Haberin İngilizcesi için tıklayın
İki öykü kitabının ardından şimdi de ilk romanı "Leylan" ile okurlarıyla buluşan Selahattin Demirtaş, "Her okur kendi durduğu yerden alacaktır kitabın mesajını. Benim yazar sıfatıyla herhangi bir kodlama yapmam veya sınır çizmem doğru olmaz" diyor.
Diyarbakır'ın kûçelerinde (sokak) başlayıp oradan İstanbul'a, Zürih'e giden ve nihayetinde Nusaybin'de noktalanan, çok karakterli, katmanlı, roman içinde roman "Leylan."
Kendisi de okuru hiç düşürmeyen dinamiğiyle dikkat çeken kitabın özellikle kurgu sürecinde çok zorlandığını söylüyor: "Kurguyu oturtmak meselesi en zorlandığım konu oldu. Bölüm bölüm her detayı, her bağlantıyı ve karakteri defalarca gözden geçirmek, düzenlemek zorunda kaldım."
Bilinçaltı, psikanaliz, travmalar, nöroloji bilimi ve yer yer polisiyeye de göz kırpan roman temelde insanlığın en eski arayışı "mutluluk" üzerine bir kitap. Yaklaşık üç buçuk yıldır cezaevinde olan yazar Demirtaş, "Dışarıdaki insanların umutsuz, mutsuz halleri ve giderek anlamsız bir hayata sürüklendiği izlenimi bende buna dair bir şeyler yazma isteği uyandırdı" diyor.
Selahattin Demirtaş son kitabı "Leylan" üzerine bianet'in sorularını yanıtladı.
Devran okuma tiyatrosu olarak sahnelenmesinin ardından kitaplarınız üzerinden oyuna gidenler için hedef göstermeyle birlikte bir tartışma başladı. Tam da Leylan'ın okurla buluşmasına birkaç gün kala oldu bunlar. Bazı yayınevlerinden destek mesajları geldi. Siz içeriden nasıl takip ettiniz bu süreci?
Kısmen basından, kısmen avukat arkadaşlarımın aktarımlarından dışarıda olup biteni anlamaya çalıştık. Hükümet ve yandaşlarının yaptığı, her zamanki akıl tutulmasından ve ahlaksızlıktan başka bir şey değildi. Ama buna karşı gösterilen her türlü dayanışma çok anlamlıydı ve elbette büyük moral oldu bizim için. Herkese bu vesileyle bir kez daha teşekkür ediyorum.
"Aklıma minicik bir fikir geldiğinde kaleme sarılıyorum" demiştiniz. Leylan için o ilk kıvılcım ne oldu?
Dışarıdaki insanların umutsuz, mutsuz halleri ve giderek anlamsız bir hayata sürüklendiği izlenimi bende buna dair bir şeyler yazma isteği uyandırdı. Her şey bunu düşünmekle başladı.
"Tek bir bilgi için bazen yazmaya günlerce ara veriyordum"
Kitabın "Teşekkür" bölümünde belirttiğiniz gibi doktorların bilgisine başvurmuşsunuz, tıbbi bölümler için. Ancak kurguyu oturtmak adına tavsiyelerin çoğuna uymadığınızı söylüyorsunuz. Bir yazar için editörle dirsek teması çalışmak, danışmanla, bilgi edinilecek uzmanla fikir alışverişi yapmak önemlidir. Roman yazarken bazı teknik araştırmalar yapmak da gerekiyor. Peki, bu süreç hapisteki bir yazar için nasıl işliyor?
Çok zor ve zahmetli oluyor tabii. Avukatlarımın bana ulaştırdığı sözlü veya yazılı bilgiler, materyaller veya posta yoluyla bana ulaştırılan raporlar vs. ile yetinmek zorundaydım. Neye ihtiyacım olduğunu söylüyordum, avukatlarım araştırıp getiriyordu, avukat odasında o belgeleri görüyor, bilgileri dinliyordum, yazarken de bunlardan yararlanıyordum. Bazen tek bir bilgi eksikliği nedeniyle günlerce yazmaya ara verip ilgili avukatın ziyaretime gelmesini, o minicik bilgiyi bana getirmesini bekliyordum. Bilgi geldiğinde ise yeniden yazmaya odaklanmak kolay olmuyordu. Çünkü bu süre zarfında yüzü aşkın davayla ve çok sayıda sorunla da uğraşıyordum.
Leylan'da bir hikâyeye kendinizi kaptırmış sayfalarda ilerlerken başka bir hikayenin içinde buluyor okur kendini. Katmanlar halinde ilerleyen, roman içinde roman... Kurguyu oturtmak ve hikâyeyi de dinamik tutmak için nasıl bir yol izlediniz?
Kurguyu oturtmak meselesi en zorlandığım konu oldu. Bölüm bölüm her detayı, her bağlantıyı ve karakteri defalarca gözden geçirmek, düzenlemek zorunda kaldım. Birkaç bölümü tümden çıkarıp yeni bölümler ekledim vs. Oldu mu, geçekten emin değilim. Ama Abdullah (Zeydan) arkadaşımın uyarıları, fark ettiği kurgusal hatalar veya açıkları düzelte düzelte bir şeyler yapmaya çalıştım. Kafamda elektrik şemasına benzer bir kurgusal şema vardı ve devreleri tamamlayabilmek; konudan, akıştan ve üsluptan kopmadan, akışı dağıtmadan yazmak çok kolay değildi doğrusu.
"Anadil meselesi çocukluğun meselesidir"
Türkçe ve Kürtçenin iç içe olmasına pek çok gönderme var kitapta. "Aşkın Kürtçesi "evin"dir ve senin evin dünyadaki en güvenli yerindir." Öte yandan bir kelimenin her iki dilde farklı şey ifade etmesinin çocuk dünyasına ne kadar tuhaf yansıdığını da okuyoruz. Bu bölüm biraz da "İki Dil Bir Bavul" filmini de hatırlattı. Anadil meselesini çocuk gözünden yansıtmayı özellikle mi istediniz?
Anadili meselesi zaten ilk önce çocukların, daha doğrusu çocukluğun meselesidir. Anadili öğrenme de asimile olma da o zaman gerçekleşip tamamlanıyor. Dolayısıyla meseleyi ilk ve en çarpıcı şekilde ortaya çıktığı noktadan ele almanın, daha aydınlatıcı ve anlamlı olacağını düşündüm.
Leylan'da tanıştığımız ilk kahraman Kudret'in eline Mehmed Uzun'un Kürtçe bir kitabı geçiyor. Okuma yazma anadilinde öğretilmeyen Kudret, "Kendi anadilimi anlayıp konuşabilsem de okumak yazmak başka bir şeydi." diyor. Bu bölüm biraz da "neden Kürtçe yazmıyorsunuz?" sorularına yanıt gibi miydi? Ve bir gün Kürtçe yazacak mısınız, yazabilecek misiniz?
Evet, neden Kürtçe yazamadığımın yanıtıdır aynı zamanda, belki de özeleştirisi. Kürtçe edebiyat metni üretebilmem için çok yetkinleşmem ve Kürtçeye hakimiyetimi mükemmel noktaya taşımam gerekiyor. İçeride Kürtçe çalışıyorum ama edebi bir metin üretebilecek yetkinlikten maalesef ki halen uzağım. Bir gün anadilimde yazmayı hedefliyorum elbette.
Ciğerci Hacı, Fazıl Usta gibi Diyarbakır'ın gerçek mekanlara ve İhsan Fikret Biçici gibi kurmaca dışı karakterlere de yer vermişsiniz Leylan'da. Diyarbakır kûçeleri, İstanbul, Nusaybin ve İsviçre arasında dokunan bir roman Leylan. Yaklaşık üç yıldır hapishanede olan biri olarak özlemini duyduğunuz yer neresi?
Sur içinin doğup büyüdüğüm ve bugün artık yıkılıp talan edilmiş sokakları. Bundan dolayı çok çok üzgünüm, beni çok yaralayan bir konudur.
"Yazar olarak sınır çizmem doğru olmaz"
Bedirhan romanın bir yerinde "Hayata anlam katmaya çalışırken hayatın kendisini yaşamayı unutuyoruz" diyor. Barış akademisyenleri, erkek şiddeti, 90'lar köy yakmalar, hatta İrlanda'da cezaevlerindeki açlık grevlerine kadar pek çok toplumsal olayın da alt hikâyeler olarak okurun karşısına çıkıyor. Ama özünde insanlığın en temel arayışı "mutluluk üzerine" bir roman diyebilir miyiz Leylan için?
Evet, bunu demeniz yanlış olmaz ama her okur kendi durduğu yerden alacaktır mesajı. Benim yazar sıfatıyla herhangi bir kodlama yapmam veya sınır çizmem doğru olmaz. Belki bazıları bunu bir aşk romanı olarak okuyacaktır, itirazım olmaz elbette. Ben söyleyeceğimi romanda söyledim zaten. Gerisi okurun kendi bakış açısına veya önceliğine, algısına göre değişir.
Bilinçaltı, bilinçdışı, psikanaliz, travmalar... Leylan'ın ikinci bölümünde özellikle bu konular etrafında, hafızayı da irdeleyen bir hikâye var. Yer yer polisiye izlenimi veren, gizemli yollara sapan bir ütopya gibi de okunabilir mi?
"Fantastik" bölümler aslında ütopik değil bence, zaten teknoloji şu veya bu şekilde romanda bahsettiğim şeylerin yapılmasına ve o sonuçların ortaya çıkmasına olanak yaratıyor, halihazırda. Etrafınıza dikkatle baktığınızda bunu görebilirsiniz.
Kitapta da yer alan Min bihisti türküsünün sizin için özel bir anlamı var mı?
Dışarıdayken dinleyip sevdiğim bir türküydü. İçeride de defalarca bağlamayla çalıp söyledim, söylüyorum. Beni hüzünlendiren bir ezgisi ve sözleri var, o nedenle o türküyü tercih ettim.
Kitaplarınız ile ilgili çıkan eleştiriler bir sonraki kitabınız için önünüzü görmenizde nasıl yardımcı oluyor?
Hatalarımı, eksik noktalarımı görüp giderme konusunda en fazla yardımcı olan şey kitaplarıma dönük eleştirilerdir. Bu eleştirilerden çok yararlandım tabii ki. (AÖ)