* Fotoğraflar: Özden Yılmaz
Romanların neredeyse tamamının gecekondularda yaşıyor ve kentsel dönüşümün en çok onları etkileyeceği aşikar.
Gültepe Yahya Kemal Mahallesi'ndeki evlerin duvarları bölünüyor, bir ailenin yaşadığı ev, zamanla üç dört ailenin "sığdığı" bir mekana dönüşüyor. Mahallelinin çoğu artık oda-evlerde ikamet ediyor.
Roman kültürü pek bilinmiyor; bilinmedikçe de merak artıyor. Şimdilerde Romanlarla ilgili belgeseller çekiliyor, makaleler yazılıyor.
Biz de merak ettiklerimizi "birinci ağızdan" dinlemek için Yahya Kemal Mahallesi'ni ziyaret ettik.
Biz hiç mi üremedik?
Cemil Akmaca 56 yaşında altı çocuk sahibi bir çeribaşı. Doğma büyüme Dolapdereli. Sonrasında yolu Yahya Kemal'e düşüyor. Mahallenin çoğu Bulgaristan ve Selanik göçmeninden oluşuyor.
Kaynaklar Türkiyede iki buçuk milyon roman olduğunu gösteriyor. Ama Atmaca buna karşı çıkıyor, sayılarının neredeyse dokuz milyon olduğunu söylüyor.
"Osmanlı döneminde yaklaşık 750 bin roman vardı. Şimdi iki buçuk milyon roman var, diyorlar. Nasıl oluyor? Yani biz hiç mi üremiyoruz?" diye şakayla karışık soruyor.
Çingene ya da roman denilmesine fazla takılmıyor: "Sen beni hor görmedikten sonra ne dersen de" diyor.
Görevim bulandırılan ortamı yatıştırmak
"Doğduğumdan beri çeribaşıyım" diye başlıyor söze... Babadan oğula geçen bir tür saltanatlıkmış çeribaşılık. Çeribaşının görevlerini mahallesindeki halkın huzurunu sağlamak, onları devlet karşısında temsil etmek, mahalleli arasında aracı olmak, yönetmek, konaklayacak yerleri temin etmek diye sıralıyor.
Çeribaşılar resmi kurumlar tarafından muhattap alınıyormunş. Tabii eskiden mahalle yokmuş, çeribaşılar kabilenin yöneticisiymiş.
"Kısacası" diyor Akmaca, "bulandırılan ortamı yatıştırmak benim görevim. Büyük kavgalar dışında polise gerek kalmıyor. Kendi aramızda çözüyoruz sorunlarımızı".
Her aile kendine bir çeribaşı seçiyor, böylece kararları alırken hep bir ağızdan ses çıkıp karmaşıklık yaşanmmıyor.
Saltanatlıktı demokrasiye çevirdim
Babadan oğula geçen çeribaşılık ilk defa onunla beraber demokrasiye dönüşüyor. Yani çeribaşılık sisteminin şeçimle olmasını sağlıyor. 1980 yılında seçim sandıkları oluşturduklarını anlatıyor "Belediye başkanı, meclis üyeleriyle bereber sandık kurduk adaylarımızı koyduk. İki aday çıktık zaten. Yine ben şeçildim" diyor gülerek. Görevini devretme zamanının geldiğini düşünüyor ama "Aday yok" diyor ve gülüyor.
Sonra ciddileşiyor birden, "Eskiden neşeli ve huzurlu bir mahalle idi. 2006 öncesi 800 kişiydik. Şimdi 200 kişi kaldık. İçimiz artık hiç rahat değil. İlk defa bu kadar çok korkuyoruz. Halkım sokakta kaldı. Kahırdan 12 kişi hayatını kaybetti" derin bir iç çekiyor.
"Kentin molozlara dönüşümü"
Sonra Başbakan'ın "Gerekirse evleri yıkarız, ama sizleri sokakta bırakmayız, siz de işimizi kolaylaştırın" sözlerine "İlk önce sokakta bıraktığı vatandaşını ev sahibi yapsın" diyerek tepki gösteriyor.
"Kentsel Dönüşüm!" diyor, çok dertli bu konuda.
"Hayatlarımızı mahvetti. İsmini de ne güzel koymuşlar. Ben olsam 'Kentin molozlara dönüşümü' ismini takardım" diyor manidar bir sesle.
Yıkımlar gerçekleşirken belediyeye rapor sunmuş: "Belediyeden talebim vardı. Üç dönüm imara açık bir arazi talep ettim. Bilgi Üniversitesi ve Avrupa Birliği temsilcileri de vardı. Eğer bu arsa talebimize olumlu yanıt verselerdi Avrupa Birliği yardımıyla ikişer katlı evlerden oluşan Roman mahallesi kuracaktık. Böyle bir projeyle Başbakana başvurduk. Kaymakamlık önce kabul etti sonra belediye izin vermedi, yer yok denildi."
Hıdırellez'i Romansız kutluyorlar
Dertlerini bir türlü anlatamamaktan yakınıyor Atmaca, "Biz parti üzerinden değil kişi üzerinden siyaset yaparız" diyor ve ekliyor "Sağcısı solcusu fark etmiyor 50 belediye gördüm ama Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kadar ırkçısını da görmedim" diyor sonra biraz düşünüp "Söylemeden geçmeyeyim "İyi bir yanları var. Okuma yazma oranı AKP hükümeti döneminde arttı." Genç nesilden okula gitmeyen kalmamış, gülerek şunları söylüyor: "Oranı yaşlılar düşürüyor. Onlar ölünce yüzde yüzü bulur okuma yazma oranı".
AKP'den önce Refah Partisi'nden Arif Calban'ın onlara yaptığı iyiliklerden bahsediyor minnet duygusuyla: "Teneke evlerden onun zamanda kurtulduk, çamurlu yollarımıza çakıl döküldü, elektrik ve su geldi onun döneminde".
Kitlesel olarak kutladıkları ilk 'Hıdrellez Şenlikleri' de Calban tarafından organize edilmiş. 1991 yılında gerçekleştirdikleri Hıdrellez şenliklerinin de tarihte bir ilk olduğunu bastıra bastıra söylüyor. "Şimdi Romansız kutlanıyor. Bir kere bile davet edilmedik" diye sitem ediyor. Ama kendi mahallerinde kültürlerini yaşatmaya devam ediyorlar. Her yıl 6 Mayıs'ta 'Hıdrellez Şenlikleri'ni büyük bir umutla kutluyorlar.
Uyuşturucuyu ve fuhuşu kentsel dönüşüm için kullandılar
Roman mahallerinde kentsel dönüşümün "uyuşturucu ticareti, fuhuş" gibi gerekçelerle meşrulaştırılarak projeye zemin hazırladığına değiniyor Akmaca, "Şimdi de gençlerimiz dışlanmışlık hissiyle hırsızlık yapıyor. Madde kullanıyor. Onlara gösterecek somut verilerimiz yok. Gençlerimiz nefretle büyüyor" diyor çaresizce.
Yoksulluktan küçük yaşta kızlarını evlendirmek zorunda kalan ailelerden de, karnını doyurmak için hırsızlık yapandan da devleti sorumlu tutuyor "Gençlerimizi önlememiz lazım ama bunun için de ilk önce kendilerini kabul eden ve koruyan bir devletin varlığını bilmelidirler" diyor.
"Kentsel dönüşüm sonrası Çorum'a gönderilen gençlerimizin hepsi hapiste. Bunun neden açık: İş yok. Tanımadıkları bir şehirde yaşamaya çalışıyorlar. Para bulamadığı için hırsızlık yapıyor, tiner kokluyorlar. Sonra o adam gidip beş milyon için adam öldürecek" diye olacakları söylüyor korkarak.
Sokak kedileri kadar olamadık
Kendilerine bir yer gösterilmediğini, İnsanların alıştıkları toprakları bırakmak zorunda kaldıklarını ifade eden Atmaca, Bir gazete kupürü gösteriyor, "Sokak kedilerine sıcak yuva" diye yazıyor haberde. "Biz hayvan karşıtı değiliz sakın yanlış anlaşılmasın" diye uyarıyor acılı bir gülümsemeyle ve "Bir kedi kadar olamadık" diyor.
"Van kedilerinin bir gözü renkli diye pembe villa yapıyorlar. Soyu kurumasın diye. Bizi niye korumuyorlar?"
Akmaca hayatlarının zor olduğuna dikkat çekerek, geçimlerini çoğunlukla kâğıt toplama ve hurdacılıktan sağladıklarını anlatıyor. "Gençlerimizin çoğu mobilya da fabrikada çalışıyor. Eskiden kalaycılık ve sepetçilik vardı ama şimdi kalmadı" diye ekliyor.
Kendi babası da kalaycıymış. Dalgınlaşıyor babasından söz edince ve hüzünleniyor; birkaç hatıra saklamış babasından ama kentsel dönüşüm olaylarında çıkan yangında hepsi gitmiş.
Akşam yediden sonra sokaklar onların
Akşam saat 7'de çıkıyorlar sokaklara kim ilk gelmişse mahalle onun. Başlıyorlar çöpleri karıştırmaya. Çöplerden bulduğu ilginç nesnelerden oluşan bir sokak sergisi bile açmış bir zamanlar. Emek vererek topladıklarını parası olmadığı için satmak zorunda kaldığını anlatıyor gülerek.
Kâğıttan günlük kişi başı 20 ila 30 lira arasında kazanıyorlar. Buldukları işe yarar parçaları ise pazarlarda satıyorlarmış; ama plastikler ellerinde kalıyormuş: "Belediye'nin geri dönüşüm işlerini yapan taşeronlar geri dönüşüm depoları oluşturmuşlar.
Ama sadece kâğıdı dönüştürüyorlar. Niye çünkü maliyeti az, getirisi yüksek. Sonra ne oluyor o plastik yine doğada kalıyor. Geri dönüşüm birilerinin cebini doldurmaktan başka bir şey değil. Hani geri dönüşecekti?" diyerek dalgasını geçiyor.
Ufak tefek kavgalar oluyor ama ben 'ırkçılık' demiyorum
Gururla oğlunun bir bilgisayar diploması olduğunu, çöpten çıkan malzemelerle bir bilgisayar yapabildiğini vurguluyor ama elimizden tutan da yok diye hayıflanıyor Akmaca.
Diğer mahallerle aralarının iyi olduğunu söylüyor ufak tefek kavgalar oluyor ama ırkçılığa bağlamıyoruz gençlerdir diyip geçiyoruz.
Eskiden 'kelle kelle' diye oynardık
Kendi kültürlerini araştırmak için ve kentsel dönüşüme karşı bir mücadele noktaları olsun diye bir dernek kurmuşlar. Öncülüğünü yaptığı derneği Roman Açılımı" tıkanınca kaptma kararı almış..
"Bir kitap yayınlamayı düşündüm, hazırdı her şey ama korktum. Bu ülkede yayınlanmamış kitabın yazarları hapse atılıyor. Belki beni de atarlar" diyor.
Hevesle www.cingeneyiz.org adlı bir internet sitelerinden bahsediyor, kendileriyle ilgili haberleri ve yazıları yayınlıyorlar. "Belki " diyor "adını değiştirebiliriz".
Dışlanmışlıktan şikayetçi Akmaca "Olduğumuz yerlerde yapılaşmaya izin vermiyorlarsa, bizi doldursunlar gemilere, yollasınlar başka yerlere" diyor.
"Eskiden 'Kelle kelle' diye oynardık şimdi 'Ye kafanı kudur, ye kafanı kudur' diye oynuyoruz" diyerek şarkılarının bile değiştiğini, şikayetlerini anlattığından dem vuruyor.
Şiir yazdığını ve şarkı bestelediğini anlatan Akmaca hevesle TOKİ'ye yaptığı 'Melahat' şarkıyı dinletiyor.
Varoş diyorlar da anlamını biliyorlar mı?
"Bi de bize varoş diyorlar" diye kafa sallıyor, sanki anlamını biliyorlar diye söyleniyor. Ve açıklıyor varoşun ne demek olduğunu, "yangında kurtarılması gereken en son malzeme" imiş ben de ondan öğreniyorum.
Hükümete sesleniyor sonra "Madem depremden kurtarmak için beni evimden ediyorsun, sahildeki yalıları da tasfiye et, belki tusunami falan olurda memleketimiz bel kemiklerine bir şey olur" bunları söylerken gülüyor bir yandan. 3,5 saat süren görüşmemiz boyunca ne kadar öfkelense de ardından gülmeyi, espri yapmayı elden bırakmadığına şahidim.
Yaşadıkları onca şeye rağmen gülmeyi unutmuyorlar. Romanlar kültürlerini kaybetmemek için yine ateş yakıp, çalıp söylüyorlar. Renklerini silmeye çalışanlara inat, her gün bir gökkuşağı yaratıyorlar. (RDY/HK)