* Röportajın ses kaydını dinlemek için tıklayın. (mp3)
"Hasan'ın katline sebep olan en önemli şey işkencede polise ifade vermemesi. Daha önce de iki kez gözaltına alınmış ama her seferinde 'benim adım Hasan Ocak, her şey kimliğimde yazıyor, size söyleyecek bir şeyim yok' diye cevap vermişti. Otopsi raporunda her tarafında elektrik yanıkları, kırıklar vardı; en sonunda da telle boğularak öldürülmüş... Hasan aydın bir insandı. Bir çok halk türküsünü ezbere bilen, saz çalan, etrafında sevilen... Kardeş gibi kardeşti..."
15 yıl önce gözaltına alındıktan sonra geri dönmeyen kardeşini kaybeden Hüseyin Ocak, cumartesi günü diğer kayıp yakınlarıyla birlikte seslerini duyurmak ve yetkililerin ölümcül sessizliğini bir kez daha kırmaya çalışmak için Ankara'ya doğru yola çıkıyor.
Yedi ailenin ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) çağrısıyla İstanbul'dan başlayacak yürüyüşün sonunda, kayıp yakınları Meclis'te taleplerini parti yetkililerine aktaracak.
Her cumartesi, Galatasaray'da...
Hasan Ocak, 12 Mart 1995'teki Gazi Katliamının ardından, 21 Mart'ta gözaltına alındı. Tanıklara rağmen yetkililer gözaltında olduğunu kabul etmedi. Ailesi çalmadık kapı bırakmadı ve 58 gün sonra Adli Tıp kaydından Hasan'ın kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü öğrendi.
Ailesi, arkadaşları ve hak savunucuları başka kayıplar yaşanmasın, kaybedilenlerin akıbeti açıklansın ve sorumlular cezalandırılsın diyerek 27 Mayıs 1995'te Galatasaray Lisesi önünde ellerinde fotoğraflar olduğu halde sessizce oturmaya başladı. Daha sonra Türkiye tarihinin en uzun soluklu sivil itaatsizlik eylemlerinden birine dönüşecek Cumartesi Anneleri/İnsanları böyle oluştu.
Hüseyin Ocak, "İlk gün 31 kişiydik" diye hatırlıyor. "Olaylar sürdükçe resmini alan yanımıza geldi, İHD'ye başvurdu. Her hafta bir kayıp hikayesini anlatmaya başladık."
Temmuzda polis gruba ilk kez saldırdı ve bu son olmadı. Haziran 1996'da 600 kişi gözaltına alındı. Temmuz 1998'e geldiğinde polis her hafta gruba karşı şiddet kullanıyor; gözaltılar yaşanıyordu. "Yerlerde sürüklenerek gözaltına alındık. Yaşlı insanlarımıza arabaların içinde biber gazı sıkıldı. Cumartesi İnsanları Beyoğlu'na çıktıkları anda gözaltına alınır oldu. Tahammül edecek halimiz kalmamıştı." 13 Mart 1999'da eylem sonlanmak zorunda kaldı.
Kayıpları yeniden gündeme taşıyansa Ergenekon soruşturması oldu. İddianamelerde gözaltında kaybedilen, faili meçhul olarak öldürülen birçok isimle ilgili bilgiler ortaya çıktı. Kayıp yakınları da yeniden Galatasaray Lisesi'nin önüne döndü. 13 Şubat 2009'dan bu yana, toplam 273 haftadır seslerini duyurmak için toplanıyorlar.
Kendine dokununca demokratikleşme olmaz
Hüseyin Ocak, kamuoyu oluşmadan devletin harekete geçmeyeceğini düşünüyor. İlk talepleriyse kayıpların bilançosunun çıkarılması. "Sorgulayan, işkencede sesini duyan, birlikte gözaltına alınan onlarca insan var. Bunlar devletin arşivlerinde kayıtlı."
Ardından "bir yüzleşme yasası"nın çıkarılması gerekiyor. Kimsesizler mezarlığından cesetlerin çıkarılıp yakınlarıyla karşılaştırılmasını ve teşhis edilmesi gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne giden ve Türkiye'nin mahkum olduğu davalarla yeniden soruşturma açılması ve bu olaylar için zaman aşımının kaldırılması da elzem.
Ocak'ın üzerine basarak vurguladığı, kayıpların bireysel değil sistem sorunu olduğu. "Veli Küçük'ün, Cemal Temizöz'un cezalandırılması bizi tatmin etmez; kolektif sorumluluğun üstlenilmesi gerekiyor. Bu olana kadar da yakalarına yapışacağız, hesap soracağız."
Ocak, Ergenekon'un hükümete yönelik darbe girişimiyle ilgili olarak öne çıkmasına da tepkili. "Sadece AKP'ye kapatma davası açılınca demokratikleşmeyi hatırlayan bir parlamento istemiyoruz." Ergenekon davasına müdahil olmak istediklerini de vurguluyor.
Çok şey başardık, yüzleşme istiyoruz
Ocak'la buluştuğumuz İHD İstanbul Şubesi, Beyoğlu'nun arka sokaklarından birinde, küçük bir tabelayla belirlenmiş bir apartmanın giriş katında. Kayıplar mücadelesinin odak noktalarından biri haline gelen şubede yürüyüşü organize etmek için umutlu bir heyecan var. Haklara duyarlı kurumların desteği alınıyor, yolculuk organize ediliyor, görüşülecek insanlar aranıyor.
"Herşeye rağmen çok şey başardı bu mücadele. 1995'te İHD'ye 250'den fazla kayıp başvurusu geliyordu, biz bıraktığımızda, 1999'da sayı dokuza düşmüştü" diyor Ocak.
Yaşadıklarına rağmen yaşama bağlı, esprili. Beni elinde dosyalarla karşılıyor. "Umarım sizi bekletmedim" dediğimde, "Ben erkenciyimdir, 1982'den beri İstanbul'dayım, trafik şartlarına rağmen hiçbir randevuma geç kalmadım" diyerek gülüyor.
Kayıpların hesabını sormak, hükümeti ve halkı insan hakları konusunda duyarlı kılmak konusunda konuşurken kararlı; kardeşini sorduğumdaysa duraklıyor Ocak. "Yaşadığım birşeyi anlatacağım" diyor. Bir kayıp yakının gelip "siz şanslısınız" dediğinde "kızmıştım, bir şey de diyemedim" diye düşündüğünü hatırlıyor. "Gencecik bir insanı gömmüşüz, aklımdan birçok şey geçiyor. Ama sonra süreç içinde anladım, evet şanslıyız, çünkü bizim çiçek koyabilecek bir mezarımız var, çoğu insanın nasıl kaybedildiği bile belli değil."
İnsanların duyarlı hale gelmesi tek çözüm. "Gözaltında kayıpları bir çok insan terörist olarak yaftalıyor ve katli vaciptir diyor. Ama bizim aradığımız insanlar Dersim'in mezrasında kaybedilen üç yaşındaki çocuktur. Metin Can'dır, Hasan Kaya'dır... Biri avukat biri doktor... Soner Gül gibi tp öğrencisidir. Hasan Ocak gibi öğretmen olan insanlardır. Tek özellikleri aydın olmaları, namuslu olmaları, sosyalist kimlikli insanlar olmalıdır..."
Birçok kayıp yakının yıllar geçmesine rağmen çocuklarının, kardeşlerinin yolunu gözlediğini; eşyalarını hiç dokunmadan sakladığını anlatıyor. "Gözaltında kayıp sadece bir insanın ölümü değil, çevresindeki insanların bir ömür boyu işkenceye tabi tutulmasıdır.
"Hasan'ı değil, gözaltında kayıpları anlatmaya çalışıyoruz; Hasan da yaşasa böyle yapardı..." (EÜ)