Türkiye'nin son 15 yılı köklü değişimlere sahne oldu. İktidar daha fazla merkezileşirken oligarşi içi çekişmeler ve yeni siyasal ittifaklarla geçmişe nazaran (adını ne koyarsak koyalım) çok daha baskıcı, militarist bir zihniyet devlete ve topluma hakim oldu.
Kimi insanlar bugün yaşadıklarımızla ilgili "12 Eylül döneminde bile bu kadar ağır baskı koşulları yoktu..." türünden değerlendirmeler yapıyor. Bu mümkün, zira askeri cunta sonuçta toplumun bütününe dönük bir bastırma harekatı iken bugünkü rejim, toplumun bir kesimini her gün yeni linç ve pogromlara teşne ırkçı bir topluluğa dönüştürmeyi başardı.
15 Temmuz 2016'da gündeme gelen "darbe" egemen siyasal blok içindeki çekişmelerin bir sembolüydü. Mevcut rejimin liderliği bunu fırsat olarak değerlendirip devlet bünyesinde ciddi bir tasfiye harekatına girişti. Onların yerine tarikatları ve faşist kesimleri kadrolaştırarak rejimi kalıcı hale getirmeyi hedeflediler.
Bu süreçte yüzbinlerce kişi gözaltına alınıp işkencelerden geçirilirken, aynı zamanda işlerinden atıldı. Bütün bu faşist politikalar milyonlarca kişiyi aileleriyle birlikte olumsuz bir biçimde etkiledi. Geleceklerini kararttı. Çok sayıda insan çeşitli mağduriyetler sonucu hayatını kaybederken binlerce kişi ise zorunlu sürgün yollarına düştü...
Cemal Yıldırım ile 80'li yılların son periyodunda devrimci gençlik mücadelesi saflarında tanıştık, arkadaşlığımız öyle başladı. Kamuoyu ise onu 2016'da Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işinden atılması sonrası verdiği mücadele ile tanıyor. Yine de bilmeyenler için bu süreçte neler olduğunu Cemal'e soralım.
"İlk atılacaklar arasında olduğumu biliyordum"
KHK ile işinden atıldıktan sonra sen ve benzer durumdaki insanların başına gelenleri ve buna karşı verilen mücadeleyi ana hatlarıyla anlatır mısın?
Seksenli yılların sonu önemli bir dönemeç aslında. Bir taraftan seksen cuntasının baskısını kırmaya çalışırken,el yordamıyla mücadele eden bir kuşak diğer taraftan, benzer bir mücadeleyi kendi içinde ve cezaevinde olan, abi ablaları anlamaya çalışıp, onlara "karşı" verilen mücadele. Bir ara kuşak olarak var olduk. Her iki taraftan da çok hırpalandık. Bir çok arkadaşımızı o günlerde ya da sonrasında kaybettik.
Kaybettiklerimizin yükü hala omuzlarımızda. O günlerden bu güne kalan birçok arkadaşımız hâlâ bulunduğu yerden hayatla müdahale etmeye çalışıyor bu da bizim mutluluğumuz. Seksenli yılların sonu ve doksanlı yıllar adı konmamış bir darbe sürecinin devamı ve solu tamamen tasfiye etme operasyonu olarak düşünülebilir.
O zamanda çok özel yetkili mahkemelerde yargılanıyorduk bugün de. Özel yetkili mahkemeler hayatımızın hep bir parçası ola geldi.
Neden işimden atıldım? Aslında sanıyorum bu sorunun doğru cevabı 15 Temmuz hikayesinin gerçeği açısından önemli. Türkiye'de darbe pratiğinin işlemesenin gerekçeleri bellidir, oligarşi içi çatışma ve tasfiye, rejimin kendisinin tasfiye korkusu. Rejimin tasfiye korkusuyla yaptığı tek darbe 12 Eylül 1980 darbesi. Onun dışındakilerin hepsi emperyalizmin ihtiyaçları ve oligarşi içi tasfiye hareketleri.
Neo-liberalizm üçüncü dönüşüm sürecini yaşarken rejim henüz birinci dönüşümü var etmeye çalışıyordu. AKP bu saldırı programının iktidarıdır.
Bunu AB uyum yasaları ve devletin yeniden yapılandırılması adı altında hayata geçirmeye çalıştı. Bu programı hayata geçirirken Büro Emekçileri Sendikası (BES) Şube Başkanlığı yapıyordum. AKP'nin o saldırı programına karşı adliyesinden maliyesine, dışişlerinden içişlerine çok sağlam direndik. O dönem hakkımda işten attırmaya varan idari ve adli bir çok soruşturma geçirdim. Devleti az çok tanıyan biri olarak, 15 Temmuz darbesi sonrası ilk atılacaklar arasında olduğumu biliyordum ama zamanını bilmiyordum. AKP uluslararası sermayenin bir aracı olarak iktidar oldu. Devlet denilen mekanizmayı işlemez hale getirerek tasfiye etti ve yerine yenisini hâlâ inşa edemedi.
"KHK, bir soykırım sürecidir"
Böylesi bir giriş sonrası KHK sonrası ben ve benim gibiler neler yaşadı? Öncelikle şunu belirteyim KHK'yi asla, işten atma, pratiği olarak görmeyin. KHK süreci kelimenin tam anlamıyla, soykırım sürecidir. KHK süreci, duvarsız ve demir parmaksız tam bir izolasyon ve tecrit sürecidir. Koca ülkenin nasıl bir hücreye dönüştüğünü yaşamımızla biliyoruz. Ben Kürt-Alevi ve sol bir aileden gelmeme rağmen o izolasyon ve tecridi iliklerime kadar yaşadım.
Çarpıcı bir örnek vereyim; olay Konya da geçiyor. 15 Temmuz'da yeni doğum yapmış bir kadın eşiyle birlikte işinden atılıyor. Eşi ilk günlerde gözaltına alınıyor. Eşinin ailesi kadını kabul etmiyor. Bir süre Konya otobüs terminalinde kalan kadın en son kendi ailesinin yanına gidiyor. Annesi kadın dışarı çıktığında evin kilidini değiştiriyor, bu olay birkaç kez tekrarlanıyor. Yeni doğum yapmış ve gidecek yeri olmayan bir kadını kendi ailesi bile defalarca dışarı atıyor. Bu olayı birinci ağızdan dinlediğimde çok şaşırmıştım ancak yaşadıklarımızdan hiçbir şeye şaşırmamamız gerektiğini bu rejim defalarca öğretti.
KHK rejimi bizleri diri diri gömme ve yok etme rejimi. Tespit edilmiş 150 üzerinde uygulama ve yöntemle tüm hayat damarlarınızın koparılıp, sadece sizin değil tüm soy bağlarınızla birlikte yok etme rejimi ve devam eden, yaşayan bir uygulama. Yaşamak için bir kanal bulduğunuzda orayı tıkayacak yeni uygulama, kanun ve benzeri şeylerle sizi yok etmeye ayarlı bir rejim.
Rejime ve topluma rağmen ayakta kalmaya çalışıyoruz. Binlerce arkadaşımız farklı biçimlerde yaşamını yitirdi ve yitirmeye devam ediyor. Sadece bizler değil bir çok KHK’linin evladı intihar etti.
KHK’li bir doçent iş makinesinin altında kalıp can verdi. KHK rejimi sadece biz KHK’lilere yönelik değil faşizmin yeniden yapılanmasının ve tüm ötekileri hizaya sokarak yok etme aracı. Ülkede yapılamayan her grevin, talan edilen doğanın, her canlının, cezaeviyle, gözaltı ve mahkemesiyle bir hizaya sokup, yok etme rejiminin adı KHK düzeni.
KHK düzeni doksanlarda var olan ne varsa, kaçırma, işkence, kaybetme, tecavüz, mala çökme, hepsinin misliyle tekrarıdır. Eskiden toplumun susmayan, tepki veren bir kesimi vardı, artık görmezden gelen, yokmuşsun gibi davranan büyükçe bir çoğunluğu var.
"Önce sendikalar bizi yalnız bıraktı"
KHK'lere karşı mücadele kimi sembol isimlerle birlikte anılıyor. Bu süreçte maalesef sınırlı sayıda insanı birlikte direnirken gördük, sence neden bu mücadele kitleselleşmedi?
Bu mücadele neden kitleselleşemedi ya da bir KHK mücadelesi var mı. Öncelikle şunu belirteyim, atılanların yüzde 15'i solcu, geriye kalan ezici bir çoğunluk sağ gelenekten geliyor.
O azınlık olan sol direndi mi, direnseydi benim adımı kimse bilmezdi. O direnenler arasında bir nefer olurdum. Yüksel Caddesi'nde direnenlerin adı Nuriye Gülmen, Mahmut Konuk gibi tek tek isimler sıralanıyorsa kitleselleşmiş bir direnişten bahsedemeyiz. Sol sosyalistlerin, sendikaların bir direnişi yok, kimi solcuların direnişi var. Sendikaların, siyasi hareketlerin büyük günahı var. Gezi'den itibaren büyük kopuş oldu ancak ağır ağır fakat çok daha öncesinden başlayan rejime entegre bir sol türetilmişti zaten. Geleneklerinden, reflekslerinden kopmuş, rejimin dil ve pratiğini yeniden üreten bir sol, direnme kabiliyetini de yitirmiş bir solla ilk değil bir daha ve daha acı biçimde karşılaştık. Var edip mücadele edip büyüttüğümüz sendikalar önce bizi yalnız bıraktı. Verdikleri iki kuruş parayla evimizde oturup beklemeyi örgütlediler. Direnmeyi değil.
Sağcı KHK’lilerden sadece yüreği en çok yananlar en önce sokağa çıkmıştır. Kaçırılanların aileleri ve harp okulu öğrencilerinin aileleri. En önce dediğim aslında AKP'den tamamen ümit kestikten sonra yani üç dört yıl sonra. Kaçırılanların aileleri ve Melek Çetinkaya eylemlerine benim yanımda başladılar. Bunda tercih ettiğim siyasi dil ve pratiğin etkili olduğunu düşünüyorum...
KHK mücadelesinin etkili olamamasının ya da bir mücadeleye dönüşememesinin nedeni, KHK’liler sosyal medyada görünür olmayı mücadele olarak düşünüyorlar. Rejimin en iyi denetlediği alanı, tweet atmayı mücadele olarak görüyorlar. Sistemi rahatsız etmeyen, rejimin kontrolünde, manipülasyona açık bir alanla ve risk almadan rejim siyasetinin içinde meşru olup hak kazanacağını düşünen rejimin aparatına dönüşen bir yapı ne hak mücadelesinin ne demokrasi mücadelesinin bir parçası ya da tarafı olabilir.
Arkadaşlar risk almadan kazanma derdindeler. Ancak kazanacakları değil kaybedecekleri çok şey olacak.
"DGM'de bile bu kadar rezillik yaşamadım"
Bana daha önce açılmış bir davada "gizli tanık" marifetiyle sana ceza vermeye çalıştıklarından söz etmiştin. Bu olayı anlatır mısın?
Sistem şöyle işliyor, işten atıldığımda ne idari ne adli soruşturma kalmıştı. Direnmeye başladıktan sonra hiçbirini takip edemez hale geldim. Bizim bir çok davamızı gönüllü arkadaşlar takip ediyor. Her bir davada ayrı ayrı gönüllü devrimci avukatlar. Bir başına olduğumuz için siyaseten takip edilen tek bir dava yok. Sıkıştığım yerde yardım talep etmek zorunda kalıyorum ya da kendim takip ediyorum.
Nusret Demiral, Orhan Karadeniz gibilerince defalarca Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) de yargılandım. Ancak bu dönem kadar rezillik yaşadığımı hatırlamıyorum.
Yargılandığım mahkeme sayısını bilmiyorum ama ilk defa ceza alacağım mahkemeleri, yüzüme nefretle bakan hakimleri, bana aslen nerelisin diyen savcıları biliyorum. Ne telefon dinlemesi, ne yer kaydı hiçbir şey bulamadıkları davada en son gizli tanık ve itirafçı uydurmuşlar.
Bu rejim diyor ki ben sana ceza vermek istedikten sonra sana ceza veririm. Eyvallah, senin nasıl hareket ettiğini bilerek ne teslim olur ne biat ederiz. Biz bizden önce gidenlerin yükünü taşıyoruz. Faşizme teslim olmayacağız....
(AS/RT)