını korumak bizim görevimiz. İstanbul Protokolü, tüm sorumluların cezalandırılması için temel bir belge, tüm dünyada işkenceyle mücadelede uluslararası bir araç. Son çalışmalarımızın ardından Protokol artık iki katı daha uzun bir belge oldu.
En önemli değişikliklerden biri, birinci ünitedeki hukuki süreçlerle ilgili kısımda yer alıyor. Örneğin uluslararası mekanizmaların, habersiz şekilde gözaltı merkezlerini ziyaret etmesi öngörülüyor.
İşkence ve kötü muamelenin tanımı da bu kısımda yer alıyor. Barışçıl protestoculara karşı orantısız güç, üreme haklarına müdahale, zorla kısırlaştırma, insan ticareti, cinsel yönelime karşı şiddet veya açlık grevindekilere zorla besleme, engelliler için rızası dışında tıbbi müdahale başlıkları bu kısımda yer alıyor.
Devletlerin devlet dışı aktörlerin uyguladığı işkenceden sorumlu olduğu öngörülüyor. Aynı başlıkta, işkence altında elde edilen ifadelerin geçerli olamayacağı ve mültecin geri gönderilmemesi düzenleniyor.
“Hukukçular ve sağlıkçılar için kurallar”
İkinci ünitede hukukçular ve sağlıkçılar için davranış kuralları düzenleniyor. Hakimlerin işkenceyi önleme görevi vardır, gibi kurallar bu bölümde yer alıyor. Etik sorunların hasta lehine ele alınması da öngörülüyor. Ayrıca doktorların işkenceyi belgeleme görevinden de bahsediliyor. Bunun sadece mesleki kuralları yerine getirmek olduğu da devletlerce kabul edilmeli.
Üçüncü ünitede de işkencenin hukuki anlamda soruşturulmasına dair bazı ilkeler güncellendi. Soruşturmaların planlanması, çocuklarla ilgili konular ve dijital belgeleme konuları burada açıklanıyor. Devam eden ünitelerde de fiziksel ve psikolojik kanıt elde etmek düzenleniyor. Klinik delillerin ayrıntılı şekilde rapor edilmesi ilkesi yer alıyor. Klinik bulgu olmaması, işkence olmadığı anlamına da gelmiyor.
“Devletlerin engelleme yükümlülüğü”
Yeni düzenlemelerde zorunlu raporlamaların altı çizilirken, raporların özerkliğine de vurgu yapılıyor. Bu konudaki etik sorumluluklar sıralanıyor. Yeni baskıda ayrıca devlet ve STK’lar için Protokolün uygulanmasını kolaylaştıran bir yol haritası sunuluyor. Devletlerin yükümlülükleri ardından işkenceyi tespit etmek, suç olarak kabul etmek, engellemek yer alıyor.
Ayrıca tüm ilgili personelin eğitilmesi, kolluk gücünün eğitim, tıbbi yardım konuları düzenleniyor. Özellikle işkenceye maruz kaldığını iddia eden kişinin bağımsız sağlık uzmanınca muayene edilmesi yükümlülüğü getiriliyor.
Tüm bu yükümlülüklerin devletlerce yerine getirilip getirilmediğinin bağımsız kuruluşlarca denetlenmesi de öngörülüyor. Ayrıca işkenceye karşı mücadelede devletin sivil toplum ile koordinasyonu düzenleniyor.
İşkence görmeme hakkı; ifade, inanç özgürlüğü, barışçıl toplantı hakkı gibi diğer haklarla yakından bağlantılı. İşkence ve kötü muameleye karşı olan herkesi bize katılmaya davet ediyoruz.”
İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Türkçe çevirisine buradan ulaşabilirsiniz.
(AS)