Her gazeteci aslında aynı zamanda bir de hikâye anlatıcısıdır. “Annemin Kaburgası” isimli kitabı yakın zaman önce okurla buluşan Burçin Tetik de öyle gazetecilerden.
Yoksulların, LGBTİ+’ların, kadınların özneleştiği hikâyelerini en sade kelimelerle anlatan Tetik, “Hegemonyanın baskı yaptığı insanları odağa koyunca da şiddetten, patriyarkadan, fobilerden hiç bahsetmemek imkânsız oluyor tabii” diyor.
“Mesele kimin hikâyelerini anlatmak istememizle ilgili”
Erkek şiddeti, patriyarkanın baskısı, LGBTİ+’lar var.. Bunu özellikle mi tercih ediyorsunuz?
Hayatın doğası, gerçeği bu olduğu için kitapta da var aslında. Öykülerinde yalnızca erkek karakterleri ya da yalnızca heteroseksüel ilişkilenmeleri yazanlar özellikle tercih ediyordur belki, bu kadar renkli bir dünyada hep bir tür insan yazmak epey zor olsa gerek.
Üstelik de hâkim olanın, zaten her yerde sözü hep söylenenin öyküsü oluyor o zaman. Benim hayatım, ilişkilerim, arkadaşlıklarım, çalışma alanlarım, takip ettiklerim sadece tek bir cinsiyet ya da yönelimle sınırlı değil. O zaman da haliyle insanın perspektifi genişliyor ve öyküleri de, anlattığı insan ve olaylar da çeşitleniyor.
Hegemonyanın baskı yaptığı insanları odağa koyunca da şiddetten, patriyarkadan, fobilerden hiç bahsetmemek imkânsız oluyor tabii. Yani mesele aslında kimin hikâyelerini anlamak ve anlatmak için yola çıktığımızla alakalı, gerisi kendiliğinden şekilleniyor.
“Yazar ve okur beraber bir dünya kuruyor”
Sizin için öykü yazmanın anlamı ne? Neden yazıyorsunuz?
Okumak benim için büyük bir kaçış. Sadece harfler üzerinden kafamda şekillenen dünyanın büyüsü beni çocukluğumdan beri çok etkilemiştir. Oldukça aktif de bir eylem, insanları, mekânları okurken hep kafanızda çiziyorsunuz, bazen tanıdıklarınızdan daha yakın oluyorlar size. Yazmayı da tersinden, ama yine benzer sebeplerle çok seviyorum.
Bir öyküdeki karakterin neye benzediğini, neleri seviyor olabileceğini okuyan kişilere sorsam, sorduğum kişi sayısı kadar fazla tasvir çıkacaktır. Çünkü hepimiz kendi filtremizden geçirerek okuduklarımızı zihnimizde somutlaştırıyoruz. İşte bu benim için dünyadaki en muhteşem işbirliklerinden biri.
Yazar ile okur beraberce bir dünya kuruyor ve bir süre orada ikamet ediyorlar. O dünya yeterince sahiciyse orada her tür olayı, kişiyi, mekânı anlatabilirsiniz. Ben de eşiği atlayıp o dünyaya girmek ve başkalarını da oraya davet etmek için yazıyorum.
Edebiyatta ifşa
Gelelim güncel hayata… Kadın edebiyatçıların başlattığı ifşa hareketine dair ne söylemek istersiniz?
İyi ki varlar. Daha ne diyebilirim bilmiyorum. Tek bir kişinin ifşası bile başkalarına büyük güç veriyor, cinsiyet temelli şiddete, tacize, mobbinge uğrayan herkese nefes oluyor.
Değişimin tek yolu da bu. Olan biteni saklamak yerine açığa çıkarmak, adını koymak, yaptırımlarını sağlamak. Bu elbette büyük bir özveri istiyor, bu yüzden de ifşaya cesaret eden herkese anlayış, şefkat ve dayanışmayla yaklaşmak gerektiğine inanıyorum.
Kim bilir o aşamaya gelmeden nasıl süreçlerden geçti, nasıl çekinceler yaşadı, hangi köprüleri yaktı, hangi iş olanaklarından vazgeçti...
Herkesin en düzgün dille, en itibarlı biçimde ifşa yapmaya enerjisi ya da kültürel birikimi de yetmeyebilir. Bilhassa o durumlarda da üsluba, biçime odaklanmadan, parmağa değil parmağın işaret ettiği yere bakmak gerektiğini düşünenlerdenim.
“LGBTİ+ gençler öylesine yalnız ki”
LGBTİ+’lara yönelik yükselen nefret söylemi ve buna yönelik karşı duruşlara dair ne söylemek istersiniz?
Son birkaç ayda LGBTİ+ nefreti ve hedef göstermeler yine gündemde maalesef. İçişleri Bakanı Soylu'nun sosyal medya üzerinden lgbti+ları "sapık" ve daha fazlasını diyerek hedef alması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "lezbiyen mezbiyen" çıkışları, Boğaziçi Üniversitesi'ne kayyum olarak atanan Melih Bulu'nun ilk icraatinin okulun LGBTİ+ kulübünü mühürlemesi devletin lgbti+ ile büyük bir savaşa girdiğini gösteriyor.
Bu şiddete karşı dayanışma var mı? Var, ancak hiç yeterli değil. Boğaziçi'ne destek için yazılan imza metinlerine bir göz atın, kaçında LGBTİ+’nın adı geçiyor?
Üstelik okulun LGBTİ+ öğrencileri bunca şiddetin hedefi olmuşken. En dayanışmacı, en yanımızda sandığımız kişilerin bile devlete karşı çok "marjinalleşmemek" için LGBTİ+’nın sözünü etmediği, şiddeti görmezden geldiği zamanlardan geçiyoruz. LGBTİ+ gençler bugün öylesine yalnız ki!
Derneklere bitmeyen baskılar ve saldırılar varken, sivil toplum neredeyse bitmenin eşiğindeyken, bu insanlarla dayanışmanın yeni yollarını bulmamız lazım. Kendi aramızda burslar organize etmemiz, performans sanatı organizatörlerine destek çıkmamız, kitap, atölye çalışması, eğitimler vs., elimizden gelen her kaynağı dayanışma için kullanmamız gerekiyor. Hemen şimdi.
Sizce edebiyatçılar LGBTİ+ hareketinin farkında mı? LGBTİ+ hakları konusunda yeni ve daha fazla edebi üretimler görebilecek miyiz sizce?
Bence yazarlar kadar yayınevleri de artık tek tip hikâyelerin okurlara yetmediğinin farkında. Zaman değişiyor, LGBTİ+’lar eskiye nazaran çok daha görünür oluyor, sanatın, akademinin, hayatın içinde nispeten daha özgür var oluyorlar. Hal böyleyken edebiyatın da hayatı takip etmesi, hatta aslında hayata öncülük etmesi gerekiyor. Pek tabii Türkiye'de sansür ve dolayısıyla otosansür çok büyük sorunlar.
Örneğin Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler adlı çocuk kitabı içindeki trans kız çocuğu yüzünden önce hedef gösterildi, sonra da "muzır neşriyat" damgasıyla siyah poşete kondu. Cis-hetero olmayan bir çocuğun varlığı böylesine tehlikeli devlet için. Bu yüzden yayınevlerinin de, yazarların da, editörlerin de çekincesini bir noktaya kadar anlamak mümkün. Öte yandan bu çocuklar sansürden, siyah poşetten habersiz, kimlikleri yüzünden şiddet görerek büyüyorlar.
Bir kitapta kendilerine benzeyen birini görmelerinin ne kadar değerli olduğunu düşünsenize. Bu yüzden sadece yetişkin kitaplarında değil, çocuk kitaplarında da bir biçimde bu çeşitliliği vermek, bir yolunu bulup lgbti+ çocuklara ulaşmak gerekiyor.
Son olarak bir 8 Mart mesajı paylaşır mısınız?
Dayanışma yaşatır, dışlayıcılık ise öldürür. Hegemonik erkekliğin altında baskı ve şiddet gören, kendisi olmasına izin verilmeyen, dünyası sınırlanan, belli kalıplara uymaya zorlanan herkesin 8 Mart'ı kutlu olsun!
Erkekliğe zorlanan her bir trans kız çocuğunun, her hareketi kontrol edilen cis kız çocuklarının, bedenlerinden utandırılan tüm çocukların, dünyanın yükünü sırtlamaya zorlanan her bir trans+ın, cinsiyetinden ötürü önü kesilen her bir kadının, ikili cinsiyetin şiddetine maruz kalan her non-binarynin, yöneliminden ötürü ayrımcılık gören her lezbiyen ve biseksüelin 8 Mart'ı gönlünce olsun! Çünkü ya hep beraber, ya hiçbirimiz.
Burçin Tetik hakkındaSankt Georg Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Türk Dili ve Edebiyatı ile İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun oldu. Yüksek lisansını Berlin Freie Üniversitesi’ndeki İngilizce Çalışmaları: Dil, Edebiyat, Kültür bölümünde yaptı. “Konuşan Suskunluklar” başlıklı tezinde soykırımdan hayatta kalan kadınların travmalarının edebiyat alanındaki izdüşümünü inceledi. Kadın haklarına distopik bir gelecekten bakan öyküsü “Eşçip” 2015 yılında Türkiye Bilişim Dergisi Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda birinci oldu. 2018’de “Yarım Saat” adlı öyküsü KaosGL’nin düzenlediği Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda özel ödüle layık görüldü. 5Harfliler, Amargi Dergi, bianet, die tageszeitung, sisterhood-magazine gibi çeşitli mecralarda Türkçe, İngilizce ve Almanca yazıları yayımlandı. Alman die tageszeitung gazetesinin iki dilli platformu taz.gazete’de editör olarak çalıştı, Deutsche Welle bünyesinde sosyal medya ve video editörlüğü yaptı. Halen Berlin’de yaşıyor. |
YARIN: EDEBİYATIN KADINLARI ANLATIYOR: Hatice Meryem'i dinliyoruz.
(EMK)