Türkiye 13 Şubat günü Kilis'te konuşlu obüslerle, Suriye'nin Azez ilçesi yakınlarında Minnig Havaalanı çevresindeki bölgelere top atışı yapmaya başladı. Rusya destekli Suriye ordusunun, Halep kentinin kuzey bölümlerini ele geçirmesinin ardından; YPG güçlerinin Afrin'den doğuya ilerleyerek Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) denetimindeki Minnig Havaalanının bulunduğu bölgeyi ele geçirmişti. Türkiye bu gelişme sonrasında YPG'nin bulunduğu topraklara yönelik top atışına başladı ve ardından birbiri ardına sert açıklamalar yapıldı.
Uluslararası alanda olduğu gibi Türkiye gündeminde de Türkiye kara harekatına başlayacak mı? Suudi Arabistan'ın Türkiye'ye destek vermesi savaş bölgesel anlamda genişletir mi? gibi sorular sorulmaya başlandı.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Yrd. Doç. Dr. Hakan Güneş, Türkiye'nin kara harekatına girmesinin çok düşük olasılık olduğunu söylüyor. Güneş'e göre son bir hafta içinde Suriye'de tansiyonun artış nedeni 29 Şubat'ta Cenevre'de oturulacak masadan ateşkeş çıkma olasılığının giderek yükselmesi. Sahadaki silahlı güçler ateşkes olduğunda olabildiğinde geniş alanı kontrol etme yarışı içinde.
Güneş sorularımızı yanıtladı:
Türkiye'nin kara harekâtı ve sıcak savaş çıkma olasılığı var mı?
Türkiye'nin dâhil olduğu bir kara savaşı ve bunun sıçrayarak bölgesel bir savaşa büyüme olasılığı çok düşük. Neden? Diğer aktörlerin açıklamasına bakalım. Esad, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın tehdit açıklamaları için "Bu açıklamaları yıllardır yapıyorlar, yapacak olsalardı şimdiye kadar yaparlardı. Bu açıklamalar 29 Şubat'ta Cenevre'de yapılacak oturumda bir tehdit olarak kullanıyorlar". Bence bu önemli. Suudi Arabistan ve Türkiye'nin gerilimi tırmandıran müdahale sinyallerini bir tehdit olarak görüyorum...
Tehdit derken blöf mü demek istiyor?
Şunu kastettim Cenevre görüşmelerinde bir takım şartlar öne sürülüyor. Mesela Suudi Arabistan ve Türkiye bir an önce Rusya'nın hava harekatına son verilmesini istiyor. Rusya bir plan açıklamıştı zaten ve o plana uygun ilerliyor gibi görünüyor.
Bu hamleleri nasıl okumak lazım. Dört yılını tamamlayan bir silahlı çatışma var Suriye'de. Türkiye ve Suudi Arabistan yani Sünni blok bir uçuşa yasak bölge derken, kara harekâtı kastediyordu esas olarak. Dört yıl boyunca kabul görmedi.
Bir tek Fransa başkanı Hollande dillendiriyordu ama vazgeçti sonradan; en son Merkel düşük doza da olsa uzun zamandır dile getiren batılı lider oldu. ABD kara harekatına yönelik bir sinyal yok. Tabii bu bir prensip meselesi değil, 6 ay sonra ya da üç ay sonra gelişmeler farklı olur değişebilir bu tavır. Ama burada temel olarak bakılacak şey Cenevre'de ne olacağıdır. Masa tamamen devrilirse, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın Batı tarafından desteklendiği bir kara operasyonu gündeme gelebilir. Buna şaşırmamak lazım.
Bu durumda Türkiye'nin Kürtleri istemiyoruz tavrı aslında Cenevre'deki masanın devrilmesine yönelik bir politika olarak okunabilir mi?
Sadece Türkiye değil, Cenevre'de tarafların tamamı açısından memnuniyetsiz durum devam ediyor. Rusya ve Esat açısından durum biraz iyi görünüyor. Masada bir birinin karşısına oturtulan taraflar birbirlerinden hayli memnuniyetsizler. Taleplerinin şu aşamada hemen uzlaşabileceği durumda değiller. Cenevre 3 de zaten bu nedenle sert bir müzakereyle başladı. Ama bunu bekliyorduk
Bu kadar memnuniyetsiz taraflardan bahsediyorsak; bu, savaş ihtimali hala var, demek olmuyor mu?
Savaş ihtimallerine ilişkin, şunu söylemek lazım; Batı, Türkiye ve Suudi Arabistan'a 5 yıldır vermediği doğrudan savaş müdahale vizesini, vermemeye devam ediyor, bunun altını kalın kalın çiziyor. Bunu nereden anlıyoruz, Merkel bile uçuşa yasak bölge derken, hemen akabinde Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, "Türkiye Kürtlere yönelik saldırılardan imtina etmelidir" dedi.
Dolayısıyla Batı, Türkiye'den ve müttefiklerinden belirli bir aşamada IŞİD ile doğrudan mücadele etme karşılığında bölgeye yönelik askeri operasyonun parçası olmasını istiyor. Şu an bu iki ülke halen resmi olarak uluslararası koalisyonun parçası; ancak daha spesifik olarak, daha operasyonel olarak ve belki ileride kara gücünü de devreye sokabilecek bir Türkiye ve Suudi Arabistan'a kapılar tümüyle kapatılmadı. Ancak kara operasyonu için ABD evet demiş değil, Bir gün evet derse de belirli bir bölge için geçerli olacağını anlıyoruz. Ama bu bölge Halep olamayacak büyük ihtimalle; Musul - Rakka hattı olması muhtemel olacağını anlıyoruz açıklamalardan. Yani Kürt kantonlarına ve Şam'a ve Lazkiye'ye müdahale ABD'nin öngördüğü çerçeve içerisinde yer almıyor.
Bu noktada bir pazarlık sürüyor. Türkiye de Halep'i kaybetmeksizin bir müdahale gücü oluşturmaya çalışıyor ama bunu tek başına bugüne kadar yapmayı denemedi. Koalisyonunun geniş tutmaya çalışıyor. Esas olarak ABD ve NATO ülkelerinden destek almaya çalışıyor ama bu desteği almaya yaklaşmış bile değil halen.
Buradan hareketle Türkiye'nin bölgeye bir doğrudan askeri müdahale yapmasını güçlü bir olasılık olarak görmüyorum.
Yine de çok köşeli konuşmak kolay değil, bunun nedeni de Suudi Arabistan ve Türkiye yönetimlerinin ABD'yi ya da uluslararası dengeyi zaman zaman dinlemeyen adımlar atmaya yatkın olmaları. Ama bunun sınırları var.
"Uluslararası denge önemlidir"
Bu sınırlar nasıl belirleniyor?
Uluslararası güçleri taraflar olarak resmetmek işin bir kısmıdır. Yani Rusya ve müttefikleri, ABD ve müttefikleri; Suudi Arabistan, Türkiye ve müttefikleri gibi taraflar tanzim etmek uluslararası politikayı anlamanın birinci kuralı. Ancak bununla aynı derecede önemli ikinci kuralı unutmamak gerek: Uluslararası ilişkiler tarihinde pek çok gelişme denge müdahalelerini içerir. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanyası, Fransa ve Polonya'ya müdahalesine kadar uluslararası alanda desteklendi. Sonra döndüler karşı tarafa ve Sovyetler Birliği ile işbirliği yaptılar. Bir örnek daha vereyim: Yüzyıl Savaşları'nda Katolik Fransa'nın Protestan ittifakla savaşa girdi.. Osmanlı tarihinden de örnek verebiliriz: Kırım Savaşı mesela. Rusya çok ilerlediği zaman Batı ittifakı Osmanlı yanında tavır almıştı. Örnekler çok. Dolayısıyla aslında uluslararası politikayı sadece taraflar olarak okumak yeterli değil, denge denilen unsur çokça önemli. Şu an Batı bu denge unsurunu şurada arıyor: Kürtlere dokunmayın, Esat'ın belirli bir yaşam sahası olacak, IŞİD yok edilecek ve dördüncüsü Batı müttefiklerinin Suriye'de bir etki alanı olacak.
Bu dört faktörü gerçekleştirmeye çalışan bir Batı var. Obama da Merkel de problemi temelde böyle okuyor.
Suriye'de denge zaman zaman Rusya, Esat ve Kürtler lehine kaçtığında orada bir denge müdahalesi yapmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki aylarda gelişmeler böyle devam edecek. Batı'nın Ortadoğu'daki müttefiklerinin yani Türkiye ve Suudi Arabistan'ın çıkarlarını da gözeterek dengeyi korumaya çalışacak. Ama yukarıda saydığım şartların sağlanması şartıyla.
Türkiye'nin saldırılar ılımlı muhaliflere yapılıyor gibi bir tezi var. Türkiye'nin tanımladığı "ılımlı muhalifler" bir diğer aktör değil mi?
Dördüncü madde olarak saydığım alana giriyor diyebiliriz. Ilımlı muhalifler denilenler kim, ona bakmak lazım. El Kaide ve IŞİD dışındaki muhalefeti kastediyoruz. Bunlar ya Türkiye'ye ya da Suudi Arabistan’a yakın ya da ikisine birlikte uyumlu yerel güçleri içeriyor.
Suriye'de 2011'de halk ayaklanmasını başlatan unsurların arasında olan Sünni gruplar bunlar değil mi?
Ayaklanmanın prensiplerinden hayli uzaklaşmış görünüyorlar. Ayaklanmanın başlangıcında inisiyatif alan, etkili aktörler sahadaki silahlı güçler değil. Başlangıçtaki güçler hala muhalefetteler ve Cenevre 3 masasında da onlar bir taraf ve onlara Türkiye ve Suudi Arabistan "Rusyacı" diyor. Oysa Esat'a diktatör diyen, katiyetle Batı yanlısı, liberal bir muhalefet var orada, beğenelim beğenmeyelim. Ama kesinlikle anti şeriatçılar, seküler bir muhalefet bunlar. Sahada silahlı gücü olan aktörler değiller. Çünkü 2011'den buyana sahada hızlı bir değişim oldu. Küçük küçük onlarca grup var Suriye'de, Cenevre'ye bunların iradesi tam olarak yansımıyor. Bu zamanla yansıyacak. Cenevre'nin önceliği ateşkesi sağlamak. IŞİD'e karşı mücadele. Bu ortam oluştuğu andan itibaren gerçek muhalefetin sesini duyabileceğiz.
"Silah tutmayanların sesi, silahlar sustuğunda duyulur"
Peki, Cenevre 3'te neler olur?
Cenevre 3'ten umutluyum çünkü pek az konuda ABD ve Rusya iyi kötü bir ortaklık yakalayabildiler. Ayrıca tüm aktörler ABD, Rusya, Çin, İran, AB ve hatta Türkiye ve Suudi Arabistan dışında bölge ülkeleri artık Suriye'de bir denge noktasına gelinmesi konusunda ortak bir yaklaşım içinde. Ve bunu yaklaşık 6 aydır farklı düzeylerde ifade ediyorlar.
Özellikle Kerry - Lavrov görüşmelerinden uyumlu mesajlarla çıkılıyor. Kürt güçleri, Suriye Demokratik güçleri, Esat bu masallara uyumlu davranıyor, seküler muhalefet Cenevre 3'ü önemsiyor. Geriye sahada silahlı olan güçler kalıyor. Artık mesele şu ateşkes ilan edildiği anda bu güçlerin Suriye'de ne kadar toprağı elinde bulunduracağı önemli. Son bir haftada yükselen tansiyonun nedeni bu. Suudi Arabistan uçaklarının İncilik Üssü'ne gelecek olması, Türkiye'nin YPG'ye yönelik obüs atışları, ve sert açıklamalar bununla ilgili. Türkiye çok stratejik bir hat olan Halep'i nüfuz bölgesi olmaktan çıksın istemiyor.
Türkiye muhaliflerin mülteci olarak geçebileceği koridorun kapandığına dair bir tezi var. Halep ısrarı böyle açıklanıyor. Bu doğru mu?
Muhalefetin Türkiye ile kara sınırı bir tek Azez'den yani Kilis tarafından değil, Hatay Samandağ ve Yayladağ tarafından bir kanal açık. Bu hat muhtemelen ateşkes sonrasında da kalacak ama yukarısı kapanacak gibi görünüyor.
IŞİD konusunda çok haber de çıkmıyor? O cephede neler oluyor?
Rusya harekat sürecini etaplandırmış durumda. 6 ay deniliyordu, 4 ay geride kaldı ve takvimlerine uygun ilerliyorlar. Bu plan Rakka'yı ele geçirmeyi kapsamıyor. Ateşkes sonrası yeni geçiş güçleri yani masada oturanların tümü, "Peki, El Nusra ve IŞİD'e karşı nasıl savaşılacak" meselesini konuşacaklar. Ateşkesin anlamı bu; masadaki taraflar Suriye'de konumunu koruyacak ve El Nusra ve IŞİD'e karşı savaş sürecek. Ateşkes IŞİD ile olmayacak. (HK)
* Fotoğraf: Yusuf Homs - Şam/AA