Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Demokratikleşme Programı Konferansı'nın ikinci gününde (25 Haziran 2011) ilk seansta "Geçiş Döneminde Vatandaşlık I: Türkiyeli Ermenileri Duymak" başlıklı panel yapıldı.
Marmara Üniversitesi'nden Günay Göksu Özdoğan, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Ohannes Kılıçdağı'nın konuşmacı, Agos Gazetesi'nden Rober Koptaş'ın ise tartışmacı olarak katıldığı panelin moderatörlüğünü Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nden Ufuk Uras yaptı.
Ufuk Uras paneli açarken, aslında seçilen başlıktaki "geçiş süreci" tanımına alerjisi olduğunu belirtti: "Çünkü 60'lı yıllardan beri geçiş sürecinde olduğumuz söyleniyor, bir türlü geçemiyoruz. Muhtemelen 50'li yıllarda da bundan bahsediliyordu. Geçiş dönemi derken, bir dönemin bitip diğerinin başlama sürecini ifade ederiz. Ama bir türlü eski dönem bitmiyor, yenisi de başlamıyor. Biz buna kriz diyoruz aslında".
Meclis Posta Bürosu'nun sansürü
Yurttaş devlet ilişkisinde özellikle Ermeni yurttaşlar açısından asimetrik durum değişebilir mi meselesinin siyaseten ele alınması gerektiğini söyleyen Uras, 23. Dönem milletvekilliği sırasında Meclis'ten 548 yasanın geçtiğini belirtti. Bu açıdan meclisin Avrupa'daki meclislerden daha çok çalıştığını, ama bunun nedeninin, o ülkelerde temel yasalar zaten gerçekleştirmiş olmaları olduğunu ve Türkiye'nin daha çok yol alması gerektiğini ifade etti.
Uras milletvekilliği sırasında yakından tanık olduğu devletin ayrımcılık konusunda kurumsallaşmış halini şöyle anlattı: "Dış işleri komisyonunda dört yıl boyunca yer aldım. Orada bütün politik havaya göre değiştiğini gördüm. Mesela Kanada'yla çifte vergilendirme konusunda bir karar mı alınacak komisyonda; başka MHP ve CHP'li vekiller hemen şerh koyuyor 'efendim Kanada Parlamentosu Ermeni Soykırım ile ilgili karar almıştı' olmaz diyorlar, AKP buna tamam diyor. Kanada ile anlaşma kalıyor. Ama iki ay sonra karar sessiz sedasız geçebiliyor. Böyle bir gelgit içerisinde görev yaptık."
Uras bir başka örnek daha verdi: "Ermeni arkadaşlarımız bizim yayınlarımız Meclis'e ulaşmıyor diyerek konuya eğilmemi istediler. Soru önergesi verdim. Ortaya çıktı ki Meclis'te bir posta bürosu var. Milletvekillerine gönderilen kitaplar orada filtreden geçiyor; bazı kitaplar oraya takılıyor. Peki hani kritere göre karar veriliyor? Milletvekillerine bilgi akışı neye göre düzenleniyor sorusu 23. dönemde yanıt bulamadı. Umarım 24. Dönemde bulunur."
Daha sonra Uras, sözü TESEV bünyesinde Türkiyeli Ermenilerini Duymak başlıklı bir çalışma yapan Günay Göksu Özdoğan ve Ohannes Kılıçdağı'na bıraktı.
Özdoğan çalışmanın genel çerçevesi hakkında bilgi verdi. 2010 Ekim'de başlayıp dört ay süren çalışmada Türkiyeli Ermenileri dinlediklerini, onların ayrımcılığı nasıl yaşadıklarını ve bugünün Türkiyesini nasıl gördüklerini ve günlük hayatlarında yaşadıklarını araştırdıklarını anlattı. Özdoğan özellikle Lozan sonrası oluşturulan azınlıklara eşitsiz yaklaşımın Diyanet İşleri Başkanlığı, azınlıkların kendi din adamlarının yetiştirememesi, okullarının işlevsizleştirilmesi gibi kurumsal yansımalarını deşifre etti.
Millet-i hakimiye, millet-i mahkumiye ayrımı
Ohannes Kılıçdağı ise çalışmanın çok kapsamlı olduğu ve kısa bir sürede tüm başlıkları özetlemenin mümkün olmadığını belirterek başladığı konuşmasında öncelikle devlet eliyle uygulanan ayrımcılığı ele aldı. Kılıçdağı ayrımcılığın arka planında, zemininde "Türkiye'de yaşayan insanları Türkler ve ötekiler olarak sınıflandırmanın" olduğunu belirtti.
"Osmanlı'dan aldığımız terminolojiyle söylersek: Millet-i hakimiye ve millet-i mahkumiye. Buradaki algıda Türk olmayanlar Türklere ancak tabi olabilirler anlayışı var. Ötekileri misafir, gelip geçici olarak tanımlamak ve kabaca toparlamak gerekirse sonuçta misafir de umduğunu değil ve bulduğunu yemeli sonucuna ulaşılır".
Kılıçdağı, çalışmaya katılanların kafalarına takılan en önemli sorunun olarak Türkiye'de sıklıkla "Bu ülkenin yüzde 99'u Müslüman'dır söyleminin kullanılması"nı gösterdiklerini aktardı.
Agos Gazatesi Yayın Yönetmeni Rober Koptaş ise bu çalışmanın çok önemli olduğunu söyledi.
"Biz yıllardır yurtdışından ve yurtiçinden sorunlarınız nelerdir, neler yaşadınız, gelişme, olumlu adımlar var mı gibi sorularla muhatap oluyoruz. Ve hep yanıt verirken sıfırdan başlamak zorunda kalıyorduk. Çünkü karşımızdaki insanlar çoğunlukla bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyorlar ve öğrenmek istiyorlar. Artık bu konuyu enine boyuna araştırmış, tanıklıkları, yaşanmışlıkları aktaran bir metne sahibiz. Bu sorular karşısında 'Al, işte bunu oku' diyebileceğiz. Gerçekten raporda değinilmemiş konu kalmadığını görüyorum. Emeği geçenlere çok teşekkür ediyorum".
Koptaş çalışmanın bir başka güzelliğinin Ermenilerin konuşması olduğunu belirtti. "Çünkü Ermeniler, Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığı baskılar nedeniyle konuşma, kendini ifade yeteneği kaybettirilmiş bir topluluk. Hep kapalı kapılar ardında, kısır tartışmalar, sığ konularla konuşulmuş. Rapor şu gösterdi, eğer uygun ve güvenli bir ortam verilirse Ermeniler, tartışabiliyor, fikir üretebiliyor ve çözümün parçası olabiliyorlar."
Çözüm Lozan'da değil, yeni Anayasa'da
Cumhuriyet tarihinin devletin azınlıklar politikası nedeniyle bir yok etme, baskı kurma, bir mülksüzleştirme tarihi olduğunu söyleyen Koptaş, bu nedenle Ermenilerin 60 bin kadar kaldığını, gayrimüslim sayısının yüzbin civarında olduğunu ifade etti: "Bugün burada Ermeni sorununu konuşuyor olmamız aslında bir mucize. Bu konuşma, bu rapor bu nedenle çok simgesel. 60 bin kalmış bir cemaatin gelecek adına bir şey söyleyemiyor olması beklenirdi. Ama öyle değil. Gelecek adına umut verici. Yalpalayarak bir ilerlese de bu ülkede bir demokratikleşme mücadelesi var. Ben bir Ermeni olarak yalpalasa da bir mücadelenin olmasının önemli olduğunu düşünüyorum."
Azınlıklar konusu konuşulurken her zaman Lozan'a atıfta bulunulduğunu söyleyen Koptaş, uluslararası bir anlaşma olarak Anayasa'nın üzerinde bir hukuki değerinin olduğunu ama yıllar içinde oradaki hakların da delik deşik edildiğini belirten Koptaş, "Yeni Anayasa'yı tartışacağımız önümüzdeki dönemde Lozan'ın yerini, gayrimüslimlerin durumunun ne olması gerektiğini yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü Lozan işlevini büyük oranda yitirmiş bir anlaşma gibi geliyor bana.
Azınlık hakları, bölgesel haklar çok değişti ve önümüzde yeni bir toplumsal sözleşme yapma şansı var; başka hiçbir devletle tartışma durumunda kalmadan, içimizde biz bize azınlık haklarını gözeten yeni bir Anayasa yapabiliriz. Lozan atıfı beni şu açıdan da rahatsız ediyor. Bu anlaşma yabancı devletlerle yapılmış, zaten yabancı görülen Ermenilerin sorunu tartışılırken, dış güçlerle yapılan bir anlaşma ortaya atılınca biraz daha dışarlık hale getiriliyoruz sanki. Yabancı algısını besliyor. Ben şahsen bu sorunun bu topraklarda kafamızı gözümüzü yara yara da olsa çözümünü bulabileceğimize inanıyorum. Bu samimiyet bu topraklarda mevcut."
Devletin gayrimüslimlere ayrımcı yaklaşımından vazgeçmesinin, bakışın pozitif olması gerektiğini söyleyen Koptaş "Hatta sayıları bu kadar azalmış cemaatlere pozitif ayrımcılık uygulanmalı. Artık nötr duruş, ayrımcılığın kalkması aritmetik olarak işlevsizleşti. Gittikçe yok olan bir topluluk var, tüm azınlıkların dinlerini, dillerini ve kültürlerini yaşamalı ve bu konuda desteklenmeli. Aksi takdirde hayat kalmayacak, 20 sene sonra Ermeni cemaati 30 bin kişiye gerileyecek, 50 sene sonra ise belki hiç kalmayacak."
Koptaş çözümün yıllar içinde toplumda oluşturulan ayrımcı anlayışın değişmesinin bugünden yarına değişmesinin zor olduğunu ama biran önce adım atılması gerektiğini savundu: "Anayasa tabii önemli ama eğitim sisteminin de değişmesi gerekiyor. Çocukları eğitirken Ermenileri hain, yabancı, öteki, düşman olduğu yerleştiriliyor. Bunu daha sonra değiştirmek o kadar zor ki. Ders kitaplarının değişmesi, ifadelerinin değişmesi, ayrımcı dilden kurtarılması gerekiyor. Çok dinli, dilli, kültürlü ders kitaplarının eğitime eklemlenmesi gerekiyor. Ali'nin topu Agopa'a da atması büyük bir dönüşüme adım atılmasını sağlayabilir."