Çocuğun vücudunun her yerinde dayak ve diş izleri bulunması üzerine anne Çiğdem A. "kötü muamele ve öldürmeye teşebbüs" iddiasıyla tutuklandı; kızları ise valilik onayı ile Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) koruması altına alındı.
Sağlık durumu iyiye giden S.A. ile ilgili ulusal ölçekte yayın yapan televizyon ve gazetelerde birçok haber çıktı. Televizyon ve gazetelerde S.A.'nın görüntüleri ve fotoğrafları yer aldı.
S.A. sağlığına tamamen kavuşunca dün (Perşembe) hastaneden taburcu edildi. Sosyal Hizmetler görevlilerinin yuvaya götürmek üzere hastaneden aldığı S.A.'yı kapıda bir gazeteci ordusu ve çocuğun kendilerine verilmesini isteyen akrabaları karşıladı.
Patlayan flaşlar, akrabaların bağırışlarına karıştı ve kalabalığı yarmaya çalışan görevlinin kucağındaki 3.5 yaşındaki çocuk önce yüzünü ekşitti; sonra ağlamaya...
Bir dilemma: Soranla sorun aynı
İşte o anda bir fotomuhabir tarafından dondurulan kare, bugün Hürriyet gazetesinin sürmanşetinde. Yanında gazetenin yeni başlattığı "Aile İçi Şiddete Son!" kampanyasının logosu, S.A'nın hastaneye getirildiğindeki yüzü gözü şişmiş halini gösteren bir diğer fotoğraf ve başlık: "Sağolasın Devlet Baba"
Haber, orta sayfada devam ediyor. S.A.'nın tutuklanan annesi hakkındaki psikolog görüşü "...'nın annesi hastalıklı kişilik" başlığı ile verilmiş. Psikologun "Kadına da yardım lazım" sözü haberin en altına sıkışmış.
Hukukçu görüşü de alınmış ve mahkemenin kararının yerinde olduğu onaylatılmış. Çocuk yuvaya teslim edilirken çekilen fotoğrafın yanında muhabirin "Neden ağlıyorsun? Anneni babanı mı istiyorsun?" sorusuna küçük kızın cevap vermediği yazıyor. Anlaşılan muhabirin dramatik efekt yaratma çabası kursağında kalmış.
Gazete çocuğun açık adını ve fotoğraflarını basmaya önceki gün başlamıştı zaten. Küçük çocuğu kalacağı yuvaya kadar takip eden muhabirin çektiği fotoğrafın altında ise, "Sıla'nın psikolojik travmayı atlatması için çaba harcanacak" yazıyor.
Buraya kadar kendinizi tuttuysanız artık dizginleri koyuverip bütün içtenliğinizle sorabilirsiniz:
"Zaten ağır bir travma yaşayan, şiddete maruz kalan ve ailesinden ayrılan bir çocuk başında gazeteciler pervane olur, olup olmadık sorularla kendisini sıkıştırırken nasıl atlatacak o travmayı?"
Çocuğun yararı, etik, hukuk ya da guguk
Hürriyet'in haberinde yok ama biz söyleyelim:
Sosyal Hizmet Uzmanı Kahraman Eroğlu, korunmaya muhtaç olan ve büyük ihtimalle halen yaşadığı travmanın etkisinde olan bir çocukla röportaj yapılmasının çocuğun ruhsal ve sosyal gelişimini yanlış etkileyebileceğini söylüyor.
Çocuktan, Sosyal Hizmetler Bolu İl Müdürlüğü'nün sorumlu olduğunu söyleyen Eroğlu, "Artık bu uygulamalara dikkat etmek zorundayız. Avrupa Birliği (AB) ile uyum sürecinde Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) ve ilgili anlaşmaların gereklerini uygulamaya geçirmeliyiz" diyor.
Uzman Pedagog Belgin Temur da, "Bir şekilde hem fiziksel hem de psikolojik bir travma yaşayan bir çocuğa klasik gazeteci bakış açısıyla sorular sorulması ve bunun sıradan bir habermiş gibi değerlendirilmesi elbette çocukların kötüye kullanılması anlamına geliyor" diyor.
Bu tür söyleşilerin varolan psikolojik travmayı arttırıcı etkisi olabileceğini söyleyen Temur, "Bu noktada bu çocuklarla ancak konunun uzmanı pedagog veya psikologların muhatap edilmesi uygun olur" diyor.
Eğer Hürriyet ve diğer gazete televizyonların yazı işleri yetkilileri uzman görüşlerine fazla itibar etmiyor ve kendilerinin daha iyi bildiklerini düşünüyorlarsa, bu davranışlarının hukuki yaptırımının olduğunu da ekleyelim.
Basın Kanunu, "18 yaşından küçük olan suç mağdurlarının kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapanlar için" ağır para cezası öngörülüyor.
Olur a, basın kanunun ilgili maddesinin kısıtlayıcı, işe yaramaz, yersiz olduğunu düşünüp onu da es geçenler var ise, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nde "18 yaşından küçüklerin fotoğraf ve isimleri yayınlanmamalı. Vasisinin izni olmadan çocukla röportaj yapılmamalı" dediğini de son bir umutla hatırlatalım.
Ve her şeyin başladığı yer: Özkök'ün yazısı
Hürriyet'in genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de bugünkü yazısında haberin hikayesini anlatıyor.
Özkök, yayın kurulu toplantısında Bolu'da yaşananları değerlendirdiklerini; uzun uzun düşünüp, gazetede yer alan dahiyane sür manşette, "Sağolasın Devlet Baba" demekte, karar kıldıklarını anlatıyor. Gerekçe ise evlere şenlik:
Çocuğu annesi dövmüştü, babası ve dedesi ise bu duruma çok üzülmüştü. Devlet-ü azam tarafından kurtarılan ve iyileştirilen altın saçlı çocuk erkek devlet görevlisinin kollarında yeni hayatına gitmekteydi...
Özkök, daha sonra çocukla ilgili diğer alternatifleri de değerlendiriyor ve çocuğun yuvaya gitmesinin en iyi çözüm olmamasına rağmen, şu an için elimizde bulunan en makul çözüm olduğuna karar veriyor.
Kendi babasından pek dayak yemediğini, kızına da bir fiske bile vurmadığını açıklayan Özkök, "Hürriyet'te gördüğümüz haberin Türk toplumsal hayatında bir dönüm noktası olduğunu rahatlıkla" söylüyor ve "inşallah aile içi şiddeti tanımayan bir ilişki iklimi yaratmayı başaracağız" diyerek noktayı koyuyor.
"O dil"in fırtladığı an ve gazetecinin görevi
Olaydaki "iyiler"in hepsi erkek, anne de "dayakçı" olunca, çocuğu "kurtaran" devlet de "baba"lıkla taltif edilebilir, "Türkiye'nin en çok satan gazetesi"ne göre.
Peki ama gazetecinin ve gazetenin görevi, bir çocuğun bile yapmayacağı böylesi kaba ayrımlar yapmak mı?
Yoksa, bu tasnif üzerinden, artık yavaş yavaş da olsa ortadan kalktığına inanılan, cinsiyet ayrımcılığı ve devleti, güçlü kollarıyla vatandaşlarını kucaklayan bir baba figürüyle özdeşleştiren garabet bir demokrasi anlayışı ile malul dilin aslında yerli yerinde durduğunu apaçık gösteren o başlığı atmak mı?
Basın kanunu, gazetecilerin yılların birikimine dayanarak oluşturduğu etik ilkeler aksini söylerken şiddet mağduru bir çocuğun fotoğraflarını sayfa sayfa yayınlamak, adını açıkça yazmak ya da onunla röportaj yapmak gazetecinin görevi olabilir mi?
Biz de sabah toplandık ve Hürriyet yayın kurulunun aksine, çok da fazla düşünmeden bütün bunların gazetecilerin görevleri arasında olmadığına karar verdik.
Çocukların aile içinde gördüğü şiddet konusunda bir haber yapmak, SHÇEK'in bu konuda yeterli olup olmadığını araştırmak, çocukları koruyan gerekli hukuki düzenlemelerin yapılıp yapılmadığına bakmak gazetecilerin yapması gerekenler arasında olabilirdi.
Bu sayede gazete ve televizyonlar konuyu gündeme getirebilir, insanların doğru ve yeterli bilgilenmesini sağlayabilir, şiddete karşı kamuoyu oluşmasına katkı sunup yöneticiler üzerinde gereğinin yapılması yönünde baskı oluşmasını sağlayabilirlerdi.
Devlet kurumları ailesinden şiddet gören S.A'yı koruma altına alarak bir lütufta bulunmadı ki.
Tam tersine mahkeme tarafından koruması altına verilen çocuğun gazeteciler tarafından taciz edilmesine izin veren Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı görevlileri zaten yapmaları gereken ve iyi yapmaları gereken işlerini yapamadılar.
Medyanın görevi bu olayda gördüğü eksiklikleri vurgulamakken, Hürriyet gazetesi S.A.'nın daha fazla zarar görmesine katıldı ve katılmalarına izin verenleri kutsadı.
Şiddet gören çocuğu şiddete karşı kampanyaya kurban etmek
Özkök, arkadaşları ve 3.5 yaşındaki S.A.'yı çektikleri fotoğraflarla, sordukları sorularla ve adını tüm Türkiye'nin öğrenmesini sağlayan sayfa sayfa haberleriyle yalnız bırakmayan tüm gazeteciler, yayın kurulu odalarında oluşturdukları ve yönettikleri dünyalarından çıkmalı.
Oradan çıkıp, kafalarını biraz kaldırıp, insanlığın en azından bugün için oluşturabildiği ortak değerlerine baktıklarında ve aralarında çocuk haklarının da olduğu değerleri yönettikleri gazetelerin sayfalarına yansıttıklarında, hem istemeden de olsa zarar verdikleri insanlar bir nebze olsun rahatlayacak hem de yayın kurulu odalarının duvarları genişleyecek.
Hürriyet'in sürmanşetten verdiği haberin üzerinde yer alan küçük kampanya logosu, bu haberde yalnızca gazetecilik etiğinin, basın kanunun ve küçük bir çocuğun yararının gözardı edilmediğini düşündürüyor; gazetenin içinde başka işlerin döndüğünü hissettiriyor.
Gazetenin genelde üçüncü sayfadan ve durumun dramatikliğine göre büyütüp küçülterek verdiği haberlerden biri olan olayın, aynı habercilik tarzı korunarak sürmanşete çekilmesi önce ilginç geliyor.
Sonra üçüncü sayfadan orta sayfaya terfi ettirilmiş haberin devam metnini görüyorsunuz. Metin şöyle başlıyor: "Hürriyet'in 'Aile İçi Şiddete Son' kampanyasının tüm yurtta benimsenerek gelişmesine büyük katkısı olan minik .... olayı 'Devlet Baba'nın sıcak kollarında şimdilik son buldu".
Ve son olarak Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün Bolu'daki olaydan yola çıkarak yazdığı "aile içi şiddet" konulu yazısı. Ve ampul yanıyor:
Hürriyet gazetesi düzenlediği kampanya için 3.5 yaşındaki bir çocuğu feda ediyor. Gazete yönetimi, "aile içi şiddete son" başlıklı bir kampanya için aile içi şiddete maruz kalmış küçük bir çocuğu hukuka ve meslek etiğine aykırı olarak kullanıyor.
Medya, bi fiil şiddet uyguladıktan, şiddet mağduru bir çocuğun hayatını reklama tahvil etmeye çalıştıktan sonra şiddete karşı yürüttüğü kampanyanın ne anlamı kalıyor?
Sonuç
Ne diyelim, keşke savcılık meslek örgütleri de dahil olmak üzere herkes kendi işini gerektiği gibi yapsa.
Devlet "babalık" yerine sosyal hizmetlere bütçe ayırsa, hukuki düzenlemeleri yapsa, çocuk haklarına önem verse; SHÇEK çocuğu koruma görevini uzmanlığın gerektirdiği gibi yerine getirse ve medya da, kampanyalar düzenlemek yerine kamuoyu yaratma, baskı oluşturma ve haklar alanına yer veren etiğe uygun haberler yazmaya yoğunlaşsa...(EÜ/BB)