Sorumlu Bakan Nimet Çubukçu, kadın üzerinden siyaset yapıldığından yakınırken siyaseti kadınlar adına üstlenmeyi de unutmuş görünüyordu.
Zira herkesle programa çıkmama özenini gösteren Çubukçu'nun bu sefer diğer katılımcının -Eren Keskin davasından hatırladığımız- Necla Arat olmasında bir beis görmemesi, kadınsı bir erkekliğe yaptığı çağrıyla hercümerç bir çözüm söylemini temsil ediyordu.
Enloe'nin deyişiyle, bir asker eşi olarak "güçlü bir devlet kurumunun üyelerinden biri oluşu" sebebiyle toplumsal alanda farklı bir kadınlık taşıyan Arat'ın kadınlığı eşinin askerliğinin gerisinde eriyince, çarçabuk bir adillik kadın hallerinin engeli oluveriyordu.
Çubukçu'nun Arat'la kurduğu bu söylem ve konum ortaklığı bana diğer bir AKP'li kadın milletvekilinin, Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu Başkanı Fatma Şahin'in ABD Dışişleri Bakanı Rice'a olan hayranlığını hatırlattı.
Bülent Somay'ın dediği gibi "erkek iktidarına özenen, iktidarla ilişkisini erkekçe kuran kadınlar" arasında kurulan ittifakın yönlendirdiği bir iktidarda kimin kadın olduğunu seçmek gittikçe zorlaşıyorken, kadın hakları savunuculuğundan sağ çıkanlar kadını, "ailenin devamlılığı/toplumun ahlakı/devletin nizamı için koruyanlar" oluyor.
Aksiyon dergisine verdiği röportajda "... kadınlarımız da, gümüş tepside bir şeylerin sunulmasını beklemesin. Çay-çorba partisi ve kermesten çok siyasetin iç dinamiklerini öğrenmeye koyulsunlar" diyen Şahin, bu tembel kadınları eğiticiliğin yorgunluğunda neyse ki en büyük desteği eşinden görüyormuş:
"Bu işi adam gibi yaptığın sürece fedakarlığa katlanırız."
Her halükarda kebirliğiyle makbul erkek, fedakarlığın faizini karşılamak için işin adam gibi yapılması şartını koşunca, kadına da tefecilerle ortak bir siyasetin kapılarını aralamak düşüyor.
Verilen öğütler hep kadınlığa yapılan gösterişli bir şaka gibi kalıyor. Fakat Şahin'in hiyerarşik olarak altında yer alan "çay- çorba particileri" siyasetin iç dinamiklerini öğrenerek noksanlıktan kurtulamıyor maalesef. Siyasal hayata atılmaları için, erkek deneyimleriyle oluşturulmuş ve kadın temsilcilerle bile erkekliğin pratikleri üzerinden işleyen siyasal partilerin, tüzüklerine kadın kotasını koymasını beklemek zorundalar.
Çünkü Nimet Çubukçu "gereğini" şu şekilde düşünüyor:
"Dünyanın hiçbir yerinde siyasi partiler yasasında, Anayasa'da kadın kotası düzenlemesi yoktur. Parti tüzüklerine bırakılmıştır".
Şu "dünyanın hiçbir yerinde" ezberinin nizamî bir uyarı olarak ortaya çıkışının yeterince tanığıyız artık. Kadınlar söz konusu olduğunda, de jure olarak "dünya sistemine uyumun gerekliliği", de factonun sınırsızlığında Türk Toplumunun Değerleri'nin (TTD) yarattığı farklılığın övgüsü olarak geri dönüyor çoğu kez. Kadınlığı savunmak, bu farklılığı korumak ile farklılığı garanti eden söyleme mütemadiyen minnetini sunmak arasında iktidara yapışık bir dil kullanıyor.
Minnetin sunulması da öyle kolay bir iş değildir elbet; kadının kadınlığından feragat ederek başka bir bünyeyi kullanması, kadının dilinde herze bir fikri makbul kılar. AKP'li başka bir "bayan", Kadın kolları başkanı Selma Kavaf'ın, AKP milletvekili Halil Ürün'ün eşini dövmesi olayıyla ilgili olarak söyledikleri bu zorluğun hengamesinde onun zihnindeki sıkışmışlığı da gösteriyor:
"Aile içi bir mesele. Benim bu konuda söz söyleme, değerlendirme hakkım olamaz".
"Eşlerini gittikleri yerlere götüren" AKP'li vekillerinin "dişi kuşlarına" yaptığı muameleye kutsal aile kurumu adına ses etmeyen Kavaf, sözlerinin devamında asıl tedirginliğinin tespiti için daha net ifadeler sunuyor:
"Kamuoyunda 'AKP bu mudur, bütün AKP milletvekilleri böyle midir?' diye değerlendirilmemeli".
Yani kendisine iktidarın yolunu açanı kollama gayretine düşerek "Aman AKP'me bir zeval gelmesin" demek istiyor Kavaf. Çünkü kadın kolları başkanlığını yıllardır muhatap tutulduğu muameleye uygun şekilde "sosyal yardım örgütleyicisi" olarak sürdürmekten fazlasını istemiyor.
O, iktidarı erkekçe kullananlardan ziyade, görevini erkeğin iktidarı için sürdürenlerin "fedakarlığını" sergiliyor. Oysa ne diyordu Çubukçu: "Parti programında CEDAW maddelerinin hayata geçirileceği sözünü veren tek siyasi parti AKP."
O zaman " Ne mutlu AKP'liyim diyene!".
"İşini adam gibi yapanlar", kadın meselesi konusunda sivil toplum örgütlerinin rolünü küçümsedikçe kadını sembolleştiren dili yeniden üretmekten öteye gidemiyor.
Çubukçu'nun namus cinayetlerinin töre ile sınırlanması konusunda kadın örgütlerinin ısrarından bahsederken söylediği "Kadın örgütleri dışında siz bana on tane hukukçu çıkarın böyle düşünen!" sözleri aslında bu konuda konuşabileceklerin listesini veriyordu.
Oysa; zamanında kadını tecavüzcüsüyle evlendiren hükümlerin bilgeliğini üstlenenlerin de hukukçular olduğunu ne çabuk unutuyordu Çubukçu. Çünkü sözü baş edilecek hukukçuların da ayrı bir listesi var.
Örneğin kendisinin aynı programa çıkmak istemediği, kadın hakları konusunda çalışmalar yürüten avukat Hülya Gülbahar bu listede yer almıyor. Çünkü Çubukçu'nun "Namus adına işlenen cinayetlerde bütün indirimi kaldırırsanız, bu (namus saikiyle cinayet işleyen) kadınları nasıl koruyacaksınız?" sözlerine biat etmek için kadın hayatının düzenleyicisi, kamusal alandaki denetleyicisi namusun, kadının da korumasını üstlenmesi gereken bir "helallik" olarak ortaya çıkışına kadınları korumaya yönelik tek yol olduğunu kabullenip ses etmemek gerekiyor.
Ne de olsa kadını korumanın yolu bir şekilde erkeği de kollamaktan geçiyor. Aileyi Koruma Kanunu görüşülürken, kadınlara uygulanan şiddetin cezalandırılması için birlikte yaşayan çiftlerin kapsama alınması önerisine "Anayasada aile belli" diyerek karşı çıkan Çubukçu'nun sunduğu bu gerekçe ise hangi kadınların bakanı olabileceğinin listesini açıkça veriyor.
Bugünlerde kadınlar metrolarda, kadınlık halleriyle iktidarın süzgecinden geçmiş bir tanışıklığın sinyalini veren yeni bir ilanla mücadele ediyor. İlan "Baba kız arkadaşım hamile" demenin mi, yoksa "Bir prezervatif alabilir miyim....?" diye sormanın mı kolay olduğu kıyaslaması üzerinden prezervatif satın almanın utanç verecek bir olay olmadığını anlatılmaya çalışılıyor.
Kadınının (pardon kız arkadaşın) hamileliğinin "onun erkeği" tarafından, bir üst iktidar merciine -babaya- iletiliyor olması burada gizlice duran dördüncü bir şıkkı hatırlatıyor: "Nikahsız ise ne hali varsa görsün."
Bu son şıkkı ben bulmadım aslında; siyasal iktidardan toplumsal iktidara erkekçe bir yumruk savuranlar; işini adam gibi yapanlar buldu. Kadınları listeleyip, karnesinde yıldızlı pekiyi getirenlere temsilcilik etme lüksünü kendilerinde görenler...
28 Ocak'ta Radikal'de çıkan yazısında Hasan Celal Güzel, "Nimet Çubukçu'nun... aile ve kadın konusunda hem modern gelişmeleri hem de Türk toplumunun değerler sistemini dengeli bir şekilde gözettiğini görüyoruz" diyerek Çubukçu'ya övgüler yağdırıyordu.
Ne demekti bu "Türk Toplumunun Değerleri (TTD)"?
Milliyetçi iksirin beslediği "Batı gibi olmama" paranoyasının hep kadın söz konusu olduğunda TTD'den söz açmasının sebebi neydi? Batıya benzememenin kıstası olarak; kadının yaşayışı, aile ve TDD arasındaki geçişkenlik "Bizim kadınlarımız iffetlidir; sizinkilere benzemez" tehdidiyle iktidara da selamını çakarken ne tür bir ideolojik besinin obezliğinde nefessiz kalıyordu?
Bu nefessizlikte en çok boğulup ölenler kadınlar iken, iktidarı bıyığını dürmeden kullanan kadınları görmek için feminizmin cevherinden yararlanmak şart!
Güzel, Çubukçu'ya tepki veren kadınlara kızarak onları "maskülen feminist" olmakla itham ediyorken "maskülenlere karşı, feministler" demek istiyordu da, dili sürçtü herhal! (GE/EÜ)