Suudi Arabistan’ın Şii dini liderlerden Şeyh Nimr Bakır el Nimr’i idam etmesi ve İran’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu'nun yakılmasının ardından Ortadoğu’da gerilim iyice yükseldi.
Doç. Dr. Hakan Güneş, el Nimr’in idam edilişinin ardından gösterilen tepkileri okuduğumuzda Ortadoğu’da kimin hangi pozisyonu aldığını görebildiğimizi söylüyor.
“İdam sonrası kimi ülkeler idamı protesto etti, kimileri İran’daki Suudi konsolosluğunun yakılmasını… İlk grup İran yanlısı, ikinci grup Suudi Arabistan yanlısı olarak algılandı.”
Bu zaten var olan bir taraflaşma Güneş’e göre asıl tehlikeli olan özellikle Sünni din insanlarının ve kanaat önderyerinden sağduyu çağrısının yok denecek kadar az olması.
Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Hakan Güneş, son yıllarda Ortadoğu’da gerilimin böylesine yükselmesinin temel nedenini “Ortadoğu'daki bütün güçler revizyonist” diyerek açıklıyor:
“Hemen bütün ülkeler sınırlarından ve pozisyonundan memnun değil ve değiştirmek, genişlenmek istiyor. Suudi Arabistan, İran ve Türkiye bütün bölgede etkin olmaya çalışıyor. İsrail'in durumu malum, her meselede dolaylı etkisi olan bir güç. Belki bir tek son dönemde Mısır içine kapandı. Onun haricindeki tüm büyük güçler revizyonist. Buna uluslararası denklemi ve bölgesel sıcak çatışmaları eklediğimizde Ortadoğu zaten kontrol edilmesi mümkün olmayan bir boyuta geliyor. El Nimr'in öldürülmesi ülkelerin karşı karşıya gelmesinden çok daha ciddi sorunu ortaya çıkarttı: Sünni ve Şii Müslüman toplulukların arasındaki mesafenin açılmasına, karşı karşıya gelmelerine neden oldu. Artık tablo çok net”.
Ortadoğu’da gelinen noktayı böyle özetleyen Hakan Güneş ile el Nimr’in idamı sonrası yaşananları ve nedenlerini konuştuk:
Suudi Arabistan ile İran arasındaki bu gerilimden sıcak bir çatışma çıkma olasılığı var mı?
Böyle bir potansiyeli elbette var. Ama buradan bir Üçüncü Dünya Savaşı çıkmaz Önümüzdeki dönemde çıkacak sıcak çatışmalar bölgesel olacak. Dolayısıyla her gerilimden sonra Üçüncü Dünya Savaşı senaryosu yazmaya gerek yok. Ama şu doğru tüm dünyada çatışmalı bölgelerin sayısı artıyor ve birikiyor. Bu bakımdan bu son olayla Suudi Arabistan ile İran arasında zaten sürmekte olan bir savaşın daha kitlesel ve popüler bir biçim almasına vesile oldu. Yoksa zaten Irak'ta, Yemen'de, Suriye'de savaşıyor. Bahreyn'de kitlesel güç anlamında rekabet ediyor. Afrika’nın bazı bölgelerinde uzun süredir rekabet halinde, bazı bölgelerinde de savaşıyor, vekâlet savaşları bunlar tabii. Dolayısıyla El Nimr'in idam edilmesi bunun halk düzeyinde görünür hale gelmesine neden oldu. Bir de zaten çok düşük olan diplomatik bağların kopmasına ya da en alt seviyeye inmesine diyelim neden oldu. Bunlar bölgesel çatışmaya gider mi peki? Doğrusu yakın zamanda birbirlerine doğrudan askeri bir müdahale edecek durumları yok; bunun bir rasyonalitesi de yok. Ama çeşitli çatışma biçimlerini mesela Körfez'de ve dolaylı biçimlerde göreceğiz önümüzdeki günlerde.
İktisadi değil
Yemen, Suriye, Irak'taki çatışmaların nedeni mezhepsel mi yoksa ekonomik mi?
Esas olarak mezhepsel. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü öncesinde iktisadi saha paylaşımı yaşanmadı. Yani iktisadi güçlerin nüfuz bölgeleri oluşturmaya dönük bir mücadele olmuş olsaydı; buna mezhep farklılığının görüntüsel olduğu aslen iktisadi ulusal çıkar rekabeti var derdik. Tablo baya mezhepsel. Yalnız İran açısından durum biraz farklı. İran mezhepçi bir ülke değil; İslamcılık yapmaya çalışıyordu yakın zamana kadar. Bu şekilde Sünni İslamcı toplulukları da yanı başına katmaya gayret ediyordu. Mesela İsrail karşısında Hamas'ı en ciddi destekleyen ülke İran'dı. Biliyorsunuz Hamas Sünni bir örgüt. Suudi Arabistan çok sert ve sıkı mezhepçi bir politika izliyor ve bunu Soğuk Savaş’tan beridir sürdürüyor. Bunu Sünnicilik olarak düşünmeyin, Vahabicilik yani Selefizm olarak okumak gerekir. Çünkü Türkiye ile de rekabet eder. Yani başka türlü Sünniciliklerle de rekabet halindedir Suudi Arabistan. Son olarak Irak ve Suriye'de İran'ın desteklediği güçlere karşı kuvvetli bir Selefi kartını oynaması İran açısından işlerin tırmanmasına neden oldu. İran da buna karşılık mezhep kartına sarılmaya başladı. Zaten dini bir devlet olarak buna yatkındı. İran aslında mezhepçilik noktasına daralmayı çok istemedi. İslamcı dış politika yürüttüklerini Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) ilk iki dönemini alkışlayan ülkeydi. Laikliğe karşı bir zafer olarak görmüştü AKP'yi.
Türkiye denge özelliğini yitirdi
İran ile Suudi Arabistan arasındaki bir denklem nasıl oluştu? Şah Pehlevi döneminde iki ülkenin ilişkileri gerginliği bu kadar yoğun değildi sanırım?
İran'ın İslam Devrimi sonrasında Batı karşıtı bir güç olarak yeniden tanımlanması eski denklemi biraz değiştirdi çünkü Suudi Arabistan Batı destekçisi bir ülke olarak bölgede varlığını sürdürüyordu. 1990'lar boyunca dini örgütlerin Ortadoğu'da önem kazanması da ekleyin üzerine. Sonuçta din Ortadoğu'da en önemli ideolojik motif haline geldi. Din motiflerle hareket eden iki önemli ülke çok sert bir rekabete tutuştular. Tabii bu arada başta Türkiye olmak üzere denge unsuru olan ülkeler vardı. Seküler alternatifti mesela Türkiye, önemini kaybetti. Böylece tablo iki ülkenin çizdiği iki uca doğru daralmış oldu.
Obama etkisi
İran'a uygulanan ambargonun gevşemeye başlamasının bir etkisi var mı?
İkiye bölelim. Öncelikle Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) değişen dış politikasının, yani İran’la yapılan nükleer anlaşmanın rolü var mı diye bakarsak; evet, var. Obama yönetiminin dış politikada öncelikli meselesi El kaide ve benzeri "aşırı" örgütlerin sınırlandırılması ve onlarla mücadele edilmesi olduğunun altını çizelim. İkinci olarak Ortadoğu'nun bozulmuş dengesini dengelemek üzere bir yaklaşım sergilediği söyleniyor. ABD'de sağcı çevreler bu politikayı çok ciddi biçimde eleştiriyor. Diyorlar ki; Obama, İran'la nükleer anlaşma yapmak suretiyle ABD'nin geleneksel olarak aktör olarak kabul ettiği ülkeleri değil sosyal grupları muhatap almaya başladı. Yani bir tür Şii, Sünni dengesi oluşturmaya gayret ediyor olması ABD'nin ulusal çıkarlarına uygun değildir, diye ciddi eleştiriler söz konusu. Fakat Obama gerçekten farklı bir strateji izliyor. Bir süredir Ortadoğu ölçeğinde İran aleyhine bozulmuş olan dengeyi normalleştirme çabası içinde. Obama'ya göre bu aslında ABD'nin bölgede hareket alanını genişletecek bir hamle. Sonuçta özetleyecek olursak Obama'nın İsrail, Suudi Arabistan ve hatta Türkiye'nin itirazlarına rağmen nükleer anlaşmayla İran'ı normal bir aktör olarak görmesi, Suudi Arabistan'ın güç kaybettiği telaşına kapılmasını ve El Nimr hamlesini yapmasını açıklayacak önemli bir zemindir. Nitekim İran ile nükleer anlaşmayı takiben Suudi Arabistan, Yemen'de harekatı yaptı. Bu Suudi Arabistan'ın çok yakın çevresinde; körfez ülkelerinde, Bahreyn'de, yemen'de kırmızı çizgiler çizdiği anlamına geliyor. Mesajı da şu: İran'la yapılan anlaşmayla doğan normalleşmenin bu bölgelerde geçerli olamaz... Tabii sert adımlar atmaya devam edeceğinin de belirtisiydi bu. ABD zaten bu kırmızı çizgiler için çok sert müdahalelerde bulunmayı tercih etmiyor. O bölgeleri Suudi Arabistan'ın 'yaşam alanı' olarak kabul etmiş görüyor. Ama ABD, Irak ve Suriye'de Şiiler lehine denge sağlamaya yönelik davranıyor.
Suudi Arabistan'ı eli zayıfladı
Peki, Suudi Arabistan'ın El Nimr'i bir süre bekleyip şimdi idam etmesinin zamanlama olarak bir önemi var mı?
Bir kaç boyutu var bu yanıtın. Birincisi Suudi Arabistan'da mahkemelerin verdiği kararı yalnızca Kral bozabiliyor. Çok özel durumlarda dahi, yani ülke başkanlarının araya girdiği durumlarda bile idam kararlardan çok çok nadiren dönülür. Suudi Arabistan'ın böyle bir idam geleneği var. İkincisi zamanlama önemli çünkü ABD'nin Irak'ta Sünni güçlere değil Irak merkezi hükümetine destek verdiğinin iyice açığa çıktığı bir döneme girdik. ABD'nin Musul'daki Türkiye askerlerinin çekilmesi yönündeki ısrarı dahil olmak üzere çeşitli parametreleri okuduğumuz zaman, merkezi hükümete verilen destek Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından normal karşılanmadı doğal olarak. Her ülkenin istediği uçağı uçurduğu, orayı burayı bombaladığı bir bölgede, Türkiye gibi bir müttefikinin küçücük bir kamptan çekilmesini istedi. Üstelik burası IŞİD ile mücadele hattı. Şimdi bu Suudi Arabistan'ı ciddi biçimde telaşa sürükledi. Suudi Arabistan'ın eli çok rahat değil. Bir yandan Suriye ve Irak'ta mevzi kaybediyor. Yemen'de zor bir savaş içerisinde. Bahreyn sürekli ayaklanma hattında çünkü nüfusunun yaklaşık yüzde 70'i Şii. Kendi nüfusu içinde yüzde 15-20 Şii var ve bu nüfus büyük bir rahatsızlık içinde, ayaklanma olur mu endişesi sürüyor. Tüm bunlar olurken El Nimr'i idam ediyor ve bu çok sert ve net bir politika. Bu politikalar Bahreyn'le beraberdir. Yani Bahreyn'de ne olursa Suudi Arabistan içindeki Şiiler içinde aynı şey olur. Bu iki coğrafya bu meselede beraber ele alınmalı. Zaten El Nimr de Bahreyn'deki gösteriler üzerine yaptığı açıklamalardan dolayı tutuklanmıştı. Asıl meseleyi Suudi Arabistan'ın desteklediği güçlerin mevzi kaybediyor oluşu ve bunun Suudi Arabistan'ın içlerine doğru yayılmasını engellemeye yönelik sert bir tedbir olarak okumalıyız.
Önümüzdeki günlerde gerilim artar mı?
Şeyh Nimr Bakır el Nimr'in yeğeni Ali el Nimr'in idam edilmesi söz konusu. Tutuklandığında 16-17 yaşlarındaydı. Uluslararası kamuoyu idamın durdurulmasına kilitlenmiş durumda. Uluslararası bir kampanya halini almış durumunda. Yakın zamanda idam edilip edilmeyeceği büyük bir gerilim konusu. Bu genç çocuğun öldürülmesi bir tür Berkin Elvan etkisi yaratabilir. Yani Bakır el Nimr'in öldürülmesinden çok daha büyük bir infiale, çatışmalara neden olacağını düşünüyorum. Buna rağmen bu idamı yapar mı Suudi Arabistan? Yapabilir. Çünkü Batı'yla kurduğu ilişkiler kamuoyu üzerinden olan bir ülke değil. Ülke içinde seçim, iktidar kaygısı olan bir hükümeti yok. Suudi Arabistan bu tür adımlar atmaya yatkın bir ülkedir; İran'ı ve Şii çevreleri provoke etmeye meyillidir. (HK)
* Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerininbaşkent Sana'daya düzeenlediği hava saldırısı sonrası. Fotoğraf: Mohammed Hamoud - AA