Eşitlikçi, Özgürlükçü, Demokratik Anayasa Sempozyumu, 78'liler Derneği ve Üniversite Öğretim Üyelere Derneği'nin katkılarıyla, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde (MSGSÜ) gerçekleştirildi.
İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nden Milliyet yazarı Doç. Dr. Nuray Mert'in kolaylaştırıcılığındaki "Anayasada temel hak ve özgürlükler" başlıklı üçüncü oturumda Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Dr. Ece Öztan ile Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Turgut Tarhanlı konuştu.
"Anayasada nefret suçlarıyla ilgili boşluklar var"
Cinsiyet eşitliğinin temel hak ve özgürlükler alanının bütününe ilişkin bir ilke olduğunu söyleyen Dr. Ece Öztan, cinsiyet eşitliğinin aynı zamanda anayasal ilkelere de gönderme yaptığını ve başlı başına bir politik mücadele alanı olduğunu söyledi. Kanun önünde kadın ve erkeğin eşitliğinden bahseden anayasanın 10. maddesindeki eksiklere dikkat çeken Öztan, sözlerine şöyle devam etti:
* Toplumsal cinsiyet eşitliğinin anayasalara girişi 1970'lerden sonrasına denk geliyor. Bu biraz da ikinci dalga kadın hakları hareketinin kazanımlarıyla da ilgili.
* Cinsiyet eşitliğinde temelde "eşitlik" ve "farklılık" olarak iki yaklaşımdan bahsedilebilir. Eşitlikçi perspektifin birinci dalga kadın hareketiyle vurgulandığını, farklılıkçı perspektifin ise ikinci dalga kadın hareketiyle vücut bulduğunu söylemek mümkün.
* Bizim anayasamızdaki tartışmada da korumacı ve kadınları annelik rolüne hapseden bir perspektifle ele alınması tehlikesi var.
* 1982 Anayasası'nın 10. maddesi kadın ve erkeğin kanun önünde eşit olduğunu söylüyor. Ancak günlük hayatta bu böyle olamayabiliyor. Mesela bir kadın işe gireceği zaman medeni hali nedeniyle işe alınabiliyor veya alınmıyor.
* 10. maddeden cinsel yönelim ifadesi çıkarıldı. Ayrıca bu maddede ayrımcılığın farklı türleri belirtilmemiş. Yasalarla engellenmesi gereken nefret suçlarıyla ilgili ciddi boşluklar olduğunu düşünüyorum.
"Anayasaya hak ve özgürlükleri koyuyoruz; çünkü..."
Yeni anayasada hak ve özgürlüklerin tanınma, korunma ve geliştirilme evrelerinin güvence altına alınması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, "Neden biz anayasa gibi bir metinde hak ve özgürlüklere yer vermek ihtiyacı duyuyoruz?" sorusunu yöneltti;
* Aslında bir anayasa metninde hak ve özgürlüklere yer vermekle biz, bir birey olarak, topluluk olarak veya belli kategorik bir toplum kesimi olarak aslında bir güçlendirme yapıyoruz.
* Peki, kimin kime karşı güçlendirilmesi? Herkesin herkese karşı güçlendirilmesi söz konusu olabilir; kendisine karşı bile. İnsanın içinde bulunduğu çok farklı ilişkiler nedeniyle çok asimetrik bir güç ilişkisi içinde bulunması mümkündür.
* Bunu iki kişi arasındaki ilişkiden tutun, bir insanın devletle veya idareyle ilişkisi bağlamında ortaya çıkabilecek farkı ilişkiler de var olabilir.
* Siz o ilişkinin güçsüz tarafı olabilirsiniz. O ilişkide güçsüz taraf olmanız, başka bir ilişkinin güçlü tarafı olmanızı engellemez. Dolayısıyla bu kadar değişken ilişkiler ortamında yaşıyoruz. O zaman bir anayasanın her şeyden önce bu farklı ilişkiler ve farklı ilişki biçimleri ortamını dikkate alan bir hak anlayışını ortaya koyması lazım.
"Devletten bağımsız hak ihlallerinin de üstüne gidilmeli"
* Hak kavramının insan hakları hareketini şekillendiren bir üst değer olarak ortaya konulması 90'lı yıllara denk gelir. 90'lı yıllarda dünya insan hakları hareketinde onu belirleyen temel başlık "kimlik" oldu Dolayısıyla son çeyrek yüzyıldır insan hakları hareketinin çok belirgin bir biçimde dillendirilmesinin ana unsurunu da kimlikler oluşturuyor.
* Anayasalarda hak ve özgürlüklere yer vermemiz gösteriyor ki, biz güçlendirme kavramını önemsiyoruz. Bu başlangıcı itibariyle, kişinin içinde yaşadığı devletin otoritesine karşı güçlendirildiği bir güçlenme kavramıdır.
* Sadece devletlerin hak ihlalleri değil, devletten bağımsız hak ihlalleri de takip edilmeli ve üstüne gidilmelidir. Devletten kaynaklanan dikey ihlaller, devlet dışı aktörlerden kaynaklanan yatay ihlaller, bir de devletin devlet dışı aktörleri kullandığı diyagonal ihlal biçimleri vardır.
* Anayasada tanınacak hak ve özgürlüklerin bu tehdit kaynaklarını göz önünde bulunduran bir anlayışla kaleme alınması lazım.
"Hak ve özgürlüklerin tanınma, korunma ve geliştirilmesi gerekir"
* Bu tür metinlerde kaleme alınan hak ve özgürlüklerin hayatiyet kazanması gerekir. Bir hak veya özgürlüğün tanınması "senin böyle bir hakkın var" demektir. Ancak toplum içinde savunulan, tartışılan hakların hepsi tanınmış değildir.
* Türkiye'nin şehirlerini birbirine katan gelişmelere baktığınız zaman görüyorsunuz ki, bir tanınma mücadelesi var. O zaman hak ve özgürlüklerin anayasal düzlemde tartışılmasında tanıma problemiyle öncelikli olarak karşılaşmamız lazım.
* İfade özgürlüğü, özel hayatın gizliliği gibi bazı alanlarda haklarımız tanınmıştır. Bu noktalarda "tanınma" sorunu yok. "Benim ifade özgürlüğümü tanıyın" gibi bir dert yok. Ancak bu analizin ikinci aşaması olan "koruma" mekanizmasıyla ilgili sorunlar var. Yeni anayasada koruma mekanizmalarının güçlendirilmesine ihtiyaç var.
* Hak ve özgürlüklere dair genel şemanın tanınma, korunma ve geliştirilme evrelerinde ele alınabilecek bölümleri var.
* İfade özgürlüğü Türkiye'de hak olarak var. Ancak korunma ve geliştirilme bakımından ciddi sorunları var. İfade özgürlüğü yaftalarla da tanınması konusunda sorunlarla karşılaşabiliyor. Mesela Kars'taki "ucube" denilen heykel, sanatsal biçimde ortaya konulmuş bir ifade özgürlüğü. Bu kadar tanınmış bir hak alanının, sadece başbakanın mutsuzluğu nedeniyle bir kertede kaldırılıp atılması gibi bir uygulama o ülkedeki ifade özgürlüğünün tanınma alanındaki sorunlara işaret ediyor. (EKN/EÖ)