Mehmet Kurt’un “Din, Şiddet ve Aidiyet Türkiye’de Hizbullah” adlı tez çalışması geçtiğimiz yıl İletişim Yayınları tarafından basıldı. Geçtiğimiz hafta biamag’da yayınlanan "Eksik Yüzleşmeler Ülkesi" yazımda memlekete hakim kesif şiddet ortamında Mehmet Kurt’un Hizbullah hakkında anlattıklarını bir kez daha hatırlatmanın yararı olacağını düşünerek kitabı tanıtmıştım. Kesif şiddet ortamı kısa sürede dinecek gibi görünmüyor; Mehmet Kurt’a çalışmaları bağlamında aldığı tepkiler, IŞİD ile Hizbullah’ın benzerlikleri ve barış meselesini sorduk.
Önce kişisel bir soruyla başlayalım. Kitabın girişinde okul arkadaşınız eski Hizbullah üyesi Sermest'ten imam hatip lisesinde okurken onlar tarafından öldürebileceğinizi öğreniyorsunuz, bunu duyunca neler hissettiniz?
Her normal insanın hissedebileceği şeyi; ürktüm. Hayat üzerine, yaşam ve ölüm üzerine düşündüm. Ve her o yılları deneyimleyen her Kürt gibi ne kadar tesadüf eseri hayatta kaldığım için buruk bir mutluluk ve suçluluk hissettim.
Mehmet Kurt Mardin doğumlu. Halen Bingöl Üniversitesi’nde öğretim üyeliğini sürdürüyor. Yale Üniversitesinde misafir araştırma görevlisi çalıştı, Columbia Üniversitesi’nde burslu olarak okudu. Çalışma alanları “Toplumsal Hareketler”, “İslamcılık”, “Hizbullah”, “Grounded Theory (İçkin Teori)”, “Görsel Sosyoloji”, “Toplumsal Hafıza”, “Kürt Meselesi”, “Sözlü Tarih ve Sözlü Kültür” ve “Dengbêjlik”. |
Kitap/ doktora tezinize dönük olumlu ya da olumsuz herhangi bir tepki aldınız mı?
Akademiden, konuyla ilgili aydın ve entelektüellerinden çok olumlu ve takdir edici dönütler aldım. Kitabın muhatabı okur kitlesiyle kanaat ve düşüncelerini daha ayrıntılı dinlemek için çaba gösterdim ama derinlikli bir geri dönüş aldığımı söyleyemem. Hizbullah mensubu olup, bu konuda grubun iç anlatısını tamamen benimseyen kişilerin kitapla ilgilenmediğini tahmin edebilirsiniz. Yine de ikincil kaynaklardan duyduklarım ve kısa bir kaç görüşme neticesinde beş maddelik bir tepkiden bahsedebilirim.
- Kitabı okuyan eski Hizbullah mensupları kitabı çok değerli ve tarafsız bulduklarını söylediler
- Uzun zamandır grupla bağı bulunan kişilerin de dahil olduğu küçük bir grup, kendilerinin bile bilmediği ama kitaptan sonra teyit ettikleri bazı önemli tarihsel ayrıntıların farkına vardıklarını söylediler
- Kitabın girişindeki Sermest anlatısını ‘Hizbullah hiçbir zaman toplu katliam yapmadı’ diyerek abartılı bulan birkaç kişi oldu
- Yine kitabın giriş diyaloğu ve arka kapaktaki editör notu nedeniyle bazı kişilerin kitabı taraflı bulup okumayı denemediğini duydum
- İzzettin Yıldırım, Ubeydullah Dalar gibi cinayetlerin Hizbullah tarafından işlenmediği reddiyle karşılaştım.
Sizce IŞİD ve Hizbullah arasında "şehadet inancı" açısından bir benzerlik söz konusu mu?
Şehadet inancı hemen hemen tüm İslamcı veya Selefi örgütlerde çok güçlü bir kavram olarak anlatıya konu olur. Aradaki fark bu anlatıya atfedilen anlamdan çok bunu romantik bir diskur içinde anlatma ile bunun gerçekleştirmek için eylemci bir diskurun benimsenmesidir. Bir İslamcının veya Selefi’nin hayatı boyunca defalarca rabbinden şehadeti istediğini, bunun için dua ettiğini iddia edebiliriz.
Şehadet inancı ve bunun pratiğe dökülmesinin gerçekçiliği ise tarihsel ve toplumsal dinamiklerin etkisi çerçevesinde şekillenir. Hizbullah için 1990’lardaki şehadet vurgusu, nasıl daha geniş bir şiddet sarmalı içinde analiz edilebilirse, IŞİD için de bugün benzer bir analiz yapılabilir. Yine de IŞİD gibi yapıları, şehadet inancı ve pratiğini 21. yüzyıl savaş gerçekliğine paralel olarak çok ileri boyuta taşıdığını ifade edebilirim.
Şimdi ki durumda bir fantezi gibi gözüken Kürtlerle yeniden müzakere süreci kurulması durumunda Hizbullah'ın tutumu ne olur? Örneğin AKP'nin bu konudaki muhataplarından biri olmaya çalışır mı? Diyelim ki barış sağlandı sonrası Hizbullah'ın yaklaşımı ne olur?
Hizbullah, Kürt meselesinin çözümü konusunda bir aktör olarak masada bulunması gerektiğini yıllardır dile getiriyor. 7 Haziran seçimlerinden hemen önce, Dolmabahçe Mutabakatı’nın iptalinden sonra Diyarbakır’da ‘Kürt Meselesine İslami Çözüm’ diye bir de yüzlerce derneğin katıldığı bir çalıştay yaptılar. Bu açıdan Hüda-Par’ın veya Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen Mustazaflar gibi derneklerinden bu konuda istekli olacağını varsayabilir. Bununla birlikte mevcut şiddet koşullarını olumlamadıklarını, devlet yetkililerine bu konuda eleştiriler yönelttiklerini takip ediyorum. Ama yine, her zamanki gibi en büyük eleştiri ezeli düşman olarak kabul edilen PKK’ye.
‘Diyelim ki barış, sağlandı, sonrası’...
"Barışın geldiği gün / o gün ölmek yasak!" Bir gün barış sağlandığında cümlesi dahi ne kadar uzak bir ihtimal gibi geliyor kulağa. Bir gün barış geldiğinde, barışın tarafı olan herkes, diğerlerinin savaş boyunca verdiği kayıpları unutmasını bekleyecek. Hiç kimse de tam anlamıyla unutamayacak. O zaman Cesare Pavese’nin sorduğu gibi biz de soracağız: Peki ya ölüleri ne yapacağız, neden öldüler
Hizbullah / Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) çevresinde toplumun geneliyle bir empati kurma, daha barışçıl bir zeminde kendilerini ifade etme olasılığı görüyor musunuz?
Hizbullah’ın katı İslamcı bir okumaya sahip olduğunu ve kategorilerinin din/dindarlık temelinde oldukça katı olduğunu biliyoruz. Bu açıdan Hizbullah hiçbir zaman toplumun geneli içinde yer alan LGBT toplumuna, seküler yaşam biçimlerine olumlu bakmayacak. Ve lakin geçmişte olduğu gibi katı şiddet saldırıları da beklemiyorum. Bunun kendi imajları için zararlı olduğunun farkındalar. Yine de genel şiddet ortamının herkesi tahammülsüz hale getirdiği malum.
Şiddet, Türkiye, Ortadoğu, Kürtler, Hizbullah başlıkları etrafında gelecekle ilgili söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Birkaç yıllığına da olsa Türkiye ve Orta Doğu’da huzur ve barışın tesis edilebileceğine dair umudum vardı. Şimdiki hali tam bir delilik hali olarak görüyorum şimdi. Üstelik 21. yüzyıla sıçramayı beklerken, birkaç ay 1990'lara, sonra 1930'lara ve en son 20 yüzyılın başlarına savrulduk. Önümüzdeki birkaç yılın çok büyük şiddet olaylarına sahne olacağını düşünüyorum. Umarım yanılırım ama sorunuzdaki aktörlerin hiçbiri için iyimser bir tahmine sahip değilim. (AS/HK)