Türkiye, 1 Eylül'de Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin başkanlığını daimi üye Rusya'dan devralıyor. 2009'da 192 ülkenin katıldığı seçimlerde iki yıllığına Güvenlik Konseyi üyeliğine getirilen Türkiye şimdi bir ay süreyle Konsey başkanlığını yürütecek.
Başkanlığın Türkiye dış politikası ve dünya barışı için ne anlama geldiğini, Türkiye'nin nasıl bir rol üstlenebileceğini siyaset bilimci ve yazar Doç. Dr. Haluk Gerger ile konuştuk.
Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi Dönem Başkanlığı'nı bir aylık süreyle devralmasının, özellikle dış politikasını "bölgesel güç" olmaya ayarlayan Türkiye açısından önemi nedir?
Bu kısa süre, Türkiye'ye ancak "şov" yapma olanağı verebilir. Bu "şov" da olsa olsa gündemdeki kimi yakıcı sorunlara ilişkin "girişimler" biçiminde olabilir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin "klasik" işlevi, Batı adına "jandarmalık" ve "tetikçilik" yapmak, nükleer silah ve "ucuz asker" deposu, üs alanı olmaktı.
Şimdi dünya değişti ve Türkiye bölgede Batı'nın "Truva Atı" rolüne soyunuyor, soyunduruluyor. Bu rol, bir Amerikalı gazetecinin diliyle söylersek, Amerika Birleşik Devletler'nin (ABD) giremediği yerlere girmek, konuşamadıklarıyla diyalog kurmak, öneremediklerini projelendirmek, yapamadığı anlaşmaları kotarmak.
Bütün bunları da, Batı'nın tüm stratejik amaç ve hedeflerini paylaşarak ve bölge halklarıyla olan tarihsel/kültürel bağları kullanarak yapmak. Yani, PaxAmerikana'yı pazarlamak. Bu, çarşaf giyip müslüman mahallesine girmek ve salyangoz satmaya kalkmak aslında.
Dönüşümlü başkanlığın bir aylık fiyakası buna yeter mi derseniz, bana biraz zor geliyor derim. Ne var ki, çağımız dünyasının "oryantal piyasası"nda "el çabukluğu" da marifet. Bekleyip göreceğiz.
İsrail ile olan krizin ardından "eksen kayması" eleştirilerine hedef olan Türkiye, İsrail ile ilişkilerdeki mevcut durum nedeniyle dönem başkanlığı sırasında zor durumda kalır mı?
Türkiye'nin "Truva atı" cambazlığının gerektirdiği "açılımlar"ın inceliğini, en kaba ABD Siyonist yandaşlığından dahi hoşnut olmayan, en sıkı Batılı dostlarının politikalarını dahi eleştiri konusu yapan "aşırı"ların anlaması kolay olmuyor. Böyle bir çelişki sözkonusu.
Bu "kriz"in iki taraf açısından da politik olarak azımsanamayacak getirisi var. Getiri, üstelik, sadece iç pazara yönelik de değil. Bakın, Obama adına kutlama yapıp davul zurna çalan Filistinliler için şimdi Erdoğan da kahraman. "Truva atı" rolü de tam bu demek.
İsraille "kriz" Arapla diyalog için zorunlu şart. Bu da oluyor işte. İşin inceliğine vakıf olamayanlar aralarında kayıkçı kavgası yaparlar ama bıyık altından gülenler parsayı toplarlar. Çelişkisiz, çatışkısız aile işleri yürümüyor, emperyalizmin uluslararası pazarında da olacak o kadar tepişme.
Mutlaka bir eksen kaymasından söz edilecekse, "tetikçilik"ten "Truva atı"na kayıştır emperyalzmin ekseninde olup biten. Ben Türkiye'nin Marmara Gemisi olayından sonra mesajı aldığını ve daha dikkatli davranacağını düşünüyorum. (SP)