İşte bu gerçeğin bende ne zaman ve nasıl başladığını tam olarak hatırlamıyorum. Ben ne zaman ve nasıl Fenerbahçeli olmuştum diye düşündüğümde hala hatırlamadığımı, bilmediğimi fark ediyorum. Sanki kendiliğinden benimle birlikte aynı zamanda doğmuş ve yıllar geçtikçe de öyle büyümüş hiç azalmadan tükenmeden.
Çocukluk dönemlerimde beni Fenerbahçeli olmaya yönlendiren birilerini ya da seçimimi etkileyen bir sebep ya da olay da hatırlamıyorum. Sanırım bu sadece bir kız çocuğunun kendiliğinden Fenerbahçe'yi kendisine yakın hissetmesiydi. Etkide kalmadan, plansız, kendiliğinde olan ve gelişen büyüyen bir Fenerbahçelilik ruhu. Sarı lacivert renkleri seçen, kendisini o efsane çubuklu formanın sarı lacivertine yakın hissetmiş küçük bir kız çocuğu.
"Bir kız çocuğu bu kadar düşkün olur mu maça, futbola..."
O yıllarda sokak aralarında oynanan futbol maçları, sürekli yaralı bereli gezdiğim diz kapaklarım, eski tahta langırt masalarında geçirilen uzun saatler, langırt masalarında hep "ben sarı lacivert olacağım" diye kendimce kural koyarak başladığım oyunlar, eski bilgisayarlar oyunlarında ellerim acıyana kadar sabahlara kadar oynadığım futbol maçları, biriktirdiğim Dünya Kupası oyuncu kartları albümleri...
O yıllardan bugüne futbol ve futbola dair her ne varsa ben ısrarla onun peşindeydim galiba. Ailemden çevremden şu sözleri duyardım hep; "bir kız çocuğu bu kadar düşkün olur mu maça, futbola..." Evet öyleydim ve buna da alışmıştım. Hele ki o dönemler için oldukça tuhaf ve tezat gibi görünen bu durum ben büyüdükçe de benimle birlikte daha büyüdü. Küçüklüğümde öyle anlar olurdu ki "keşke ben de erkek olsaymışım" dediğim...
Bunun başlıca sebebi de futbol ve Fenerbahçe sevgisiydi. O kazanırsa başarılıysa sahada golleri atarsa sanki ben de o derece başarılı sevinçli, coşkuluyumdur. Benim için mutluluktur, heyecandır, bağlılıktır, yaşamımın en değerli anlamlarından biridir Fenerbahçe, inandığın birlikte yola çıktığın ve hep seninle olandır sanki...
Var olduğunu nefes aldığını bildin bileli seninledir, bir parçan olmuştur çoktan. Maçları kaybettiğinde yenilgilerde hüzündür, sessizliktir, keşkelerdir... İyi günde kötü gündedir Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik...
"Ben de o maçta Kadıköy'de tribünde olabilsem keşke"
İstanbul'da yaşamayıp uzaktan sevmek, maçlarını televizyondan radyodan takip etmek, gazete küpürlerini kesip saklamak, "ben de o maçta Kadıköy'de tribünde olabilsem keşke" demektir. Daha küçüklükten başlayarak büyük merakla ve hevesle sadece hayal ederek ilk kez gidilecek olan Fenerbahçe maçının heyecanı hevesi.
Unutulmaz maçlar anılar vardır hani... En eski diye hatırlayabildiklerimden. Okul koridorlarında radyodan dinleyip sonucu öğrendiğin, eski gündüz maçları olduğundan ders saatlerinde bile aklının kaldığı, anlatılan derse konsantre olamadığın, "maç kaç kaç" diye sürekli merakla sorup durduğun.
Okul çıkışı merdivenlerden inerken ilk yarısının 3-0 yenik kapatıldığı ve okul servisinden inip de sırtında ağır okul çantanla koşarak eve girdiğinde 4-3 önde olduğunu duyup inanamadığım o unutulmaz efsane Fenerbahçe Galatasaray maçlarından biri. 3-0 yenik olmanın üzüntüsü ve hayal kırıklığından bir anda çıkıp duyduğumda skoruna inanamayıp sevinçten havalara uçtuğum o maç.
Türkiye'nin en güzel ve aslında tek gerçek derbisi diye düşündüğüm Fenerbahçe Galatasaray maçları...Rıdvan, Oğuz, Aykut'ları yaşarken, daha evvel zamanı yakalayamayıp Lefter Küçükandonyadis'ler, Basri Dirimlili'ler, Can'lar, Fikret'ler... Daha eski zamanlarda doğmuş olup o eski günlerin ölümsüz Fenerbahçelilerini izleyebilmiş, o dönemi yaşamış olmayı isterdim.
Her Büyükada'ya gidişimde Lefter'i düşünürüm
Günümüz futbolu Türkiye ve dünyada bu kadar hızlanıp endüstriyelleşmeden, maddesel değerlerin bu kadar değişmemiş olduğu, o saf, kıymetli, daha basit ve yalın olan, tribünlerde "ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa" tezahüratlarının coşkuyla söylendiği dönemlerin futbolunu...
Her Büyükada'ya gidişimde Lefter'i düşünürüm, bir yokuştan bir köşeden görünür hep. Onu adada bir yerde görmezsem sanki içim rahat etmez, görseydim gelmişken derim. Bu isimsiz Fenerbahçe gönüllüsü, Lefter Küçükandonyadis daha uzun yıllar yaşasın, Fenerbahçe'nin 100. yılını da, daha nice başarılarını da görsün diye geçiriyor içinden... Onu ve Fenerbahçe'mize kuruluşu olan 1907 yılından bugüne emek vermiş tüm eski sporcularımızı efsanelerimizi de saygıyla anarken...
İlk gittiğim maç
İlk gittiğim Fenerbahçe maçı unutulmazdı. Önceden başka şehirlerde gittiklerimi saymıyordum. Çünkü aslolan yıllardır hep hevesle, özlemle beklediğim Kadıköy'de Fenerbahçe stadındaki maçlardı benim için. Stada yaklaşırken ki heyecan, taraftarların coşkusu, Cadde'deki Kalamış'taki Fenerbahçe ruhu. Anlatılmaz ifadesi güç bir histi bu. Stadın merdivenlerini çıkarken sanki titremeye başlayan dizlerim, yeşil çimleri, kaleleri, sarı-lacivert tribünleri ilk gördüğüm an...
Gözlerimin dolduğu ve işte neden Fenerbahçeli olduğumu fark ettiğim, gurur duyduğum Fenerbahçe'me kavuştuğum andı. Sonraki yıllarda giderek büyüyen Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik sevgisi, bağlılığı. Daha sık gidilmeye başlanan İstanbul maçları, bu arada şahit olunan parça parça yıkılarak büyük emek ve çalışmayla yeniden inşa edilen stadımız, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu... Bir başka deyişle "Mabed'i", tek yürek olduğumuz, Fenerbahçe sevgisiyle buluşulan, adına yakışır mabedimiz. O stadın her yerinde maç seyretmiş bir taraftar olarak, yeri geldiğinde elinde biletle kartla maça giremeyip stad etrafında bir umut panik halinde dolandığım, içeri girmek için ağlayarak koşturduğum, stada girme çabalarımın artık imkansız olduğunu anlayınca da göz yaşlarına boğulduğum bir Fenerbahçe Galatasaray maçı...
Stadı ve maçları düşününce stadın her tribününde maç izlediğimi fark ediyorum. Kale arkaları, eski numaralı, maraton alt ve üst tribünler, 1907 tribünü... Fenerbahçe stadının her köşesinin keyfi, tribün hali, anıları bambaşka güzel. Yeter ki o gün hangi maç varsa Mabed'e girebilmiş ol ve o heyecanı yaşa, Fenerbahçe'nin bir parçası olduğunu yoğun olarak hisset. "Hep Destek Tam Destek" gerçeğini, Fenerbahçeliliğin iyi günde kötü günde olduğunu, mühim olanın aslında en zor ve imkansız anlarda bile o umudu, inancı kaybetmeden sahadaki futbolculara destek vermek olduğudur.
Papazın Çayırından bugünlere...
Değişen, yenilenen ve büyüyen Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı ile giderek farklılaşan tribünler, taraftar profili de görülüyordu. Her tribünde görmeye alıştığımız kadın ve çocuklardaki sayı artışı, ailecek maça gelen, takımlarının o gün maçında yanında olup keyifli maç dolu bir hafta sonu gününü yaşamak isteyen aileler...
Eskiden beri kendimi bir taraftar olarak en rahat ve coşkulu hissettiğim yer olmuştu Fenerbahçe stadı. Kendimi unuttuğum, o an sadece Fenerbahçe taraftarı olup sadece tek amaç için ortak paydada buluşulan Fenerbahçe stadı. Kadın ya da erkek, o an cinsiyet farkının kalmadığı, herkesin sadece Fenerbahçe taraftarı olduğu yer. Benim için hiçbir zaman öyle bir farklılık yoktu. En başından beri tek önemli olan Fenerbahçe taraftarı olmaktı. Tribünlerde olup o gün sadece tek bir amaç etrafında birleşmek, Fenerbahçe sevgisini, coşkusunu orada yaşamak, paylaşmak.
Papazın Çayırından bugünlere... O stadın eski fotoğraflarına bakıp bugünkü halini gördükçe insan gururlanıyor, nereden nerelere diye düşündürüyor insana. O yıl çimleri ilk gördüğüm günden bugüne hevesim heyecanım hiç azalmadı; hatta giderek daha da artarak büyüyor.
Denize gitmek yerine Dünya Kupası izlemek
Çocukluğumda yaz tatillerinde inatla denize, sahile gitmeyip gündüz maç var diyerek öğle sıcağında site bakkalının içindeki televizyondan takip ettiğim Dünya Kupası maçları, ve o dönemin eşsiz, göze hoş gelen futbol maçları unutulmaz.
Şimdi hala futbolun doğasına olan bu sevgim ve hayatımdaki vazgeçilmez yerinin sebebi de çocukluğumdan bugüne benimle büyüyen en sevdiğim gerçeklerimden biri olması. Ben Fenerbahçe ile büyüdüm ve Fenerbahçeli olmakla da hep gurur duydum. Fenerbahçe'nin adı geçtiğinde nerede ve nasıl olursa olsun heyecanlandım, sarı lacivert renkleri gördüğümde yüzümde gülümsemesi belirdi hep.
Nasıl başladığını hala hatırlamadığım bu kendimce yarattığım Şehnaz Fenerbahçeliliği sonra hep hayalim olan Fenerbahçe Kulübü üyeliği ile şimdi daha da anlamlandı. İlk hatırladığım Fenerbahçe Genel Kurulu, ilk verdiğim oylar, salona girip de karşımdaki kocaman Fenerbahçe bayrağıyla göz göze gelip gururlanmak, "ait olduğum ve hep olmayı istediğim yerdeyim" diyen içimdeki sesi duymak. Üzerinde Fenerbahçe Kulübü logosu olan aldığım her zarfta büyük heyecan duymak.
Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz...
Fenerbahçeliliği ve Fenerbahçe'nin büyüklüğünü, anlamını en güzel ifade eden sözlerde de büyük Fenerbahçeli İslam Çupi'nin bir yazısında vardır....
"Türkiye'de, Fenerbahçe Cumhuriyeti sağlıklı başarılı ve ilkse bu ülkede her şey mutlu ve huzurludur. Esnafın yüzü güler, parakendeci ve toptancıların tezgahında mal kalmaz. Tiyatrolar, sinemalar, sazlar, barlar meyhaneler fuldur. Stadlar Türkiye'nin her vilayetinde lebaleptir. Fenerbahçe gittiği her kente kendi ile birlikte büyük bereketini götürür, Fenerbahçe Cumhuriyeti ortalıkta yoksa, Türkiye yoktur, futbol yoktur, bolluk yoktur, insanlar yoktur, canlılar güç nefes alır ve bu ülke kısa süre sonra yaşayan yer olmaktan çıkıp, mezarlık olur. Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz..."
Yeri asla dolmayacak, sevgisi kelimelerle anlatılamayacak o Fenerbahçelilik. Her defasında sesim kısılsa da haykırmaktan vazgeçmem: "Çocuklar inanın, inanın çocuklar güzel günler göreceğiz güneşli günler..." (ŞT/KÖ)