Tanrının bu topraklara yakın olduğunu okumak, bir şaka gibi geliyor insana. La Paz'dan ayrılalı 15 dakika oldu ama, insanların kendi kaderlerine terk edilmişliğini görmek için, kahin olmaya gerek yok.
La Paz'dan Copocabana'ya gidiş, 3 bin 500 metre yükseklikteki Titicaca gölünü ziyaret, ardından, Peru'ya geçiş... Geovanni ve oğlu Jean Luigi ile planımız bu...
Geovanni, politikayla ilgilenmeyi uzun süre önce bırakmış; "Eski başkan Fujimiro ya da Toledo, hepsi de aynı, sürekli Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) çıkarlarını kolluyorlar" diyor; "öyleyse yalnız güneşe değil, ABD'ye de yakınız".
Bolivya'da her şey sakinleşmiş durumda. Geovanni ile neler olduğu üzerine konuşmaya zamanımız var, tabii ki Copacabana'nın diğer yolcularıyla da...
Toprak reformu, yerliler ve Morales
Sürekli coca çiğneyen (yüksekliğe alışmak için coca içmek neredeyse elzem bir durum) Aymara yerlisi, "Bu ülkenin asıl meselesi, yerlilerin aşağılanması" diyor. Gerçekten de, Bolivya'nın 150 yıllık tarihi boyunca yerliler sürekli göz ardı edilmiş; ta ki 1963'de ilan edilen toprak reformuna kadar.
1963 toprak reformu yıllarında, yerliler kendileri adına da politika yapabileceklerini görmüş. Aynı yıllar, iktidardaki Ulusal Devrimci Hareket (Movimiento Nacional Revolucionario - MNR) ile yollarının ayrıldığını ve de başta Tupac Katari, Tupac Amaru hareketleri olmak üzere yerlilerin Che'nin gerillasına katıldığı yıllar.
La Paz'da ya da Sucre'de sürekli yerlilerin yok sayıldığına alışmıştık ki, Copacabana yolunda konuştuğumuz Aymara yerlisi tersi bir durum hakkında fikirlerini söylemeye başladı:
"2000'deki katliamdan sonra Ayllus (yerli haklarının geri talep edilmesi) hareketi güçlendi. Mallku (Felipe Quispe) ve aslında bir Aymara yerlisi olan Evo Morales, daha çok konuşmaya başladı".
Aymara yerlisi bu sözleri sarf ediyor ama, Morales'den hiç de hoşlanmadığı her halinden belli oluyor. Yerliye göre; "Morales, yalnızca politika biliyor, yerliler önce kolektif politikayı önemser".
Bolivya'ya çıkış yok
Titicaca gölü uzaktan beliriyor. Ona göl demek, biraz küçümsemek olur. Kocaman bir denizle karşı karşıyayız. Trucha avlayan balıkçılar, sahildeki sazları istifleyen yerli kadınlar ve de Titicaca'nın kutsallığını anımsatan küçük biblolar, Titicaca'nın Bolivya için ne kadar önemli olduğunu işaretleri. Zaten sahilde üzerinde "Bolivya denizlere" yazan heykel de bu durumun diğer bir kanıtı.
Eduardo Galeano'nun aktardığına göre, "1870'de Bolivya'yı ziyaret eden bir İngiliz diplomat, devrin diktatörü Mariano Melgarejo'dan içerisi çikolata dolu bir kap ister. Melgarejo, adet olduğu üzere konuğuna içi Chicica (fermante edilmiş mısır) dolu bir kap gönderir, ardından da eşeğe binerek yanına aldığı çikolata dolu fıçıyla bütün La Paz'ı dolaşır. Kraliçe Victoria, bu aşağılanmaya karşı diktatöre bir harita gönderir. Haritanın üzerinde, 'Bolivya'ya çıkış yok' yazılıdır".
Gerçekten de 1883'de Şili'yle yapılan savaştan sonra ülke denize açılan tek kapısını kaybetti ve anlatılan hikayeyi doğrularcasına o tarihten beri Bolivya, "çıkış arıyor".
Bolivya-Peru sınırında
Copocabana, çoğunluğu Alman, İsrailli turistler ve Peru'ya geçmeye çalışanlardan menkul bir sahil kasabası. Tabii, Andre gibi dokuz yıl önce Stuttgart'tan çıkıp Peru'ya ulaşmaya çalışırken burada takılıp kalanlar da var.
"Bolivya'dan neden çıkamadın Andre?" diye soruyorum. Andre'nin arkadaşı sınırda polise yakalanmış, arkadaşı cezaevine girince onu beklemiş, bu arada gezgin bir Peruluyla evlenmiş... "Şu anda Peru'ya girmem yasak. Karımdan ayrıldıktan sonra çocuğumu istedim ama, Peru hükümeti bana izin vermedi" diyor.
Andre, Copocabana'da kafe işletiyor ve bütün Latin Amerikalılar hakkında derinlemesine fikir sahibi olmuş: "Şili'nin kızlarına, Arjantinlinin konuşmasına, Perulunun hiçbir şeyine güvenme." Tabii, Andre kendi durumundan yola çıkarak bu sözleri sarf ediyor, Perulu Geovanni ise, bu sözlere yalnızca gülümsüyor.
Peru sınırı birkaç adım ötemizde. Eğer zamanında gümrük işlerini halledebilirsek, Titicaca'nın Peru tarafındaki Puno'ya ulaşabiliriz. Puno'da zorunlu bir moladan sonra yolumuz, "güneşe yakın topraklara".
"Yanınızda coca var mı?" Perulu gümrük polisi, adet üzerine soruyor. Son zamanlarda Peru'ya coca girişinin arttığını söylüyor. Aslında, coca yasaklanması gereken bir ürün değil. Peru polisinin, yerliler üzerindeki terörünün ufak bir simgesi bu soru.
Bolivya'da olduğu gibi Peru'da hatta Ekvador ve Kuzey Şili'de de temel sorun yerli halkın dışlanması. 28 milyonluk Peru'nun neredeyse yarısı Aymara yerlisi. Ülkede İspanyolca'dan sonra en çok konuşulan dil Aymara dili; ama yerliler sürekli görmezden gelinmiş.
Duvarlar, geçilen kentler, plazalar
Bolivya'dan ayrılalı 500 metre oldu. Değişen tek şey, duvar yazıları. Bolivya'da "Oylar Morales'e, Başkan Goni" yazıyordu; Peru'da ise, "Fujimiro başkan, oylar Garcia'ya"...
Hükümetler en ücra yerlere kadar ellerini uzatmış durumdalar. Tabii, bunun yalnızca seçim zamanı gerçekleştiğini görmek için etrafınıza hafifçe göz atmanız yeterli. Titicaca gölünde balık avlayanlar, yol kenarında zamanın geçişini izlercesine bekleşen insanlar, yıkılmaya yüz tutmuş evler...
Peru'da da manzara değişmiyor. Güneşe en yakın topraklar da tıpkı Bolivya gibi kaderine terk edilmiş durumda.
"Nedir Peru'nun asıl sorunu Geovanni?" Bu soru, Peru hakkında malumat almaya giriş cümlesi oluyor. Geovanni, her ne kadar politikayla ilgilenmeyi bırakmışsa da, meseleleri aktarmak için yeterli birikimi var. "Bir kere, en büyük sorun yolsuzluk. Fujimiro, yolsuzluktan iktidardan düştü. Toledo da aslında şu an aynı yolda."
Peru'da 2006'daki seçimlerin en güçlü adayı, eski başkan Alan Garcia olunca, durumun hiç de iç açıcı olmadığını anlıyorsunuz. Toledo, ekonomik kalkınma, yoksulluğun da giderilmesi ve yerli olmasından dolayı yerli haklarına daha çok saygı gösterileceğini ileri sürerek iktidara geldi.
Şu anda, sorunların hiçbirisi çözümlenmiş değil, üstelik diktatörlük yıllarındaki kayıplar, Sendero Luminoso'ya (Aydınlık Yol) karşı yürütülen kirli savaşın yarattığı sosyal çözülme, Peru'nun yeni sorunları haline gelmiş. Puno'dan ya da sanki turistler için yaratılmış gibi duran Cusco'dan bunu görmek zor ama, etrafınızdakilerle kısa bir sohbet, birkaç gazeteye göz attığınızda, bu "tanrının topraklarında" işlerin hiç de iyi gitmediğini anlıyorsunuz.
Latin Amerika'da kaybolmak, herhalde dünyanın en imkansız şeyi olsa gerek. Bütün kentlerde adını öncülerden (Procesor) alan bir meydan, meydanın bir köşesinde bir kilise, hükümet binası ve hepsinin ortasında genişçe bir park... Cusco'da da durum aynı. Tek fark, parkın çevresindeki turistik restoranların sayısının fazlalığı.
Parkta küçük bir mola verdiğinizde Perulular, "yardım ellerini" size uzatıveriyorlar. "Machu-Pichu'yu gördün mü?", "Otele ihtiyacın var mı?"... Hayır, 105 dolar ödeyip Machu-Pichu'ya çıkmaya niyetimiz yok. Zaten Fiesta (Bayram) olduğu için tren seferleri iptal. Öyleyse, diğer kutsal yerleri ziyaret, biraz Maria Vargas Llosa okuma seansı (Peru'daki gidişatı anlamak için), sonra Lima'ya... Geovanni'nin "Görmeden ölürsen yazık olur" dediği kente yolculuk... (NK/BB)