Malumunuz, Slavoj Zizek'in Türkiye'ye gelmesiyle birkaç gündür Zizek'le yatar kalkar olduk. Bir kez daha "birileri bize bizi anlatsa da koltuklarımıza kaykıla kaykıla dinlesek" haline ne kadar can atar vaziyette olduğumuzu fark ettim.
Bunun filozof insana duyduğumuz bir açlıkla ilgisi de var tabi. Sanırım, Zizek'in karşısına koyabileceğimiz bir vatan evladımız yok ya da var da aramızdan birisi aynı şeyleri söyleyince onda durduğu gibi durmuyor.
Neyse, anladık ki Zizek de çuvallayabiliyormuş. Bildiğim bir şey varsa kuşbakışı yorumların insanı gafil eyleyeceğidir.
Zizek, her ne kadar bu ülke hakkında bildiklerini gelişigüzel harmanlamaya çalışsa da bihaber gözükmekten kurtulamadı. Hayran hayran bakmaktan fırsat bulamayan bizler de an itibariyle ahvalimizi, nasıl bugünlere geldiğimizin özetini anlatmayı akıl edemedik. Tam da bunları düşünürken Radikal Gazetesi'nden Ali Duran Topuz'un ilgili yazısı yetişti. Onun kadar Zizek'i yerden yere vurmaya gönlüm el vermez ama eğri eğridir, doğru doğrudur. Lafı uzatıp üslubuna göre ayar vermenin, yer ile yeksan etmenin anlamı yok.
Zizek, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde "Bulutlardaki Özgürlük - Küresel Çağda Yasaklama Biçimleri" konferansını verdiği günün akşamı Cüneyt Özdemir'in konuğu oldu. Diğer bir konuk olan Harun Tekin, Zizek'e "Sizce 'sınıf' kavramının önemi azalıyor mu?" diye sordu.
Zizek'in cevabını merak edenler bir yerlerden okusun veya bulup izlesin. Ben de sorunun içindeki cevaba bizzat yerel kaynaklardan edindiğim bilgilerle yanıt yazma ihtiyacı duydum. (Üzgünüm, bu soruda küresel ölçekte düşünemiyorum.)
Geçtiğimiz haftasonu kot kumlama işinde çalışırken silikozis hastalığına yakalanan İdris Oral'ın hayatını kaybettiği haberini okuduk. Oral'la birlikte bu hastalıktan dolayı ölen işçi sayısı 50 oldu.
Sadece silikozis hastalığının varlığı bile "sınıf" kavramının ölmediğinin ya da etkisini azaltmadığının ve hatta ölüm getirdiğinin en azından ülkemizdeki kanıtı. Hatta öyle bir kanıt ki bu, aynı aileye mensup kişilere aynı hastalığı musallat edebiliyor. Muş'tan İstanbul'a kot taşlama işinde çalışmak için gelen Tekin Ailesinin başına gelen sınıfsal bir şey değil de ne?
Bir diğer sınıfa has ölüm biçimi soba zehirlenmelerinin -kış günlerinde ve lodos rüzgârının etkin olduğu her vakitte- istikrarlı bir şekilde aldığımız haberlerden biri olduğunu söyleyebilirim.
Koyun koyuna yatılan sobalı odalar, yoksul aileleri toplu ölüme götürüyor. Haber kaynaklarına bakarak küçük çaplı bir araştırma yaparsanız bu ölüm haberlerinin kentin varoşlarından, gecekondu muhitlerinden geldiğini görebilirsiniz. Belirtmeye gerek var mı bilmiyorum gene bu muhitlerde evi geçindiren kişiler daha çok işçi veya "serbest işçi" olmanın verdiği çaresizlikle taşeron şirketleri, yevmiye verilen günlük işleri kovalayan insanlar. Yani elimizde gene bir "sınıf" kavramı var. Kentsel Dönüşüm adı altında bir yerlere sürülen insanlardan bu seferlik bahsetmiyorum bile.
İlginç olan soba zehirlenmesi sonucu hayatlarını kaybeden insanlar, kanser hastalığı sonucu hayatlarını kaybeden insanlarla benzer kaderi paylaşıyorlarmış gibi duymaya alıştığımız haberler arasında. Oysaki aralarındaki tek fark birinin mevsime bağlı olması değil sadece. Bu insanlar duygusal nedenlerden (!) ötürü soba kullanıyorlar. Kuzinede kestane pişirmek, çay demlemek gibi romantik heveslerinden dolayı değil.
Gene bir sınıfa has asker ölümleri, asker intiharları, işçi ölümleri gibi her haber "sınıf" kavramının ölümler aracılığıyla bile olsa varlığını sürdürdüğünün "acı ama gerçek" kanıtı. Düne göre grev yapanların doktorlar, avukatlar hatta polisler olması sınıfa has ölümler çizelgesinde bir değişiklik yapmıyor. (Zizek'in verdiği yanıta istinaden)
Vedat Türkali, "Yalancı Tanıklar Kahvesi"nde "Her ülke kendi modelini kendi üretiyor. Devrim, şiir gibi oğlum; başka dile çevrilmesi güç iş" der.
Kapitalizmin, etnik ayrımcılığın, serbest piyasa ekonomisinin, yenidünya düzeninin her ülkede kendi modelini ürettiği gibi. Başka dile çevrilip, anlatması zor. Demem o ki, her "Vaovvvv" dedirten tespit, her ülkede yakışık durmuyor.
Bu arada işçi sınıfı iktidarının hayallerini kuranlardan değilim. Sadece "Sınıf ölmedi, etkisini de azaltmadı. Ölene kadar öldürmeye devam edecek gibi duruyor" demek için yazdım bu yazıyı. (FG/HK)