*1949'da Paris'teki ilk atölyesinde, Otoportresi, 1944 (Sema ve Barbaros Çağa Koleksiyonu).
"Kendimi bulmam için uzakta olmam lazım. Ne kadar uzak olursam o kadar yakınım Türkiye'ye. Bana Paris'te Anadolu şarkısı dediler. Renklerimi Anadolu kilimleriyle kıyasladılar. Resimlerimin boyutları onlara Nemrut anıtlarını hatırlattı. Oysa ben Anadolu'yu görmedim. Kişiliğimdeki karşıtlıklar İstanbul'un tesiri..."
"Kendimi hiçbir zaman Türk geleneği içinde bir ressam olarak görmedim. Bu gelenek içinde yetiştiğim, çocukluğumda tekkelerdeki törenlere katıldığım doğrudur... Ama ben her zaman birçok Amerikalı, Fransız ya da İngiliz meslektaşım gibi 'soyut' denen okuldan sayılmayı yeğlerim. Bir ulusa ait olmaktanda bir 'Ecole de Paris' ressamı olmayı tercih ederim."
1945- 90 yılları arasında İstanbul, Londra, Paris ve Amman sanat ortamlarında "fırtına gibi esmiş" ressam Fahrelnissa Zeid, sanatının sınırlarını bu sözlerle tarif ediyordu.
Aile kökleri
1910, Şakir Paşa Ailesi, Büyükada, Rosolato Köşkü. (Ayaktakiler soldan sağa: Hakkiye Koral, Asım Kabaağaçlı, Şakir Paşa, eşi Sare İsmet, Cevat Şakir Kabaağaçlı, oturan: Ayşe Erner. Önde oturanlar: Fahrelnissa, Suat Şakir, Aliye.
Geniş kökleri de onun sanıtının şekillenmesinde önemli rol oynamıştı. Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa'nın kızı, II. Abdülhamit devri sadrazamlarından Cevat Paşa'nın yeğeniydi.
Aynı zamanda yazar "Halikarnas Balıkçısı" Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın ve gravür sanatçısı Aliye Berger'in kardeşi; seramik sanatçısı Füreya Koral'ın teyzesi; ressam Nejat Devrim'in, tiyatrocu Şirin Devrim'in annesiydi.
Fahrelnissa Zeid ve Aliye Berger. 1950, Londra
İlk kişisel sergisini, mahremini kamuya açarak kendi evinde düzenlemiş bir kadındı.
Kendisi için çizilen çerçeveleri aşan, aldığı kararlar ve farklı kültür ve coğrafyalarda sanatıyla var olabilen bir sanatçı Fahrelnissa Zeid.
Necmi Sönmez
Necmi Sönmez, onun sanat ve kişiliğini bir neden-sonuç ilişkisi içinde anlayıp yorumlayarak yapıtlarını keşfetmek isteyenler için bir kılavuz niteliği taşıyan "Fahrelnissa Zeid Sözlüğü"nü kaleme aldı. Kitap, Doğan Kitap etiketiyle okurla buluştu.
Sönmez, "Bir tür kültürlerarası diyebileceğimiz, sadece Osmanlı-Türk değil, sırasıyla Bizans, Arap, Avrupa, Akdeniz kültürlerinin karışımından doğan melezliği onun sanatının kozmopolit köklerin ortaya çıkarıyor" diyor.
Nişan ve madalyalarla süslü elbisesi
Sıra dışı bir karakter olan Fahrelnissa Zeid ile 1990 yılında tanışma şansınız oldu. Siz nasıl bir Fahrelnissa ile karşılaştınız, neler gördünüz, deneyimlediniz?
O zaman Heidelberg'te sanat tarihi doktorasına başlamıştım. Son dakikada gece trenlerine binerek epeyce zorlu bir yolculuktan sonra 5 Haziran 1990'da Paris'teki Institut du Monde Arabe'daki sergi açılışına gittim. İki özel etkinlik vardı, birinci sabah yapılan basın gösterimi, ikincisi ise akşam sergi açılışı kokteyli. Basın gösteriminde daha az insan vardı, bundan yararlanarak Fahrelnissa ile uzun süre konuşmam mümkün oldu.
Siyah ve yeşil renklerin hâkim olduğu üstü nişanları, madalyaları ile süslenmiş etkileyici bir elbisesi vardı. Tekerlekli sandalyenin üstündeki duruşu, özenli yapılmış saçları ve pırıl pırıl parlayan gözleriyle etrafına ışık saçıyordu.
Tuhaf bir enerji
Fotoğrafçılar işlerini bitirdikten sonra gittiler, sergide onu tanıyanlar, ailesi ve yakın çevresi kalmıştı. Bundan faydalanarak iskemlesinin arkasına geçip onu en çok merak ettiğim resimlerinin yanına götürerek onları nasıl, nerede boyadığını sordum. Anlatışındaki ifade zenginliği, kelimeleri uzatması eski İstanbul şivesiyle yüklüydü. Ellerini çok iyi kullanarak ifade etmek istediğini dile getiriyordu. Anlatırken o kadar heyecanlandı ki birkaç kez elimi tutarak, "bak, şunlara bak" diye seslenirken karşımda sanki genç bir ressam vardı. Bu tuhaf enerjisi nereden kaynaklanıyor diye düşündüm. Her resmini en ince detayına kadar hatırlaması da ilginçti. Belki de hayatımın en ilginç iki saatini onunla birlikte geçirdim.
Bildiğimiz tarzda bir biyografi yazmak yerine neden bir Falrelnissa Sözlüğü yazmayı tercih ettiniz? Başlıkları neye göre seçtiniz ya da elediniz?
Daha önce kızı Şirin Devrim sonra da öğrencisi olan Adila Laidi Hanieh, Fahrelnissa hakkında detaylı biyografiler yayınlamışlardı. Ben onların anlattıklarını tekrar etmek istemediğim için daha deneysel bir karakteri olan sözlük türünü seçtim. Başlıkları oluşturmamdaki en önemli kriter, onun hakkında az bilinen olgulara değinmek, öncü, farklı bir tavır geliştirmesinde gücünün altını çizmekti. Kitapta birçok belge, fotoğraf, dokümanlar ilk kez yayınlandığı için onun daha az bilinen özelliklerini ele almayı hedefledim.
1945, Teşvikiye'deki Ralli Apartmanı
İlk kişisel sergisini kendi evinde açmasının toplumsal cinsiyet açısından üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu söylüyorsunuz. 72 yılında Sennur Sezer'e verdiği bir röportajda , "... Fikret Adil, Bedri Rahmi gibi dostlarım aleyhimde yazmaya başladılar. Kişi prenses oldu mu, boya da bulur tuval de, sergisini de evinde açar dediler..." diyor. Bu dönem bir kadın ressam/sanatçı olarak neler yaşadı, kendini kabul ettirebilmekte zorlandı mı Fahrelnissa?
1945'te İstanbul'da Fahrelnissa'nın resimlerini sergileyebileceği bir galeri, müze mekânı olmadığı için Teşvikiye'deki Ralli Apartmanın dördüncü katındaki dairesinde resimlerini ilk kez sergilemesi çok sıra dışı bir davranış.
Fahrelnissa, oğlu Nejad Devrim ile Ralli Apartmanı'ndaki dairelerinde, 1945.
Ev daha mahrem, kişisel bir mekân olmasına rağmen Fahrelnissa bunu kırarak, özel olanı kamuya, halka açarak son derece önemli bir karar alıyor. Buna o dönemin sosyetesine mensup bir büyükelçi eşi olarak cesaret etmesi de son derece ilginç. Unutmamak gerekiyor ki, o yıllarda İstanbul sanat ortamının dışında duruyordu. Sergisi onun için bir tür ölüm kalım mücadelesiydi. Ya batacak, ya da çıkacaktı. Ama sergi o kadar beğenildi ve takdir aldı ki Fahrelnissa 1946'da tekrar resimlerini sergiledi ve bir daha dönmemek üzere Türkiye'den ayrıldı.
Sizin belirttiğiniz yorumlar ikinci sergisinden sonra yazılmıştır. Bu tuhaf yazılar onun sanatı hakkında herhangi bir yorum yapmak yerine zengin, güçlü bir aileden geldiği için olanakları olduğundan bahsediyor. Bu da şunu gösteriyor; başarısı birçok sanat profesyonelini rahatsız etmiş. Fahrelnissa'nın 1950'lerde arkası arkasına Paris, Londra'da sergileriyle haklı olarak kavuştuğu ün İstanbul'da çok konuşulmuştu. Onun 1945-46 yılında biri İzmir'de olmak üzere 3 kişisel sergi açması, ataerkil sanat sistemi rahatsız etmişti. Aynı şekilde 1964'te İstanbul ve Ankara'da düzenlediği sergileri de sanat ortamımızda şaşkınlık yaratmıştı. O yıllarda Akademi'de öğrenci olan Gülsün Karamustafa, bu serginin kendi kuşağı üzerinde iz bıraktığını söylemiştir.
Fahrelnissa, Kraliçe Elizabeth (The Queen Mother) 1948'de Londra St Georges Gallery'dek sergisinde karşılarken.
Coşku ve melankoli
Fahrelnissa Zeid kendini hiçbir zaman "Türk geleneği" içinde bir ressam olarak görmediğini söylüyor. "Bir ulusal ekole ait olmaktansa bir Ecole de Paris ressamı olmayı tercih ederim" diyor. Öte yandan "Kendimi bulmam için uzakta olmam lazım. Ne kadar uzak olursam o kadar yakınım Türkiye'ye" de diyor. Siz Zeid'in sanatını nasıl tarif edersiniz?
Fahrelnissa her ne kadar etkileyici, rengarenk soyut kompozisyonlarıyla yaşama tutkusunu dile getiren bir çoşkuya sahipse, bir o kadar da içine dönük, melankolik duyguların ressamıdır. Onun sanatının şekillenmesinde sadece bir değil, birçok kültürün iç içe girmesiyle oluşmuş hümanist yaklaşımın ön plana çıktığını görüyoruz.
1955, Londra'daki atölyesinde lirik soyutlama araştırmalarıyla.
Bir tür kültürlerarası diyebileceğimiz, sadece Osmanlı-Türk değil, sırasıyla Bizans, Arap, Avrupa, Akdeniz kültürlerinin karışımından doğan melezliği onun sanatının kozmopolit köklerin ortaya çıkarıyor. Unutmamak gerekiyor ki Modernizm'in temelinde yatan evrensel olma fikri Fahrelnissa'da da kendisini güçlü biçimde ortaya koymaktadır. O en başından itibaren yaptıklarını uluslararası bir oluşumun içinde görüyordu. Kozmopolit, çokkültürlü kimliğiyle, gelenekler arasından bir bölgeye, bir kültüre ait olmak yerine evrensel bir duruş segilemeyi tercih ettiği için kendisini böyle tanımlamıştır.
Eşi Emir Zeid'in portresinin önünde, 1972. (Fotoğraf üzerine sanatçı müdahale etmiştir.)
"Her sabah fotoğraflara 'günaydın' diyordum"
Kitap boyunca "Fahrelnissa Zeid" yerine sadece ilk ismiyle hitap ediyorsunuz sanatçıya. Bu tercihin nedeni neydi?
Belki size tuhaf gelecek ama Paris'te konuşmalarımızdan sonra ona soyadı ile ya da "Hanım", "Prenses" diye seslenmenin doğru olmadığını düşündüm. Bu benim ona daha yakın durmamı sağladı. Duygusal yakınlaşma sayesinde birçok resminin arkasındaki olguları kavramam, nasıl yaratıldıklarına dair kafamda bir fikir oluşturmada yardımcı.
Bana o kadar yakın duruyordu ki ona Zeid diye hitap edemezdim. Önismiyle seslenmem birçok bariyeri ortadan kaldırdı. Elimde çok güzel fotoğrafları vardı. Corona nedeniyle eve kapandığım günlerde bu fotoğrafları camın dibine dizdim. Kitabı yazarken onlara her sabah "Günaydın" diyordum. Sanki o da bana yanıt veriyordu.
(AÖ)