Haberin Kürtçesi için tıklayın
Avrupa’ya okul okumak amacıyla giden Kürt öğrenciler 1940’lı yılların sonuna doğru hem siyasi ve kültürel çalışmalar yürütmeye başlamış hem de bu çalışmaları duyurmak amacıyla çeşitli dergiler yayınlamışlardı. Nureddin Zaza, Abdulrahman Qasimlo, Hemreş Reşo, Kamuran Bedirxan, İsmet Şerif Vanlı’nın öncülük ettiği bu çalışmalar sonucunda yayınlanan dergilere 1960’larda Türkiye’den giden işçi ve siyasi mültecilerin yayınlamış olduğu dergiler eklendi.
TIKLAYIN - Kürt Yayıncılığında Dergicilik
Sciences Po Lille’de doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmalarını yürüten Dr. Adnan Çelîk, 1949 ile 1971 arasında yayınlanan dergiler ile ilgili araştırma yapıyor. Çelik bu konu ile ilgili olarak bianetin sorularını yanıtlayarak, bu yayınların temel ve karakteristik özelliklerini, yayıncıların kimler olduğunu ve Türkiye, Suriye, Irak ile İran’da yaşayan Kürtlerle nasıl bir etkileşim içinde olduklarını anlattı.
Soğuk Savaş Döneminde Avrupa’da yayınlanan dergilerin karakteristik özellikleri neydi?
Esas olarak erken Soğuk Savaşı olarak tariflenebilecek olan bir dönemden bahsettiğimi söylemem gerekiyor. Yani esas olarak İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden 1970’li yılların başına kadarki dönem. Daha da net söylemek gerekirse Avrupa’daki Kürt dergiciliği için 1947’de Paris’teki Yaşayan Doğu Dilleri Ulusal Okulu’ndaki Kürt kürsüsünün başına geçen Kamuran Bedirhan’ın 1948’de çıkardığı Kürt Çalışmaları Merkezi Bülteni (Bulletin du centre d’études kurde) ile başlayan ve 1971’de HEVRA’nın çıkardığı Ronahî dergisinin çıkışına kadar devam eden bir periyod üzerine çalışıyorum. Bu dönemde Doğu ve Batı Avrupa’da irili ufaklı birçok dergi yayınlandı. Dergilerin genel karakteristik özelliklerine baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:
Öncelikle çok dilli bir dergicilik tecrübesi ile karşılaşmaktayız. Arap ve Latin alfabelerinin kullanıldığı Kürtçe içeriklerin yanı sıra İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Türkçe gibi dillerin de sıklıkla kullanıldığını görüyoruz. Bunda özellikle dergileri çıkaranların yaşadıkları ülke, hâkim oldukları diller ve hedefledikleri kitle gibi faktörler belirleyici bir rol oynuyor.
Genelde kısa ömürlü bir dergicilik tecrübesi var. Kurdistan 19 sayı, Kürt Çalışmaları Merkezi Bülteni 13 sayı, Çiya ise 8 sayı ile en uzun ömürlü olanlardı. Diğerlerinin bazıları 3-5, bazıları ise sadece bir sayı çıkabildiler. Dergilerin baskı kalitesi iyi değildi, çoğu stensil (teksir kâğıdına basılı) olarak çıkıyordu. En temel zorluk Latin alfabesi ile yazılan Kürtçe yayınlarda ortaya çıkıyordu. Î, û, ê gibi harfleri barındıran kalıplar yoktu, bazı durumlarda bu harflerin üzerindeki şapkalar baskıdan sonra elle çiziliyordu. Öğrencilerin maddi imkânları son derece kısıtlı olduğu için dergileri basmak ve yaymak çok zordu. Çoğu öğrencinin dil becerisi iyi değildi. Hem kendi anadillerinde yazma hem de yaşadıkları ülkenin dilini kullanma anlamında.
Dergiler Soğuk Savaş kontekstinde çıkıyorlardı ve dönemin hâkim ideolojik gerilimlerinin de izini taşıyorlardı. Genel olarak dergilerde İkinci ve Üçüncü Dünya’ya yönelik bir sempati vardı. Sovyet komünizmi özellikle öğrenci hareketi içerisinde çok popülerdi. Örneğin 1949’da Lozan’da küçük bir Kürt öğrenci grubunun çıkardığı Dengê Kurdistan ve 1956’da kurulan Avrupa Kürt Talebeleri Cemiyeti’nin (KSSE) yayın organı olan Kurdistan dergilerinde Sovyetlere yönelik sempati çok belirgindi.
Paris’te Kamuran Bedirhan’ın çıkardığı Bulletin du centre d’études kurde ve Mihûlgeha Kurdî: l’Epreuve kurde dergileri dışındakilerin tamamı Avrupa’daki Kürt öğrenciler tarafından çıkarılmaktaydı. Zira 1950’ler ve 60’larda Avrupa’daki yayıncılık faaliyetleri Kürt öğrenciler tarafından gerçekleştirilmekteydi. Fakat 1960’ların ikinci yarısından itibaren özellikle Türkiye’den Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde çalışmaya gelen ciddi bir Kürt emekçi kesimi vardı. Nitekim ilk defa 1971’de Avrupa Devrimci Türkiye Kürtleri Örgütü (HEVRA)’nun çıkardığı Ronahî dergisinde öğrenciler kategorisine yurtdışına çalışmaya gelen bu işçilerin de dahil olduğunu görüyoruz ve 1970’lerin başından itibaren günden güne işçi örgütlenmelerinin daha yaygın ve kitlesel bir karakter kazanmaya başladığını biliyoruz.
Sadece Kürtçenin kurmancî lehçesinde ve Hawar (latin) alfabesiyle çıkan iki dergi vardı. Bunlardan ilki 1963-1965 yılları arasında Avrupa Kürt Talebeleri Cemiyeti bünyesinden üç sayı çıkan Hêviya Welêt idi. Derginin editörü Hemreş Reşo, yayın kurulu üyeleri ise Serdar Araratî ve Mihemed Salih Cuma idi. İkincisi ise Hemreş Reşo tarafından 1965-1970 yılları arasında toplam 8 sayı çıkan Çiya dergisiydi.
Kimlerdi bu dergilerin yayınlanmasına öncülük yapanlar? Dergilerle nasıl bir etki yaratmayı hedefliyorlardı?
Yukarıda da belirttiğim gibi Kamuran Bedirhan dışında, dergilerin yayınlanmasına öncülük edenler Kürt öğrenci örgütleri ve onlar bünyesinde mücadele yürüten Kürt öğrencilerdi. Öğrenci hareketi ve kendi kültürel ve siyasal hedefleri kapsamında çıkardıkları dergilerin ilki 1949 yılında Avrupa’ya okumaya gelmiş olan ve sonraki on yıllar boyunca hem Avrupa hem de Kürdistan’daki Kürt mücadelesine ciddi katkılar sunacak olan Nureddin Zaza, Ismet Şerif Vanly, Abdulrahman Qasimlo gibi kişilerin de içinde yer aldığı ve kendini Demokratik Kürt Gençliği olarak adlandıran bir öğrenci grubunun çıkardığı üç dilli (Fransızca, Kürtçe ve İngilizce) Dengê Kurdistan – La voix du Kurdistan – The voice of Kurdistan isimli dergiydi. Dergi Kürt halkının kurtuluş mücadelesini duyurma ve Kürt öğrencileri bir araya getirmeyi hedefliyordu.
Avrupa Kürt Talebeleri Cemiyeti’nin 1958’de ilk sayısını yayınladığı Kurdistan dergisi bir yandan cemiyetin Demir Perde’nin her iki yakasındaki ülkelerde faaliyet yürüten birçok şubesinin çalışmalarını duyurmak hem de başta 1961’de Başûr’da başlayan Eylül Devrimi olmak üzere Kürtlerin dört parçadaki siyasal mücadelelerini dünyaya duyurmayı hedefliyordu. Kurdistan dergisinde ayrıca Kürdoloji sahasındaki yetkin isimlerin çalışmalarına da yer veriliyordu. Cemiyetin farklı şubeleri de hiçbiri uzun ömürlü olmayan birçok dergi çıkarma teşebbüsünde bulundu. Örneğin Yugoslavya Şubesi Karwan, Hollanda şubesi Payman, Berlin şubesi Pirşing, Britanya şubesi Dengê Komelê gibi dergiler çıkarıyordu. Bu dergilerin içeriği genelde o şubedeki öğrencilerin profiline göre şekilleniyordu. Bazıları Sovyet ve Irak Komünist Partisi eksenli, bazıları KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) içinde İbrahim Ahmed ve Celal Talebani liderliğinde ayrışan ve 1975’te YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) olarak ayrı bir partiye dönüşecek olan kanadı, bazıları ise Mustafa Barzani liderliğindeki KDP çizgisi ağırlıklı içerikler yayınlıyordu.
Yine 1960’ların sonunda Avrupa’da kurulan ve Bakur menşei öğrenci, işçi veya siyasi sığınmacılar öncülüğünde kurulan örgütler bünyesinde çıkan yayınları da unutmamak lazım. Avrupa Devrimci Türkiye Kürtleri Örgütü (HEVRA) Ronahî dergisi ve Kürdistan Devrimci Militanları Organizasyonu’nun (BAHOZ) çıkardığı BAHOZ dergi-kitap örnek verilebilir. Her iki örgüt de 1960’ların sonunda Avrupa’da kuruldu ve mensuplarının tamamı Bakur’luydu. İkisi de iki dili (Kürtçe-Türkçe) yapmaktaydı.
Kanımca bu iki örgütü ve çıkardıkları dergileri önemli kılan üç temel husus vardı: (1) 1960’ların sonuna kadar Avrupa’da okumaya gelen Kürt öğrenciler içinde Bakur’lu öğrencilerin sayısı son derece azdı. Kürt öğrenci hareketinin ana gövdesini Başûr’dan gelenler oluşturmaktaydı. Fakat 1960’larda Avrupa’ya Türkiye’den gelen işçiler ve siyasi nedenlerle iltica edenlerle birlikte Bakurluların oranı arttı ve bu iki örgüt ile birlikte bir nevi diğer parçalardan “özerkleşen” bir durum ortaya çıktı.Bunda bir yandan Türkiye’deki Kürt ve sosyalist hareketin yükselişi bir yandan da özellikle Avrupa Kürt talebeleri Cemiyeti içinde Sovyet yanlısı, Barzani yanlısı ve Ahmed-Talebani yanlısı şeklinde beliren ve günden güne derinleşen ayrışma etkiliydi. (2) Bu iki örgüt öğrenci merkezliliğin çözüldüğü, isçi ve siyasi sığınmacıların daha etkin hale geldiği bir duruma da işaret etmekteydi. Bu yeni durum Kürt diasporasının tarihsel dönüşümünde de bir milat olarak düşünülebilir. (3) Bu iki örgüt Kürtlerin 20. Yüzyıldaki farklı siyasal ve kültürel mücadele deneyimlerini tanıma ve onlardan faydalanma anlamında da bir aracı rolü oynadılar. HEVRA’nin kurucularından Serdar Araratî (Nizamettin Kaya) 1950’ler ortasından beri Avrupa’daydı ve Avrupa Kürt Talebeleri Cemiyeti içinde de son derece aktif bir şekilde yer almıştı.
BAHOZ’un kurucularından Hemreş Reşo (Hamdi Turanlı) da 1960’larin ilk yarısında Avrupa’ya gelmiş hem öğrenci hareketi hem de KDP’nin Avrupa ayağındaki çalışmalarda aktif yer almıştı. Her ikisi de Avrupa’da sadece Kurmancî ve Latin harfleriyle çıkan ilk dergi olan Hêviya Welêt’in (1963-1965) ana kadrolarıydı. Yine bu geleneğin devamı olan ve daha uzun sürede çıkan Çiya (1965-1970) da Hemreş Reşo tarafından çıkarılıyordu. HEVRA ve BAHOZ’un kurulması ile sonuçlanan süreç Bakur Kürtlerinin Sovyet Kürdolojisi, Hawar Ekolü’nün mirası, Eylül Devrimi’nin siyasal ufku ve tecrübesi ve aynı zamanda Üçüncü Dünya’nın yükselen anti-sömürgeci, anti-emperyalist ve ulusal kurtuluşçu hareketlerini de yakından izlediği bir deneyim repertuvarına dayanmaktaydı.
Avrupa’da yayınlanan bu dergilerin Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da yaşayan Kürtlerle nasıl bir etkileşim halindeydi? Kürt toplumunu ne düzeyde etkilediler?
Öncelikle şunu belirtmekle başlayalım: Avrupa’daki yayıncılık faaliyetleri ve daha özelde Kürt dergiciliği, başta Türkiye olmak üzere İran, Irak ve Suriye’de ciddi bir tehlike olarak görülüyor ve bu yayınların ülkeye girişi çok sıkı bir şekilde engellenmeye çalışılıyordu. Arapça ve Farsça bilmediğim için maalesef Irak, Suriye ve İran’daki arşivlerden bu engellemelerin izini sürmem mümkün olmadı ama Türkiye bağlamındaki tecrübeyi biliyorum. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki araştırmalarım sonucunda 1948-1971 yılları arasında Avrupa’da çıkan onlarca farklı yayının ülkeye girişi ve dağıtılmasının yasaklanması ile ilgili kararnamelerin olduğunu gördüm. Sadece dergicilik bağlamında söylersem örneğin Kamuran Bedirhan’ın çıkardığı Bulletin du centre d’études kurde 1950’de, Avrupa Kürt Talebeleri Cemiyeti’nin çıkardığı Kurdistan 1960’ta, BAHOZ ise 1970’te Bakanlar Kurulu kararnamesi ile yasaklandı. Hatta Türkiye, başta Avrupa ve Irak olmak üzere yurtdışında sayısı hızla artan Kürtçe yayınlara yönelik en radikal önlemi Bakanlar Kurulunca 25 Ocak 1967 tarihinde onaylanan kararname ile aldı. Bu kararname ile “Kürtçe olarak yurtdışında yayımlanan bilumum matbu, plak, ses bandı ve benzerlerinin yurda sokulmasının ve dağıtılmasının yasak edilmesine” karar verilmiş ve bu karar 14 Şubat 1967 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Fakat bu yasaklar elbette bu yayınların ülkelere girişlerini tamamen engelleyemiyordu. Birçok tanıklık bize bu yayınların Kürdistan’ın farklı parçalarına ulaştığını gösteriyor. Bu noktada özellikle kaçakçıların ciddi bir rolü olduğunu hatırlatmak isterim. Yine sorunuza dönecek olursak, belki dergilerin bizzat kendilerinin değil ama o dergiler yoluyla kurulan ilişki ağlarının etkisinden bahsetmek daha önemli gibi geliyor bana. Bu dergilere ulaşan çok az sayıda insan vardı ama bu dergileri çıkaranlar ve onların çalışmalarından haberdar olan çok daha geniş ilişki ağları vardı ve bu ağların içine girmenin kendisi ciddi bir siyasal deneyim anlamına gelmekteydi.
Yine Bakur bağlamında bir örnek vermem gerekirse, örneğin HEVRA sadece Ronahî dergisini çıkarmıyor ama aynı zamanda Kürtlerin tarihi, edebiyatı, siyasal mücadelesi ve Kürdoloji ile ilgili de yayınlar yapıyordu. 1970’lerdeki siyasal Kürt mücadelesinin içinde bulunan birçok militanın tanıklıkları bize HEVRA’nın çıkardığı bu yayınların bir şekilde ülkeye ulaştığını ve okunduğunu gösteriyor. Örneğin 1970’lerin ortasına gelindiğinde birçok Kürt fraksiyonu için bir amentüye dönüşen “Kürdistan sömürgedir” tezinin yazılı anlamda argümente edildiği ilk çalışmalardan birisi olan ve Hıdır Murat (Kemal Burkay) tarafından yazılan Türkiye Şartlarında Kürt Halkının Kurtuluş Mücadelesi isimli kitap Ronahi Yayınları tarafından 1973’te Avrupa’da basılmıştı.
Ayrıca Newroz gibi ulusal mitlerin yeniden canlandırılması (Başûr’da kültürel bir formda zaten kutlanmaktaydı), Sovyet Kürdolojisi ve Hawar Ekolü’nün mirasından haberdar olunması gibi olguların Bakur’a taşınmasında da Avrupa’daki yayıncılık ve aktivizm ağlarının “aracı” rolünün son derece önemli olduğunu düşünüyorum. (FD)