Yani oğullarını savaşa, ölüme göndermiş annelerin soru sorması, isyan etmesi ve giderek "Bu savaş mecburi mi? Başka yolu yok mu?" diye sormaya başlaması "PKK'nın işi". Ve gazete "uyarıyor": "Bu tuzağa düşmeyin!"
Dün de yeni manşetle "milli mutabakatı" kuruyor annelerin ağzından:
"Bu tuzağa düşmeyeceğiz!"
Aynı kanlı cümleler, intikam yeminleri ve küfürler... Böylece, savaşın dili iki gün içinde, Türkiye'nin en çok satan gazetesi tarafından yeniden üretiliyor.
Rapor ayın kaçında?
Aslında habere dair sormak istediğim sorular var.
10 Eylül günü yayımlanan haberde bu bilginin iki gün önce kesinleştiği söyleniyor. Yani haber 8 Eylül'de alınıyor. Dolayısıyla bu raporun en iyi ihtimalle 7 Eylül'de hazırlanmış olması gerekiyor. Haberde PKK'nın planından söz ediliyor ve şöyle deniyor: "Vatan sağ olsun demiyorum, diyen anneler desteklenmeli."
Bütün bu hadiselerin başlangıcı olan babanın isyanı ve raporda geçen "isyan cümleleri" 5 Eylül'de gerçekleştiğine göre bu rapor 24 saatte mi hazırlandı?
Bir habercilik ekolü olan Hürriyet herhalde bu konularda hata yapmaz, deyip, esas meseleye geçmek isterim.
Soran anneler
Cuma günü bir yazı yazdım. Şehit annesi Hatice Gürbüzer'le yaptığım konuşmada anne şöyle diyordu:
"Ben nasıl gurur duyayım? Çocuğumun yaşama hakkını elinden almışlar, neden gurur duyayım?"
Yazıdan sonra onlarca şehit ve asker yakınından mektuplar geldi. Hepsinin birleştiği yer şuydu:
"Acımız, korkumuz büyük ve ne soru sormamıza ne de isyan etmemize izin var."
Yazının sonunda "Bu anneler Türkiye'de neyi titretebilir?" diye sormuştum.
Neyi titrettikleri ortaya çıktı derhal:
Savaşı ve savaşın dilini!
Soru soran anneler "vatan haini olmakla" alttan alta tehdit edilmeye başladı. PKK'nın tuzağına düşmüş olmakla itham ediliyorlar. Çocuklarını vermiş annelere "Neden?" demek bile çok görülüyor.
Başbakan'a sövmek
Hepimiz, malum "yan gelip yatma" meselesinden dolayı Başbakan'a çıkıştık. Ben de yazdım. Ama sonra baktım ki hiç yan yana durmak istemeyeceğim siyasetlerden insanlar da savaş edebiyatı üzerinden aynı şeyi yapıyor. Herkes kızıyor. Çünkü bu kolay olandı. Başbakan'a kızmak, onun üzerinden öfkeleri dile getirmek kolaydı. Şimdi işin zor kısmı geliyor. İstihbarat raporları, MİT, devlet, savaş, ordu... Kendilerine soru soramadığımız bunlar. Sorularımızın önü ise daha baştan kesiliyor: "Sakın tuzağa düşmeyin!"
Evet, tuzağa düşmeyelim bence de. Savaşın, savaşın dilinin tuzağına düşmeyelim. Çünkü barışın dilini tesis etmek, acılarımızı ortaklaştıracak yeni bir dil bulmaya çalışmak ne kadar zorsa savaşın dilini yeniden üretmek bir o kadar kolay. Acılı ve öfkeli insanları intikam tarlalarına itmek çok kolay.
Zor olan, sorumluluk hissetmek. Bu toprağın bütün çocuklarından aynı şekilde sorumlu olduğumuzu hissetmek, acılarını tepemizde hissetmek. Zor olan bu. Asıl tuzak bu. Cümle kurarken, manşetler atarken düşünmemiz gereken tek bir şey var:
Bu ülkeyi nasıl yeniden hepimizin kılabiliriz?
Biz nasıl yeniden birbirimize ait olabiliriz?
Biz bu savaşı nasıl durdurabiliriz?
Savaşın tuzağına nasıl düşmeyiz? (ET/KÖ)
* Fatih Çekirge'nin yazıları Hürriyet Gazetesi'nin birinci sayfasında 11 Eylül'de " Bu tuzağa dikkat " dün " Bu Oyuna Asla Gelmeyiz " ve bugün " Bu Sinsi Planı Deşifre Ettiniz " başlığıyla yayınlandı.