Saurin, gülümseyip "İşin özü emek haklarıdır da ondan" demişti. "Emek hakları olmayınca insan hakları savı çöker gider. Kapitalizm bunu yapıyor. Emeğin hakları olduğunu unutturuyor. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 24. maddesi nedir, hatırlıyor musun?"
Hatırlamıyordum. "Her insanın dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresini akla uygun sınırlar içinde tutmaya ve belli aralıklarla ücretli tatillere hakkı vardır" diyen maddeydi bu.
"Yaşamının çoğu çalışarak geçiyor. Çalışmadan geçirdiğin saatlerini nasıl yaşadığını da çalışma saatlerin belirliyor. Emeğin senin, hepimizin yaşamını belirliyor. Buradan anla işte emek haklarının neden bu kadar önemli olduğunu."
10 Aralık Uluslararası İnsan Hakları Günü için birçok konuda yazmak mümkün; hele Türkiye'deyseniz... Ancak emek haklarının, insan haklarının bu belirleyici parçasının nasıl olup da görmezden gelindiği, eksiltildiği sorusu, bütün ağırlığıyla önümüzde duruyor.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Yavuz Önen'le bir insan hakkı olarak emek haklarını, insan hakları mücadelesinde emek haklarını ve kapitalizm karşısında insan hakları mücadelesini konuştuk.
Önen, insan hakları savunucularının liberalizme karşı bir analize, insan haklarını bu gözle görmesine ve emek haklarını öne çıkarmasına ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Aynı zamanda emek haklarını asıl savunacak olan emekçilerin de, "insan hakları mücadelesini meşrulaştırması, içselleştirmesi gerek" diyor; "sorun insan hakları mücadelesini sadece devletin gayrımeşru görmesi değil, emek ortamının da böyle görmesidir" diye ekliyor.
Emek haklarının insan hakları evreninde görmezden gelindiği, doğru bir saptama mı?
Kesinlikle. Örneğin Avrupa Birliği (AB) programı içinde, AB Komisyonu başlangıçta kamu çalışanlarına sendikal haklar vermeyi öncelikli konular arasına almıştı. Ama sonradan esas konuları ikinci, üçüncü plana itip siyasi konuları ya da teknik düzeydeki tartışmaları.öne çıkardılar.
Sosyal toplumu ilgilendiren esas iyileşmelerde iki yüzlü davrandılar. Bu Avrupa'nın resmi politikası haline gelmiş bir gerçeklik. Türkiye de zaten sosyal politikaları terk etmiş vaziyette.
Türkiye hükümeti de, Avrupa ülkeleri de AB'nin kendisi de sosyal politikaların terki yürürlükte. Bu temel hakları son derece geriletiyor.
Peki insan hakları savunucularının gündeminde de emek hakları geride değil mi?
Her şeyden önce genel bir saptamaya ihtiyaç var. İnsan hakları uğraşı, kavramı, mücadelesi, bütün dünyada mümkün olduğunca gerilere itildi, gündemden düşürüldü.
ABD Başkanı Bush ilk seçim kampanyasında insan haklarını liberalizmin koç boynuzlarından biri olarak tanımladı. Bu kadar önem veriyorlardı(!) Ama Yugoslavya'yla başlayan, Afganistan, Irak'la devam eden süreçten sonra, şimdi insan haklarını telaffuz edemez haldeler. Zaten buna niyetleri de yoktu. Bu açığa çıktı.
Dünya liberalizmin bir insan hakları projesi olmadığı gerçeğini yaşadı. Böylece insan haklarını kullanmaktan vazgeçtiler. Genelde böyle bir stratejik değişim var. Bugün herkes ABD'nin insan hakları bayrağını taşımasına gülerek bakar.
Bugün kimse insan hakları bayrağını eline tutup kaldırmayı düşünmüyor.
Buna AB de dahil. Örneğin, temel hak ve özgürlüklerle ilgili spekülatif, medyatik konuları öne çıkarıyorlar. 301. madde gibi. Türkiye'de bütün ifade özgürlüğü alanı kısıt altındayken sorun sadece 301. maddeymiş gibi bir tartışma yürüyor. Bu gerçek ifade özgürlüğünün programda olmadığının işareti.
Bu örneği özellikle verdim; çünkü hakların esasını oluşturan düşünce özgürlüğüdür. Ama emek hakları da bunun üzerine oturuyor.
Ayrıca, emekçi sınıfların mücadele grafiği de düştü. Meydanlarda yoklar artık. Emek mücadelesi masa başlarında demeçlerle geçiştiriliyor. Zor bir noktadayız. Hak mücadelesi emekçiler açısından sıfır noktalarına ulaştı. Etkinliği kalmadı. Bu saptamayı yapmak önemli, ama "hak verilmez, alınır"ı da unutmamak gerek.
Emek haklarını görmezden gelmek insan hakları mücadelesinin kendini nasıl etkiliyor?
İnsan hakları mücadelesini resmi ortamlara yaklaştırıyor, resmileştiriyor, devletleştiriyor bu süreç.
Bu durum Türkiye'de de böyle. Militan bir insan hakları mücadelesi artık görülmüyor.
Öte yandan 3. Dünyada daha dinamik, kapitalist metropollerdeki mücadelelerden farklı.bir insan hakları süreci var.
Bizdeyse gerileme, halkla buluşma; gücünü halktan alma, hak mücadelesini -emek mücadelesi de dahil olmak üzere- halktan başlatma konularında zaaf var.
Ayrıca, emek mücadelesi, emek üzerinden hak tanımları ve mücadelesi, salt insan hakları örgütlerinin konusu da değil. Örneğin Türkiye'de şu 20 yıllık insan hakları mücadelesi içinde, insan kavgasıyla emek kavgasının gerçek bir dayanışma içine girdiğini söyleyemeyiz. İnsan hakları mücadelesi de yalnız bırakılmıştır.
Türkiye'de bunun tersini yapması beklenen sendikalar, zaman zaman "insan hakları örgütleriyle birlikte eylem yapmıyorum" diyebildi. Çünkü emek mücadelesinde de alabildiğine sağa kayıldı; milliyetçi söylemler ortaya çıktı. İnsan hakları savunucularından ürkmeye başladılar.
Hak mücadelesinde büyük bir boşluk bulunuyor ve bu sendikalardan, konfederasyonlardan kaynaklanıyor. Giderek sağa kayan, hak mücadelesini bırakan bir konsept söz konusu.
İnsan hakkı olarak emek hakları neden önemli?
En yaşamsal sorunlardan biri de o yüzden. Aslında insan hakları mücadelesinde de bu sık sık tartışıldı. "İnsan hakları mücadelesini emek eksenli, çalışanların hakları kavramı üzerinden götürelim" diyenlerle, "İnsan hakları emeği de kapsar, ama sırf onunla yürümez" diyenlerin tartışması bu.
Gerçekte, emek eksenli hak mücadelesi çok büyük bir alandır. Çünkü yaşam koşullarıyla ilgilidir. Bugün insanların eğitim, sağlık olanakları, kendini geliştirme anlamında ekonomik olanakları yok oluyor. Emek eksenli hak mücadelesi öne çıkmak zorunda.
Liberalizm emek ortamını parçalamayı hedefler. Emeğin örgütlenmesini, siyasetle buluşmasını parçaladı; mücadelesini bireyselleştirdi. Bunu yaparken emek mücadelesinin esasını oluşturan üretimi de parçaladı.
Üretimin yeni halleri, dönüşümü emek birikimini parçalıyor. O nedenle emek güçlerinin de buna karşı bir tezi olmalı. Her alanda insan hakları ortamında da, siyasi, ekonomik ortamda da bu mücadele verilmeli.
Çünkü emek hakları savunusu, sadece insan hakları savunucularının görevi değil. Ama insan hakları mücadelesi içinde de çok önemli bir konu.
Peki kapitalizm nasıl olup da insan haklarını öne çıkarıyor? Bu eksiltilmiş bir tanımın öne çıkması mı?
Öyle. Ama artık inandırıcılığını yitirdi.
Bugün özellikle Anglosakson kaynaklı insan hakları örgütleri, kapitalizmin girmek istediği ülkelerde bir tür temsilcilik görevi yapabiliyor, tekellerin örgütleri gibi davranıyorlar diyebiliriz. İnsan hakları mücadelesi devletleşiyor derken kastım bu. Bu dünya çapında yaşanıyor. Bizde de bunun ipuçları, tehlike çanları var. (TK)