Ne ki; söylenenlerin çoğu, solun geniş dağarcığında saklı duran acıları merkezin siyasetine yakın bir yerden okumaya devam ediyor.
Mithat Sancar 'ın söylediği gibi ulus devlet gelenekselliğinin uzantıları, geçmişe "adeta uysal bir hizmetkâr muamelesi" yaparak, bir nevi "tarihin manüpülatif yorumunun tarihe koyduğu hatırlatma yasağını" kutluyor.
Bu anlamda kendini solda tarif eden bir parti olarak CHP'nin söylediklerini dinleyebilmek için bir öncekini unutmaktan başka çare de kalmıyor zaten.
Bir zamanlar partisinin, "programında Kürt sorununa değinen ilk parti olması nedeniyle onur duyduğunu" belirten Baykal'ın partisinin Kürt meselesine ilişkin politikalarını gözden geçirmesi gerekiyor.
Onur duyulan programda, "çoğulcu toplum" ana başlığı altında ilk olarak "laikliğin korunması" konusu ele alınarak, "Toplum ve devlet yaşamında laiklik, Cumhuriyet'in ulusal bütünlüğün ve toplumsal barışın temel taşıdır" deniliyor.
Çünkü CHP her argümanına bir şekilde sığdırdığı laikliğin paranoyasına kapılıp, çoğulculuğu öncelikle "farklı inançlar" temelinden değerlendirmeyi tercih ediyor.
Programda nihayet "farklı kültür kümelerinden" bahsedildiğinde ise CHP'nin ikinci bir kompleksi olan milliyetçilik devreye giriyor: "CHP'nin milliyetçilik anlayışı ülkede yazgı beraberliğinin oluşumuna duyarlılığın... bütünleşme ve kaynaşmanın öğesidir."
Devletin geleneksel söylemini temsil eden bu cümlelere en çok Anayasa Mahkemesi'nin Kürt partilerini kapatma kararlarında rastlanıyor.
"Kürt" kelimesinin geçen her kelimenin iddianameye alındığı, değerlendirmeye esas oluşturduğu davalarda ulusun bütünlüğünü vurgulamak için seçilen gerekçe ise hep aynı:
"Atatürk milliyetçiliği, bütün fertlerin kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde olmasını öngören modern milliyetçilik düşüncesidir."
CHP'nin devletin bekasına odaklanan siyasetinin temelleri ile Anayasa Mahkemesi'nin cumhuriyet olmanın koşullarını gösteren kararları aynı çamur zeminde birbirini kirletiyor.
Oysa Yıldırım Türker 'in dediği gibi "Cumhuriyetimizle gurur duyarken üzerinden atlayıverdiğimiz patlaklar, totaliter sızıntılar altımızda korkunç bir fay hattı gibi uğulduyor."
Bir şeyi överken, diğerini ezmenin yarattığı adaletsizlik en çok vatandaşın boğazını düğümlüyor.
Fakat CHP'nin Kürt meselesine ilişkin ittifakları burada bitmiyor. CHP'li olmak çoğu kez sivil hayatın içinde bir tür askeriliği temsil ediyor. Siyasi arenanın bir karargâh gibi kullanılmasıyla üretilen politikalar "askeri çözümü" güvence olarak mutlaka bir yerlerde saklıyor.
Diğer yandan "Eğer siz hâlâ gerçek Kürt'seniz, eğer mertlik hâlâ bozulmadıysa ve alçaklığın Kürtlere yakışmadığını düşünüyorsanız olaylara sebep olan Kürdistan Özgürlük Şahinleri'ni deşifre edin, kınayın" diyen "Ertuğrul Özkökler politikası"nın CHP ile özdeşleştiği noktaları görebilmek de bir maharet istemiyor.
"Beyaz Kürtlere" yapılan bu çağrı, eve dönüş yasasının mantığını oluşturan "kendini ihbar-tarihini inkar" denklemine sunduğu övgüyle, CHP'nin Kürt "sorununda" kullandığı dili yakalıyor.
Ya da Baykal'ın Temmuz 2005 Bursa mitinginde ağzından düşürmediği "Çılgın Türkler" ile Ümit Özdağ 'ın ağustos 2005'te Yeniçağ'daki yazısının "Çılgın Türkleri" birbirine benzemiyor; onlar aynı kişi!
Kürt hareketi; SHP Genel Sekreterliği döneminde "Herkesin etnik kökenini ortaya koyması ve onunla iftihar etmesi doğaldır. Devlet bir sosyolojik gerçeklik olarak etnik gerçeği doğal karşılamalı. Devletin resmi dil dışında diğer dillerin konuşulmasından rahatsızlık duymasını komplekslik sayarım" diye konuşan Deniz Baykal'ın, ova siyasetinin "ABD projesi" olduğunu söylediği zamana kadar geçen sürede ne söylemek istediğini anlayamıyor.
Fakat Kürtler CHP siyasetinin kendilerinin dahil edilmediği bir çözümü işaret ettiğinin farkında.
Vatandaş olarak topluma motivasyon politikasının üstüne çökmüş şanlı tarihin "topraklar giderse itibarımız sarsılır" saikiyle yanıp tutuştuğunu; kendilerinin ise topraktan daha az itibar gördüğünü gayet iyi biliyorlar.
Einstein'in deyişiyle "bir çocukluk hastalığı, insan ırkının kızamığı" olan milliyetçiliğin her defasında daha pembeye boyanarak aldığı sevimsiz biçimden de bıktılar artık.
CHP iç gıdıklayan "bütünlük" şiarıyla "kimlik terörizminden" kaçındığını göstermek isterken, kimlik siyasetine yapılan eşitlik temelli vurgunun, kimliklerin birbirini kabulünü tahammül üzerine oturtan dengeyi bozarak, siyasal kültürü anlayış temelinde olgunlaştırdığını göremiyor.
Ralph Ellison, "Görünmeyen Adam"(Invisible Man) adlı kitabında beyazların zenci ırkı algılayış biçimi hakkında şunları yazıyordu: "Ben görünmezim... Sirk şovlarında gördüğünüz bedensiz kafalar gibi biçimimi bozan, sert aynalarla çevrelenmiş durumdayım. Bana yaklaştıklarında sadece beni çevreleyen şeyleri, kendilerini, hayal güçlerinin ürünlerini, benim dışında her şeyi görüyorlar".
Kürtlerin biganeliği ve belki de beyhudeliği algısı CHP'nin Kürt politikasının en kırılgan noktasını oluşturmaya devam ediyorken CHP çerçeveye bakmakla yetinmeyip, çerçevenin içini de gönlünce dolduruyor:
Mesele hep Kürtlerin seciyesinden kaynaklanıyor. Kürtlere haklarının teslim edilebilmesi için, tıpkı süper kadın örneğinde olduğu gibi onlardan da "Süper Kürtler" olmaları bekleniyor.
Annem sohbetlerimizin birinde memleketi Van'da olduğu dönemlerde güzel bulunan bir kadına "Ne kadar güzelsin aynı Türk gibi" dendiğini anlatmıştı.
CHP ittifak içerisinde olduğu aşiret ağalarını başka partilere kaptırdığından bu yana bu "Türk gibi Kürtler"le muhatabiyet peşinde!
Beatles konserine yoksulluk şarkıları dinlemeye gitmiş kraliyet ailesi mensupları gibi, alkış tutamayıp ancak mücevherlerini sallayabiliyor. "Tefahür Siyaseti"nden vazgeçecekmiş gibi de görünmüyor.
Şu ana kadar bir çarpışma noktası olarak algılanan tüm kavşakların solun öncülüğünde dönülmesi için, alternatif sol politikaların, CHP'nin sola koyduğu tekeli kırarak Kürt meselesinde seslerini daha gür çıkarması gerekiyor.(GE/EÜ)
NOT: Doğudaki pek çok genç gibi olası bir gelecek yerine biçilmiş bir kaderle muhatap olan Halil Savda, bu ezbere bir çelme takmak istedi. O şimdi, bizler kışlalarda yaşamayalım diye Askeri Ceza Evi'nde. Savda'nın kahramanı Kezo diyor ki; öldürmeye direnmek için ölmemek de gerek!